Ne zaman askeri önlemler öne çıkarsa; o zaman siyasiler, “Sorun elbette sadece askeri önlemlerle çözülemez” deme ihtiyacını duyuyorlar. Çünkü görüyorlar ki, bütün yaptıkları “Daha çok askeri önlem” almaktan ibarettir.
AKP hükümeti, açılımın ilk döneminde, onca demokrasi lafı ederken, “Kürt sorununun çözümünde demokrasinin geliştirilmesinin en önemli unsur” olduğundan söz ederken bile askeri ve polisiye önlemleri ikinci plana itmemişti. Ama hükümet, şimdi tam da “Özel savaş yöntemlerini” yeniden devreye sokarken, laf arasında “Sorun elbette sadece askeri yöntemlerle çözülmez” demektedir. Kaldı ki, önceki gün, sınıra “profesyonel ordu” yerleştirilmesiyle ilgili bilgi verirken, Genelkurmay’ın her isteğini yerine getirdiklerinden söz eden Başbakan, “Demokrasinin geliştirilmesiyle Kürt sorunu arasında bir bağlantı kurmaktan” da kaçınmıştır. Başbakan Erdoğan’ın, hep “Kendi çözüm ayrıcalıkları” olarak öne sürdüğü “Açılımın demokrasi boyutundan” söz etmemesinden anlıyoruz ki; bu anlamıyla “Kürt açılımı” tümüyle geride bırakılmıştır.
Söyleminin toplamına bakıldığında, “Şimdi özel savaş zamanıdır” demektedir Başbakan. Ve muhalefet partileriyle yaptığı görüşmelerde de Erdoğan, bu yaklaşımına destek aldığını düşünmektedir. Öyle ya bu partiler ne demokrasinin geliştirilmesiyle Kürt sorununun çözümünü savunup hükümetin şiddeti artırmasını eleştirmişlerdir, ne de hükümetin “profesyonel ordu” ve “özel savaş” girimlerine karşı bir laf etmişlerdir!
Elbette buraya bir günde gelinmemiştir. Tersine, AKP bir yandan kamuoyuna, sanki sorun çözülüyor, “Artık kısa bir süre sonra Kürt sorunu kalmayacak” havası verirken öte yandan da bunu kendine bir siyasi ranta dönüştürecek biçimde, Kürtlerin mücadeleci güçlerini tasfiyeye yönelmiştir. AKP’nin mantığı ve izlediği politikalara bakılırsa, bu Kürt güçleri sorunun kendisidir ve onların tasfiye edilmesi Kürt sorununun çözümüdür!
İşte, AKP’nin demokrasi, özgürlükler üstüne söylediklerinin laftan ibaret olmasının anlaşılmasıyla da “açılımın cilası” dökülmüş, altındaki gerçek niyet de ortaya çıkmıştır. AKP hükümetinin Kürtleri, Kürtleri temsil eden güçleri muhatap almamadaki ısrarı, Kürt sorununun çözümünü Kürtlerle konuşarak değil, Kürtlerden başka herkesle (ABD, AB, Irak, Barzani, Suriye, İran, NATO, …) konuşup onlarla işbirliği yaparak çözmeye yönelmesinin arkasında bu yaklaşım olmuştur.
İşte bütün bu girişimlerden bir çözüm çıkmayacağı anlaşılınca da; profesyonel askerlerden özel ordu kurmak, Özel Tim’i bölgede yeniden görevlendirmek, özel savaş yöntemlerini (kontrgerilla) yeniden devreye sokmak; ülkeyi yeniden 1990’ların kan ve gözyaşının boğduğu, suikastların, faili meçhullerin, toplu katliamların günlerine döndürmek yoluna girilmiştir. Politika bu olunca faillerin “sarkık bıyıklı” ırkçı şoven güçlerin mi yoksa “badem bıyıklı” Orta Çağ düzeni heveslilerinin ideolojisinden mi beslendiğinin bir önemi kalmamaktadır.
Daha “özel ordu” devreye girmeden de çatışmalarda yaşamını yitiren PKK’lilerin cesetlerinin tanınamaz biçime getirilmesi, işkence ve yakaladıktan sonra öldürme iddialarının gündeme gelmesi, yol devriyeleri ve kontrollerinin yeniden askere devredilmesi, yayla yasaklarının sıkılaştırılması, basının üstünde oto sansür için baskı kurulması gibi önlemler bu “Özel savaş döneminin” başladığına işaret etmektedir.
Başbakan Erdoğan’ın önceki günkü açıklamaları da, demokrasi ve özgürlükler iddiasından tümüyle vazgeçerek, askeri seçeneğin tek seçenek olduğunun ilanı olmuştur.
Bu yol çıkmazdır. Çükü daha önce de Tansu Çillerler, Mehmet Ağarlar, İbrahim Şahinler, Veli Küçükler tarafından da denenmiştir ve 30 bin kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanmıştır. Şimdi yeniden aynı politika benzer sloganlarla yeniden sahneye konmaktadır. Birincisi trajediyle sonuçlanan girişimin ikicisinin daha da trajik sonuçlanacağını söylemek artık bir kehanet değildir.
AKP ve Erdoğan girdikleri bu yolun kendilerini nereye götüreceğini, yakın tarihte bu politikanın uygulayıcılarına bakarak kendi geleceğini görebilir.
Tarih böyle bir ayna tutmaktadır; gerçeği görmek isteyene!
Evrensel