Tanrı’ya Raporlar (8)
Sevgisinden ve merhametinden şüphe duymadığım Tanrıma…
Sevgili Tanrım…
Bugün milattan sonra 12 Şubat 2011 Cumartesi..
Sevgisi ve Merhameti bol Kerim Tanrı’ın Selamıyla/Adıyla
Olan ve olmaya devam eden ve tüm bu oluşlar sürecinin tam ortasındaki bir zaman diliminden merhaba Tanrım. Bu zaman dilimine milattan sonra ikibinonbir yılı diyor buradaki insanlar.
Bir iç ve olağan büyüklüğü ile dış hesaplaşmalar sonrasında arta kalan sesli düşünceler bölümüne dâhil etmek istiyorum, bu raporda yazacaklarımı. Yine bugün yazdıklarım başka gündemlerden ziyade iç dünyamda neler olup bittiğine dair bir ipucu versin istiyorum. Ve yine dış dünyaya bir haykırış, bir serzeniş, bir isyan ve bir ders olsun istiyorum.
Düşüncelerimle birlikte büyüdüğümü de izlemek hiç hoşuma gitmiyor, bunu da bil Tanrım. Kendimi izleyince, kendimden çıkıp çok aşağıdan/yukarıdan/sağdan/soldan bakınca ve yine kendimle olan iletişimimi mercek altına tutunca ve yine benim dışımda öteki ile diğer insan kardeşler ile olan iletişime bakınca ve onların dünyasını anlamaya çözmeye çalışınca her yönüyle, kabul edersin ki büyütüyor insanı, tüm bu olup bitenler. Büyümek çok korkunç ve çok ağır bir yük ve büyüdükçe kirlenmiş/yıkanmış/sürülmüş/sömürülmüş/örülmüş zihinlerin dünyasını deşifre etmek ve aslında ne olduğunun farkına varmak, daha bir ağırlık katıyor yaşamıma. Her gün biraz daha fazlaca umutlu gayretlerle hayata tutunuyorum.
Bana neyi infak edeceğimi sorsan sana umudumu diye cevap verirdim, Tanrım. İnan umutsuzluk anları çok kısa sürüyor, kendimi toparlamam da insanlığın katkısı son derece önemli. Herkese teşekkür ediyorum yani umutlulara ve umudu yaşatanlara. Buna bağlı olarak insanlığı yaşatmak isteyen herkese çok teşekkürler.
Bugün şöyle bir şey anlatarak başlayayım.
Bizler, biz insanlar, insanlık ailesine mensup olanlar; basit sıradan yaratıklarız aslında. Egolarımızın süslediği görüntülerimizi dev aynalarında görmek ne kadar saçma ise bu görüntülerin yansımalarıyla oyalanmak da o denli saçma. Aslında olması gerektiğinden çok ama çok farklıyız. Tanımlanamayan cisimleriz aslında. Gözlemci olmaktan öte gidemeyen beyinciklere sahip yaratıklar işte. Kimi şan şöhret servet parayla, kimi mal mülk iktidar ve güç ile kimi ayakkabı boyayarak, kimi dans ederek, kimi köleleştirilerek, kimi şarkılarla, kimi şiirlerle, kimi spor, siyaset ve sinema ile kimileri yazarak, çizerek ve konuşarak, çoluk çocuk, kadın, erkek yaşıyoruz, yedi milyar. Hepimiz birbirimizi biliyoruz aslında. Burada anlaşalım tamam mı? Yoksa konuyu anlamanız zorlaşacak. Şimdi biraz oyalanmaktan ve birazda aklımızın çitlerle çevrilmesinden tutunda bu yedi milyar insanın birbiriyle olan ilişkisine kısaca değineceğim.
Değineceğim değinmesine de, önce şu denemeye bir göz atın, sonra devam edelim.
* * *
Masmavi adil gökyüzü altında eşit yemyeşil ormanlar ve altından özgür ırmaklar geçen yerleri düşleyen bir kız çocuğu hayal etmişti o büyük adam. Adamın hayali kızın dünyasından çok büyüktü. Kızın büyümesi gerekiyordu içinde muhteşem özgür ırmakların olduğu büyük masmavi adil gökyüzünü görmesi ve eşit yemyeşil ormanlarda yürümek için, o düşü kurması için önce aklını örten çitleri yıkmalı sonra özgürlüğü istemeliydi o küçük kız.
Görmek, duymak, bilmek ve yürümek için yüklerinden arınması ve sahte dünyanın yalan görüntüsünden uzaklaşması gerekiyordu. Küçük kızın normalde gördükleri, o adamın göstereceklerinden çok farklı şeyler olacaktı. Küçük kız sanal bir mavicik ile oyalanmayı maharet sanıyordu. Bir zan üstüne yaşamanın ne anlama geldiğinin farkında bile değildi. Yaşadığı dünya da kendisine söylediği yalanlarla ve oyunlarla uğraşmayı mutluluk zannediyordu. Küçük kız ırmakcıklar görmenin çok ötesine geçmek için dokunmalıydı. Sanallıktan kendisini kurtarmak için bunu yapması gerekiyordu..
O büyük adam bir gün kızın ellerinden tuttu ve çekti onu yukarıya.
–“Bak o gördüklerin var ya, işte onlar seni gözlemci olmaktan öteye götürmüyor ve seni diğerlerinden farklı yapmıyor”.
–“Nasıl yani?” diye sordu küçük kız. Adam başladı anlatmaya. Anlatmak ile kalmadı elinden tuttu küçük kızın. Ve
–“gör bak” dedi ve şöyle devam etti:
–“Bak şimdi buradasın ve kocaman bir kız oldun ve özgürsün artık, gördüklerin gerçek şimdi, içinde yaşadığın dünyada gördüklerin sanaldı, yanıltıcıydı. Daldığın o oyunlar, oynaşmalar, kurguydu. Yaşadığın yer başka bir dünya başka bir âlemdi. Şimdi gözünde toplu iğne ucu kadar bile değil o büyüttüğün dünya, insanlar, ilişkiler, makamlar, mevkiler.”
Anladın mı, dedi adam..
Anladım dedi küçük kız, anladım..
Ve o günden sonra o küçük kız sorgulamaktan ve yürümekten hiç korkmadı.
Çünkü özgürlüğün katında bir yerlerde dolaşmaya çıkmıştı..
* * *
Yukarıdaki denemenin gizemini ve ne anlamanız gerektiğini size bırakmayıp da ne yapacağım?
Şimdi tekrar konumuza dönelim. Sizlere bir şey anlatacaktım.
Sizi bir defa daha kurtuluşa davet ediyorum ey insanlar. Bu sözlerimizi iyi dinleyiniz. Umulur ki tövbe edip çokça bağışlananlardan olursunuz.
Bilir misiniz zor olan nedir? O sarp yokuşu çıkmak nedir?
Sizi daha fazla oyalamak istemiyorum. Size dört şeyden bahsedeceğim. Bu dört şey neleri düzeltecek ve neleri yıkacak üzerinde düşünmenizi istiyorum.
1) Yetimi korumak, 2) yoksulun yanında olmak ve 3) asla yalan söylememek.. Ve yine 4) boyunduruk altındakileri kurtarmak..
Bunları yaptığınız takdirde, yeryüzünde hiçbir şey ile oyalanmayacak ve oyalandırılmayacak, aklınız çitlerle çevrilemeyecek, kapitalizme köle olmayacak, emperyalizme göbekten bağlı olmayacak, komşunuz aç iken tok uyumayacak, hayattan zevk alacak, kendiniz için istediğinizi başkası içinde isteyeceksiniz.
Daha sayayım mı?
Doğru düzgün bir insan olacaksınız, yedi milyar insan kardeşinizi ve doğayı ve diğer canlıları düşünerek, onlara karşı sorumluluğunuzun her an farkında olarak yaşayacaksınız.
Fazla ömrünüz/ömrümüz/ömürleri yok. Elimizi çabuk tutalım olur mu? Gerek yok yani o kadar mala mülke, egoya, iktidar olma hırsına, ben oldum delisi olmaya, gerek yok arkadaşım gerek yok. Vallahi de yok billahi de yok. Şuna buna ne gerek var. Sana emeğinden, sana yemenden, içmenden, barınmandan, eşinden ve gezip görmenden başka ne var bu dünyada? Mezara da götüremiyorsun, biliyor olman lazım.
Gel şöyle yapalım dilersen. İnsanlık harcına kum olalım. İnsanlık harcına kum olmak demek nedir söyleyeyim mi? Kum tepelerinden, dev aynasından kurtulup, saraylardan çıkıp, aklını çitlerden arındırıp, kumlara karışmak, insanlara karışmak, insanlığa karışmak demek. Kum olmak demek, Karunluktan, Harunluğa terfi etmek demek. Sokaklara inmek ve halka karışmak demek. Ebu Cehil ve tayfası kum olmak istemediği için Peygamberimiz ile savaştı hala anlamıyor musunuz? ‘Köle’ Bilal ile eşit hale gelmemek için kaçacak yer aradı.
Yani?…
İşe önce akıl ile başlayacağız.
Aklımızda inecek o saraylardan.
Saraylarda yaşama ve yaşatma planlamalarından vazgeçecek aklımız; sade yaşayacağız.
Kaynakların sınırsız olduğu buna karşılık ihtiyaçlarımızın sınırlı olduğunun bilincinde olarak yaşayacağız.
İnsanlığın aklı da inmeli sokaklara. Akıllarımız kariyer planlamalarından kurtarmalı kendini. Karışmalıyız insanlığa. Saf ve doğru ve düzgün olan ne varsa işte tam oraya dökülmeli bu harç. Sınıf çelişkileriyle boğulmaktan kurtarmak lazım insanlığı. Hadi az gayret edelim. Cenneti yaşatmak için bütün bir insanlığa, insani değerlerimize imani bir omuz verelim. İnsanlığa iman edelim olmaz mı? Sahi ne diyorduk ‘Biz’?,
Bu dünyada insanlara yaşattığınız kadardır cennetiniz! Tercih sizin. Biz söyleriz, biz haberciyiz. Söyleriz ve gideriz.
Son olarak..
Kuşlar bir ülkeden diğerine geçerken bayraklara, sınırlara pek aldırış etmezler.
Hiç duydunuz mu bir göçmen kuşun başka kuşların bulunduğu coğrafyalara giderken vize aldığını ya da güzergâh boyunca ondan haraç alan bir kuşu?
Başka bir kuş cinsinin diğer bir kuşa üstünlük tasladığını hiç duydunuz mu?
Peki ya hiç duydunuz mu bir kuşun ihtiyacından fazla yiyeceği biriktirdiğini?
Siz hiç doğada emekli olan bir kuş gördünüz mü?
Ne duyarsınız, ne görürsünüz. Anlamak ve görmek için kuşları bol bol izleyin. Bir daha dünyaya gelsem kuş olarak gelmeyi çok isterdim. Çünkü kuşlar ‘kuş’ kadar özgürdür..
Kuş kadar özgür olmak dileğiyle..
* * *
Tanımlanamayan ve açıklanamayan tüm yeryüzü kavramlarının bu kadar çok cömert KERİM ve RAHMAN ve yine RAHİM olmasının ve aslında yeryüzünde her an gördüğümüz dokunduğumuz işittiğimiz selamın üzerimize, sabrın üzerimize, merhametin üzerimize olması dileğiyle.
Oluş süreci ve iyi kavramına yüklenen tüm anlamlar adına.
Biz insanlık harcına ‘Kum’ oluruz…
Anladım bizden başka bir şey olmaz..
Anladım sanırım ‘Elçi’likte bu olsa gerek..
—
Mehmet Lütfü Özdemir
[email protected]
Milattan sonraki bir zaman diliminde yeryüzünde yazılmıştır…
Tanrı’ya Raporların tamamı için:
http://www.adilmedya.com/kategori.php?katid=24