Şükran Soner
Kişisel yüz yüze tanıklıklarım öğlen saatleri sonrasına sarkmış olsa da sabahın alacakaranlığından sonrasından gece yarısına kadar gitmek zorunda oldukları yerlere ulaşmak için çırpınan vatandaşlarımız, kuşkusuz bizler de içinde olmak üzere, sokaklar arasında başıboş çırpınıp durmak zorunda kaldılar. Kartal’da Türk-İş’in, Kadıköy’de CHP’nin şemsiyesinde, güçlü sendikal örgütler ile demokratik örgütlenmelerin topluca buluştukları kitleler bir tek, yağmur altında ıslanmış olsalar da onurlu, evlerine dönüş yollarında, mutlu mutlu sevinçlerini karşılaştıkları yolcular, tanıdıkları kişilerle paylaştılar.
Yenikapı’dan aktarma yaptığım Hacıosman’a kadar gidecek metronun ilk istasyonu olan İstanbul Üniversitesi durağının hemen ardından, 4. Levent istasyonu anonsunu duyunca önce “Sürücü yine yanlış ses kasetini koymuş” diye düşünmüştüm. Yanımdaki paniklemiş yabancı yolcuları rahatlatmak üzere uyarmak istemiştim ki ayakta tren içinde bir o tarafa bir bu tarafa koşturan, aralarında konuşan yolcuların dertleşmelerine takılmış oldum. Birkaç kez aynı hatlarda gidip gelmiş ancak gidecekleri yerler için çıkış yolu bulamadıklarını öğrenmiş oldum.
Yanımdaki yabancılara da utancımızı, ayıbımızı açıklamaktansa “Üzülmeyin 4. Levent istasyonu çevresinde de çok güzel alışveriş merkezleri var. Bugünü oralarda geçirin” demeyi seçtim.
2000’li yıllar sonrasında yaşadığımız, tek adam rejiminin zikzaklı 1 Mayıs siyasetlerinde sıkışınca kısa süreli açma, çoğunluklu kapatma uygulamalarından deneyimli kaderime razı oldum.
***
Gayrettepe’ye kadar gidecek bir otobüse tıkış tıkış atlayarak inişte hemen Cumhuriyet gazetesi kimlik kartımı çıkardım. Barikatlarla her yönden kapatılmış yollardan görevli polislere kimliğimi göstererek geçiş izni istedim. “Yasak kesinlikle gazeteciler için de geçerli” açıklaması ile yüzleştim. Arka yollardan kavşaktaki ünlü Trump AVM’nin önüne kadar ulaşmam zorunluymuş. Aslında Profilo işçileri direnişinden de ara sokakları bildiğimi sanıyordum. Kazın ayağı öyle değilmiş.
Gençlerin bir biçimde en küçük ara sokaklardan bile hızla toparlanıp bir yerlerden fırlayabileceklerine yönelik öylesine ağır uyarılar yapılmış olmalı ki daracık, kargacık burgacık her sokağın her yanı barikatlar ile görevli polis kalabalıklarına teslim edilmişti. Oraya koştur, buraya koştur, çıkış yollarını sorgula, ulaşmam saatlerimi aldı.
Gazeteye benzer zorluklara ulaşabilmiş sınırlı sayıda, elbette şanslarına evleri yakınlarda olanlar, yoğun haberleri toparlamanın yükünü üzerlerine almışlardı. Şehrin çoklu yolları, semtleri İstanbul kapalı cezaevine dönüştürülmüştü. Bu uygulamanın gece yarısına kadar devam etmesine tanıklık ettik.
Sizce paranoyayı yaşatanlar mutlu olmuşlar mıdır? Yoksa Pirus zaferi yaşamış olabilirler mi? Son karar halkımızın çoğunluğunun olacak.