Erdoğan’a tek adamlık yolunu açan 16 Nisan 2017 Referandumunda “oy hırsızlığı” yapıldığını öne süren K.D. adlı bir yurttaş sosyal medya hesabı üzerinden bir mesaj atıyor:

“Al, seçim senin olsun iblis.”

Bu mesaj üzerine söz konusu kişi hakkında savcılık “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla dava açıyor.

25 Şubat 2020’de yapılan duruşmada mahkeme sanığın “iblis” sözüyle hakaret suçunu işlediğine karar verir.

Ancak sanığı savcının istediği “cumhurbaşkanına hakaret” maddesinden cezalandırmayan yargıç, bunun yerine sanığa TCK’nın 125. Maddesindeki normal kişilere uygulanan “hakaret” suçundan beş ay hapis cezası verir.

“Sanık, katılanın parti başkanı olarak seçime hile karıştırdığını düşünerek (doğru ya da yanlış mahkemeyi ilgilendirmez) ‘iblis’ demiştir. Katılanın Cumhurbaşkanlığı ya da yürütmenin başı olarak yaptığı icraatlarından dolayı değil, siyasi bir kişilik olarak, parti başkanı sıfatıyla yapmış olduğunu düşündüğü haksız eylemlerinden dolayı hakaret etmiştir…” (Mahkeme “Hakaret Cumhurbaşkanı’na değil AKP Genel Başkanı Erdoğan’a” dedi / Alican Uludağ/ 9 Mart 2020 / Cumhuriyet Gazetesi)

Bu karara kadar uzun süre bir “yer değiştirme” oyunu oynadı Erdoğan.

Bir parti başkanı olarak muhalefete en ağır hakaretleri, bir cumhurbaşkanının söylememesi gereken sözleri sarf etti.

Muhalefet de Erdoğan’a bir parti başkanına verilmesi gereken yanıtı verdi.

Ancak hemen Erdoğan Cumhurbaşkanı şapkasını giyerek, muhaliflerine “cumhurbaşkanına hakaret”ten dava açtırdı; çoğunu da mahkum ettirdi.

Sonunda, Saray’a bağlı yargının bir mahkemesinde kıdemli bir hakim çıktı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile AKP Genel Başkanı Erdoğan’ı ustalıkla ayırt etti .

Ama gelin görün ki Türkiye’nin ana muhalefet partisi CHP’nin sözcüleri AKP Genel Başkanı Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bir türlü ayırt etmeyi beceremiyor.

Saray iktidarının ülke insanlarına anlatacağı bir hikaye, vereceği bir umut, vaat edeceği bir gelecek kalmadı.

Ekonomide, eğitimde, sağlıkta resmen duvara tosladıkları çıplak gözle görülür hale geldi.

Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da AKP-MHP bloğunun oyları düştü. Saray’a en yakın kamuoyu araştırma şirketleri bile gelecekteki seçimde Erdoğan’ın yüzde 50 artı 1 oy alarak tekrar cumhurbaşkanı seçileceğini ön görmüyor.

Bu tablo üzerine Saray, ülke içersinde anlatamadığı hikayeyi, veremediği umudu, vaat edemediği geleceği sınırların ötesinde aramaya başladı.

Batırdığı ekonomi, kontrol edemediği pandeminin ülke insanlarında açtığı derin yaraları gözlerden kaçırmak için halkın milliyetçi-mukaddesatçı duygularını; Suriye’de, Libya’da aranan maceralarla, Akdeniz’de yaratılan gerilimle, Azerbaycan-Ermenistan savaşına balıklama dalarak kışkırtıp içerdeki seçmenini konsolide etmeyi hedefliyor.

Sadece bununla da kalmıyor, sınır ötesindeki bütün operasyonlarında HDP dışındaki muhalefeti arkasında hizalandırarak etkisizleştiriyor.

İşte bu nedenlerle de AKP-MHP bloğu oy kaybederken muhalefetin oyları beklenen düzeyde artmıyor, kararsızların yüzdesi arttıkça artıyor.

Erdoğan’ın Macron üzerinden önce Fransa’ya, giderek tüm Avrupa değerlerine karşı başlattığı yeni savaş aslında ülke içersindeki kutuplaşmayı arttırmaya, seçmenini konsolide etmeye, muhalefeti de arkasında hizalandırmaya dönük.

Apaçık görünüyor ki Erdoğan neredeyse tüm Avrupa’ya karşı bu savaşı Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak değil, AKP Genel Başkanı olarak açtı.

Ancak başta ana muhalefet partisi CHP’nin sözcüleri olmak üzere HDP’nin dışındaki muhalefet de Erdoğan’ın kendi iktidarının bekası için açtığı bu savaşta yine Erdoğan’ın arkasına hizalandı.

Örneğin CHP’nin atak politikacılarından Grup Başkan Vekili Engin Altay bile Saray’ın bu oltasına geldi.

TBMM’de düzenlediği basın toplantısında şöyle diyordu Altay:

“Öncelikle biz Türkiye’yiz. İçeride tartışmalarımız olur ama dışarıya döndüğümüz zaman 83 milyonu bir olarak görürüz. Hiç kimse ve hiçbir ülke, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’na hakaret edemez, ayar veremez; verdirmeyiz.”

Neredeyse bir Fransız mizah dergisine “Erdoğan’a hakaret etti” diye diplomatik nota verecek ana muhalefet partisinin sözcüsü.

CHP Grup Başkan Vekili Altay, Fransa’yla yaşanan son gerilimin iç politikaya dönük olduğunu unutup “dışarıya döndüğümüz zaman” diyerek Erdoğan’ın hizasına geçiyor.

Oysa Erdoğan’ın döndüğü bir dışarısı falan yok, Erdoğan tümüyle içeriye, iktidarının bekasına dönmüş durumda.

Önceki gün Fransız markalarına boykot çağrısı yaparken gerçek olmayan bir argümanı kullanıyordu Erdoğan:

“Nasıl Fransa’da Türk markalı mal satın alınmayın diyorsa buradan milletime sesleniyorum, sakın Fransız mallarını almayın.”

Bir kere Fransa’da yapılmış bir boykot çağrısı yok Türk mallarına karşı. Ancak her zaman yaptığı gibi Erdoğan yanıltıcı bir argümana sarılarak muhalefet dahil herkesi yanlış bir yola sevkediyor.

Ne yazık ki bu çağrının sonrasında basın toplantısı yapan CHP Sözcüsü Faik Öztrak da herkesin “aldattığı” Erdoğan tarafından aldatılıyor:

“Eğer karşı taraf böyle bir boykotu uyguluyorsa Türkiye’nin de buna cevap vermesi kaçınılmazdır.”

Takdir etmek gerekir ki İYİ Parti Lideri Meral Akşener, Erdoğan’ın dış politikaya dönükmüş gibi gösterdiği, aslında iç politikaya dönük yaptığı çıkışı doğru teşhis ediyor:

“Saygısız ve düşmanca bir dil ile söylenen yalanlar, vatandaşları oyalamanın en popüler yolu. Biz bunu, ülkemizden de iyi biliyoruz, Batı’dan da iyi biliyoruz. Milli çıkarlardan önce, kendi şahsi çıkarları üzerinden siyaset yapanları, ülkemizde de görüyoruz, Batı’da da görüyoruz.”

Fransız mallarını boykot konusunda da Erdoğan’ın oltasına gelmiyor Akşener:

“Ağız dalaşına girmek, güçsüzlerin, acizlerin başvurduğu bir yoldur. Güçlü olan, ağız dalaşına girmez. Güçlü olan, ‘Ey Fransa, ey Amerika, ey İsrail’ deyip, perde arkasında al gülüm, ver gülüm yapmaz. Güçlü olan, vatandaşını boykota çağırıp kendi işini milletine yıkmaz.”

Belki de muhalefetin büyük bölümünün yapamadığını Akşener gerçekleştiriyor ve Erdoğan’ın oyununu teşhir ediyor:

“Türk dış politikasını egona meze yapmaktan artık vazgeç.”

Muhalefetin öncelikle bir karar vermesi gerekiyor; Suriye’den Libya’ya, Azerbaycan –Ermenistan sınırından Doğu Akdeniz’e, Fransa’dan tüm Avrupa’ya doğru Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak mı yoksa AKP Genel Başkanı olarak mı at koşturuyor?

Muhalefet bu soruya gerçekçi bir yanıt verince AKP-MHP bloğunun oy kaybetmesine rağmen kendi oyunun artmaması sorununu da çözecektir.

Bu soruya da gerçekçi bir yanıt vermek zor değil.

T.C. Cumhurbaşkanı “dış politikayı egosuna meze” yapmayacağına göre, olsa olsa “dış politikayı egosuna meze yapan” ancak AKP Genel Başkanı’dır.