Sınır aşan sular ve ortak su havzalarının paylaşımı Ortadoğu’daki çatışmaları tetikleyen faktörlerin başında geliyor. Suların kullanımı, korunması ve geliştirilmesine yönelik ortak mekanizmaların kurulması halinde suyun çatışmaları tetikleyen faktör olmaktan çıkıp bölgenin siyasi sorunlarının çözümünü de kolaylaştıran ‘barış katalizörü’ olması mümkün. Bu bakış açısıyla 2009’dan beri Mavi Barış adlı proje üzerinde çalışan Strategic Foresight Group (SFG), 18-19 Mart’ta Ürdün Prensi Hasan’ın başkanlığını yaptığı WANA Institute’ün ev sahipliğinde Amman’da tehlike altındaki sular üzerine iki günlük konferans düzenledi. Uzmanlar ve yetkililerin katıldığı konferansta sorunun taraflarından Suriye ve İsrail temsil edilmedi. Bu en önemli eksiklikti.
SU İÇİN SAVAŞ, SAVAŞTA KOZ OLARAK SU
Laf sudan açılınca herkes kendi zaviyesinden komşusuna yükleniyor. Ürdünlüler, Ürdün Nehri’ni kirletip suyunu çalan İsrail’den mustarip. Yermuk nehrinin sorumsuz kullanımı nedeniyle de Suriye’ye kızgınlar. Iraklılar Dicle’nin debisinin düşmesinden dolayı Türkiye’yi, yine Fırat’ın sularının azılmasından dolayı hem Türkiye hem Suriye’yi topa tutuyor.
“Türkiye suyumuzu kesiyor” diye sızlanan Suriye’yi dinleme şansımız olmadı. Hem iç savaş hem de Şam yönetimine yönelik diplomatik tecrit Suriye’nin bu tür konferanslara katılımını engelliyor. İşgal altındaki Golan Tepeleri’nde su kaynaklarını zapt eden, Ürdün Nehri’ni tepe tepe kullanan, Gazze Şeridi’nin yer altı sularını tüketen ve Batı Şeria’nın kaynaklarını istismar eden İsrail bu tür toplantılardan uzak duruyor. İsrailliler katıldıklarında da ziyadesiyle hazırlıklı geliyor ve İsrail çıkarları için manipülasyonun alasını yapıyor. Keşke bölge ülkeleri de İsrailliler kadar verilere hakim olabilseler.
Konferansta uzmanların tebliğleri ve SFG’nin sunduğu ‘Su ve Şiddet’ ile ‘Su-Güvensiz: Ortadoğu’da Hayatta Kalma Krizi’ raporları gri bir tablo ortaya koydu. Özetle şimdiye kadar devletler arası gerilimler ve çatışmaların altında su varken son yıllarda bu soruna bir boyut daha eklendi: IŞİD gibi devlet dışı aktörler suyu silah olarak kullanıyor.
Su krizine dair bugüne gelmeden dünü dair birkaç örnek aktarayım:
* 1960’larda İsrail, Suriye’nin Ürdün Nehri üzerinde inşa ettiği su kanallarını bombaladı.
* 1970’lerde Irak, Fırat’ın suyunu kesiyor diye Suriye’nin Tabka Barajı’nı uçurma tehditleri savuruyordu.
* Türkiye öteden beri GAP nedeniyle Suriye ve Irak’tan şikâyet alıyor. Şimdilerde Ilısu baraj projesi yüzünden Türkiye topa tutuluyor.
* Amerikan güçleri 2003’te Irak’ın su altyapısını mahvetti. Sadece Bağdat’ın su şebekesinin yüzde 40’ı yok edildi.
SU, IŞİD’İN EN ETKİLİ SİLAHI
Mevcut durumla ilgili tablo ise şöyle:
* Irak ve Suriye’de su kanallarının kesilmesi, suların siyasi amaçlarla yönlendirilmesi, kaynakların kirlenmesi, elektrik kesintilerine bağlı olarak arıtma ve pompalama tesislerinin çalışmaması gibi onlarca sorun milyonları etkiliyor, göçlere yol açıyor.
* 2011’den beri Suriye’de hem hükümet hem muhaliflerin saldırılarıyla su altyapısı önemli ölçüde zarar gördü. Mesela Mayıs 2014’te Halep’in yarısı susuz kaldı. Altyapının çökertilmesine ilaveten Suriye genelinde su arıtma tesislerinin yüzde 35’i devre dışı kaldı. IŞİD’in kısmen kontrol ettiği Deyr el Zor’da şebeke suyunun yüzde 90’ı çalışmıyor. IŞİD’in merkez haline getirdiği Rakka’da da benzer sorunlar yaşanıyor.
* IŞİD şiddet kadar su ve elektriği halklara karşı boğun eğdirme aracı olarak kullanıyor. Suriye’de Takba ve Tişrin barajı ile Irak’ta Samarra ve (bir süreliğine) Musul barajını ele geçiren IŞİD vanaları kapatarak ya da kapakları açıp baskınlara yol açarak suyu silaha dönüştürdü. Halihazırda Irak’ta 4 barajı kontrol eden örgüt, itaat eden yerleşim birimlerini suyla ödüllendirirken boğun eğmeyen bölgelerin suyunu keserek cezalandırıyor. Ayrıca IŞİD, Suriye ve Irak’ta su arıtma tesislerinden ele geçirdiği klor gazını hükümet güçlerine karşı silah olarak kullanıyor.
* IŞİD’in Suriye’de Tabka barajındaki sorumsuz tasarruflarına bağlı olarak 2014’te Esad Gölü’nün su seviyesi ciddi şekilde düşünce Rakka ve Halep civarında 5 milyon insan bundan etkilendi. Örgüt su seviyesinin düşüşünden Türkiye’yi sorumlu tutunca Türk Dışişleri Fırat’ın suyunu kesmediklerini açıklamak zorunda kaldı. Barajda çalışanlar ise IŞİD’den önce su seviyesinin istikrarlı olduğunu kaydetti.
* IŞİD, 2014’te Irak’ta güneydeki Şii kentlerini susuz bırakmak için Nuaimiye barajının kapaklarını kapattı. Kerbela, Necef, Babil gibi Şii bölgeler susuz kalırken yukarıda Ebu Greyb civarı sular altında kaldı. Bu durum 12 bin aileyi evsiz bıraktı.
* IŞİD suyla cezalandırma taktiğini Felluce barajlarını kullanarak da yaptı.
* IŞİD’in su oyunlarıyla Diyala vilayetine bağlı Mikdadiye ve Saadiye’de 22 köy sular altında kaldı.
* Yine IŞİD, Kürdistan bölgesinde Hıristiyan ve Şiilerin yaşadığı Karakuş’un Dicle’den gelen suyunu kesti.
* IŞİD Talkhaneim’den çekilirken su deposunun elektriklerini kesip 3500 dolar fidye istedi.
* Ekim 2014’te Irak güçlerinin ilerleyişini durdurmak için Şirvan’da suyun yönünü değiştirerek 9 köyü sular altında bıraktı.
* Ekim 2014’te Diyala’ya bağlı Balad Ruz’da Şiileri susuz bırakmak için Sudur Barajı’ndan giden hattı kesti.
Suyun silah olarak kullanıldığına dair örnekleri bu şekilde uzatmak mümkün.
40 MİLYON İÇİN SU GÜVENLİĞİ YOK
Su için savaş ve suyun savaş aracına dönüştürülmesine dair ortaya çıkan tablonun yanı sıra insanların suya erişimi, temiz su, tuzlanma ve kuraklık gibi bir dizi konuda ortaya çıkan tablo hayli karamsar. SFG’nin yaptığı araştırmaya göre Irak, Ürdün, Lübnan, Suriye ve Türkiye’nin dahil olduğu bölgede toplam 140 milyon nüfusun 40 milyonu için su güvenliğinden bahsetmek mümkün değil. Bu ciddi bir rakam.
Buna karşın suyun etkili kullanımı, kirlenme ve istismarının önlenmesi konusunda taraflar işbirliğinden kaçıyor. İşbirliği yerine herkes karşı tarafı suçlamayı tercih ediyor. Ortak bir su yönetiminden herkes kaçıyor çünkü işbirliği kimin ne kadar sorumlu olduğunu ortaya çıkaracak ve herkes kendi hesabına elini taşın altına koymak zorunda kalacak. İşgalci durumundaki İsrail’in yol açtığı sorunların çözümü bir noktadan sonra Ortadoğu barışına bağlı. Suriye, Irak ve Türkiye arasında ortak mekanizmaların kurulması ise siyasi iradeye bağlı. Ortak mekanizmayla ilgili tartışmalardan çıkardığım sonuç ise şu:
Temel sorun veri yokluğu. Bir kere debi, kirlilik oranı ve kayıplar dahil su kaynaklarının durumuna dair güvenilir veri gerekiyor. Kimse ötekinin verisine güvenmiyor. Taraflar gerçek verileri birbirinden gizliyor. Karşılıklı suçlamalar manipülatif veriler üzerinden yapılıyor.
Bu kör dövüşünü önlemek ve işbirliğinin önünü açmak için önce ortak veri çalışması gerekiyor.
Ortak veriler suyun azılmasında kuraklık, barajlar ve aşırı ya da yanlış kullanımın ne ölçüde sorumlu olduğunu ortaya koyacak. Şeffaf veri tabanı her ülkeye kendi ev ödevlerini sıralayacak. Etkili sulama tekniklerini geliştirmeyip su kaynaklarını israf eden taraflar suyun başını tutan tarafları gereksiz yere suçlayamayacak.
Türkiye’nin suyu silah olarak kullanmadığını vurgulayan Türk delegasyonu özellikle Irak’a sınırın iki tarafına veri istasyonu kurmayı teklif ettiklerini hatırlattı. Verilen bilgiye göre Irak’taki istasyonun masraflarını da Türkiye üstlenmeye hazır. Türkiye’nin tercihi meseleyi uluslararasılaştırmadan yani üçüncü aktörlerin işe karıştırmasına izin vermeden ikili çalışmalarla bir mekanizma tesis etmek. Ötekiler uluslararası baskı mekanizmalarından yana.
Tabi ikili işbirliğini tesis etmek için IŞİD gibi devlet dışı örgütlerin su kaynakları üzerindeki hakimiyetini bitirmek ve taraflar arasındaki siyasi husumetleri aşmak gerekiyor. Suriye’de 2011’de isyanı tetikleyen faktörlerden biri birkaç yıldır yaşanan kuraklıktı. Bu konuya konuşmacılardan ikisi parmak bastı. Eğer işbirliği mekanizmaları geliştirilmezse bugün iç savaşlara zemin hazırlayan susuzluğun bölgesel savaşlara tetiklemesi mümkün. (Radikal)