Merak edilmesi gereken soru, SP lideri Kurtulmuş’un uzun ve anlamlı toplantılarda yapılan bütün analizleri, tüm yaklaşımları ve geliştirilen yeni dilin bütün dayanaklarını 2009 yerel seçiminde kullanarak ulaştığı başarı düzeyine rağmen neden bu üslubu önce seyrelttiği, şimdilerde ise tamamen terk ettiği olmalıdır. SP içindeki gerilim ve çatışmanın ideolojik olmadığını değerlendirirken bu analize temel oluşturan yegane veri, Asiltürk-Kazan organizasyonunun, Erbakan soyadının parti içindeki siyasi varlığının devam etmeme ihtimali belirdiğinde baba Erbakan’ı da sahaya sürmeyi başararak açtığı isyan bayrağının hiçbir fikri-ideolojik değer taşımaması ve temsil etmemesi değildir.
O taraftaki son derece kişisel, bencil ve makam-mevki tutkusuyla kabarmış isyan ruhuna ilaveten, bu tarafta da Kurtulmuş’un yine fikri-ideolojik hiçbir değer ve anlam taşımayan direnişini görüyorsak SP içindeki gerilim, çatışma ve ayrışmanın toplumsal beklentiye yarayacak hiçbir sonuç doğurmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bu yargı, aynı zamanda Kurtulmuş ve arkadaşlarının, kendilerine yönelik anlamsız, bâtıl ve nefsani isyan ve huruc hareketine karşı neden cesaretle meydan okumayıp ne pahasına olursa olsun kongreye gitmediği, hatta adına ne denirse densin açıkça kongre yapmaktan kaçtığını da izah edebilir.
Yapılacak değerlendirmelerde isabet ihtimalini yükseltecek dengeyi bulabilmek için, Asiltürk-Kazan organizasyonundaki anlamsız, bâtıl ve nefsani güdüleri görürken, aynı zamanda Kurtulmuş ve arkadaşlarındaki farklılık iddiasının da artık anlam ve değerinden çok şey kaybettiğini görebilmek gerekir.
2009 yerel seçimlerinde özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi için yapılan siyasi rekabette SP’nin tek farklılığı ve özelliği, yoksulların ve sokağın talebini, beklentisini ve umudunu siyasi dil, üslup ve söyleme dönüştürmüş olmasıydı. İktidar gücünün ürettiği muhafazakar kapitalizme ve otokratik hegemonyaya karşı SP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayından (Mehmet Bekaroğlu) yükselen adalet ve özgürlük çığlığının ne denli sarsıcı ve etkileyici olduğunu, umutları kabarttığını ve o günden beridir SP lideri Kurtulmuş’un tekrarladığı gibi “SP’nin iktidar alternatifi olması”nı sağlayan siyasi etkiye taşıdığını çıplak gözle izleyebildik.
Aslına bakılırsa Asiltürk-Kazan organizasyonu, daha o günlerde bu yeni dile karşı mesafeli ve tepkiliydiler. SP’nin pek çok adayı (Kurtulmuş’un en güvendikleri bile), seçim kampanyası sırasında bu yeni dilin iktidar partisine gönül vermiş kesimlerde tepkiye yol açtığını, dolayısıyla bu dili kullanmaktan vazgeçmek gerektiğini açıkça dile getiriyordu. Şu halde SP içindeki muhafazakar ve sağcı damarın kökleri sanıldığı kadar cılız değildir ve Kurtulmuş’un yenilik anlamı yükleyerek partiye kazandırdığı “yenilik” de, esas itibariyle, mevcut eski kimliğe ve dile aidiyeti tescilli sözde yeni siyasi personelce temsil edilmektedir.
Kurtulmuş’un siyasi rüşdünü ispat etmesini sağlayan 2009 seçimlerindeki yeni dil, üslup ve söylemin neden o günden beridir seyreltildiği, neden bu yeni üslubu zenginleştirecek ve geliştirecek hiçbir isme ne parti yönetiminde, ne de parti dışından entelektüel destek programlarında yer verilmediği gerçekten cevabı merak edilmesi gereken kritik sorudur.
2010 olağanüstü kongresinde parti yönetiminin oluşma biçimi de 2009 üslubunun tamamen terk edildiğinin kanıtı olmaktan başka bir okuma biçimine izin veriyor mu?
Anlamsız, bâtıl ve nefsani Asiltürk-Kazan isyanına itiraz eden Kurtulmuş ve arkadaşları, bu isyanın muhafazakar ve sağ dünya görüşünün karşısına, ideolojik farklılığıyla temayüz eden başka bir fikir ve dünyagörüşü mü çıkarıyorlar? Böyle bir farklılık var da biz göremiyorsak kendilerinden ideolojik farklılığı ayırt edebileceğimiz ‘söz’ü ve o sözün siyasi personelini görebilmek için nereye bakmamız gerektiğini tavsiye etmelerini bekleyebiliriz. Bu mümkün olamadığı sürece SP içindeki ayrışmada ideolojik herhangi bir yan bulunmadığını, Asiltürk-Kazan organizasyonunun suçlandığı her şeyin aslında Kurtulmuş ve arkadaşları için de pekala kullanışlı olabileceğini düşünmenin önünde hiçbir engel bulunmadığını hatırlatmak durumunda kalacağız.
Eğer SP içindeki gerilim, çatışma ve ayrışmanın ideolojik temeli yoksa ortada siyaseti ilgilendirecek bir tartışma da yok demektir. 2009 seçimlerindeki yeni dile dikkat kesilmiş seçmen algısı, bu umudu yükseltmek yerine kişiselleşmiş bir savaştan galip çıkmaya çalışan bir mücadeleye neden güvensin? Çoluk çocuğunun rızkının derdine düşmüş, emeği sömürülen, özgürlük ve adalet arayışı içindeki milyonlar SP yönetiminin Asiltürk-Kazan organizasyonunun mu, yoksa Kurtulmuş ve arkadaşlarının mı elinde olmasıyla neden ilgilensin?
SP içinde Asiltürk-Kazan entrikasının ardına dizilmiş eski üslubun taraftarları kuşkusuz beyhude 70’lerin dilini yeniden egemen kılmaya çalışıyor. O dilin egemen olması ve eski üslubun sancağının göndere dikilmesiyle ellerine geçecek tek kazanç, halihazırdaki yönetimde uzak tutuldukları makam ve mevkilere kavuşmak olacak. Ortada bir dava ve dünya görüşü mücadelesi bulunduğunu zanneden biçarelerin bu emele alet olmalarını mazur görmek ise Allah’ın insana bahşettiği akla hakaret ve vicdan kabiliyetini tanımamak olur. Hüküm verirken Allah ve Rasulünü hakem kılma ilkesini göz ardı eden ve bu sağlam prensip yerine sevgi duyduğu herhangi bir şahsiyeti eksene oturtan hiçbir cehalet mazur görülemez, anlayışla karşılanamaz.
Fakat Asiltürk-Kazan organizasyonunun binbir entrika, gayri ahlaki yöntem ve hatta Talibanizme özgü yıldırma usulleriyle partiyi ele geçirme çabasına direnen Kurtulmuş ve taraftarları da, eski üslubun yöntemlerini kullandıkça ve iktidar hedefine odaklı hırsla iktidar partisinin amaçlarına benzerliği arttırdıkça beyhude siyasi farklılığından söz etmeyi sürdürmeye uğraşıyor. Farklılık, seçmen algısına dönük halkla ilişkiler faaliyetiyle başarılabilecek bir şey değildir ve küçümsenen o algı, gerçek ile sahteyi keskin biçimde ayırabilen ilginç bir yeteneğe sahiptir. İşte o yetenek sayesindedir ki 2009’da yüzde 5.5 düzeyi ile gösterdiği başlangıç seviyesindeki ilgiyi bir ara 6-7’lere çıkarmış, ama farklılığın zahiren, görünüşte olduğunu ve gerçek olmadığını hissettiğinde alakasını yeniden yüzde 2’ye düşürmüştür.
Seçmen çoğunluğunun Milli Görüş kaynaklı yenilikçi siyasi kişiliklere güvenmeyi sürdürdüğünün kanıtı, Başbakan Erdoğan’ın istikrarlı biçimde elinde tuttuğu siyasi destek oranıdır. Erdoğan, liberal aydınlanmacıların sandığının ve propaganda ettiğinin aksine, tarihsel siyasi kimliğine yakınlaştıkça siyasi desteğini arttırmakta, o kimlikten uzaklaştıkça desteği azalmaktadır. Kendi kimliğine en uzak mesafede olduğu 2005 sonu, 2006 başında iktidar partisinin oylarının en düşük seviyesiydi. Fakat cumhurbaşkanlığı krizi patlak verdikten itibaren kendi kimliğine dayanarak tepki vermeye başladığında AK Parti kurulduğu günden beri ilk kez en yüksek seviyesine ulaştı. Seçmen algısı Erdoğan’da, egemen güçlere karşı mücadele eden, adaleti sağlamaya uğraşan, fakir fukaranın mutlu olması için çabalayan, zengin azınlığa karşı yoksul çoğunluğun hislerine yakın olan bir kahraman gördüğü müddetçe de bu siyasi desteğin azalmayacağını söylemek kehanet olmayacaktır.
Buna karşılık aynı seçmen hassasiyetinin ayrımı dikkatlice yaparak, Milli Görüş kaynaklı siyasi isimler olsalar da 70’lerin dili ve üslubunda kalakalanlara hiçbir şekilde itibar etmediği, mesela bugünkü Asiltürk-Kazan organizasyonunun sunduğu profili görecek gözü bile olmadığı hem seçim sonuçlarıyla, hem de muhtelif konulardaki kamuoyu araştırmalarıyla sabittir.
Kurtulmuş ve arkadaşlarının, ne SP içinde ideolojik yanı bulunmayan bir gerilimin tarafı olarak, ne de zahiren Erdoğan’ın elindeki adalet ve özgürlük bayrağına gerçekten, inanarak ve dava bilinciyle sahip çıkmayarak mağdur ve mazlumların kahramanına dönüşmesine imkan ve ihtimal var mıdır?