Basın ve TV kanalları İsrail’e ateş püskürüyor. Gelişmeler içinde en sert olan neyse; etkili yetkili kişilerin İsrail’e karşı söylediği en ağır sözleri büyütüp öne çıkarıyorlar.
Benzer bir durum, Türkiye’de iktidar ve muhalefet sözcüleri için de geçerli. Mikrofonu gören açıyor ağzını yumuyor gözünü. “Ben herkesten sert konuşursam, halkın hoşuna gider” diye düşünülüyor olmalı.
Önceki gün Başbakan Erdoğan’ın AKP Meclis Grubu’nda yaptığı konuşma da aynı; “en sertinden konuşma” konseptinde hazırlanmıştı. Basın da bu “sertlik gösterisi” muhtevasındaki konuşmanın“Kimse sabrımızı test etmesin”, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “Dostluğumuz ne kadar kıymetliyse düşmanlığımız da o kadar şiddetlidir!”gibi en vurgulu yanların öne çıkardı.
Bu konuşma için yorumlar da iki farklı biçimdeydi; iktidara yakın basına göre, “Başbakanın bir savaş ilan etmediği kalmış”tı!
Konuşmaya daha gerçekçi bir çizgiden yorumlayanlar ise o sertlik altında gerçekte İsrail’e zarar verecek adım atılacağına dair hiçbir mesaj görülmediğinden kalkarak; “lafta sert” ama “gerçekte bir karşılığı yok” biçiminde değerlendirdiler. Bizin dünkü manşetimizde bu yaklaşımdan kurularak; “Laf çok icraat yok!” biçimindeydi.
Kuşkusuz Türkiye gibi askeri, ekonomik, diplomatik, nüfus vb. bakımdan bölgenin en güçlü ülkesinin İsrail’e karşı elinde kullanabileceği sayısız kozlar vardır. Ancak; bu kozlar masa başında vardır. Gerçekte ise; bu kozların kullanılıp kullanılamayacağı önemlidir. Ve Türkiye’nin hükümetleri, bu kozları bugünü kadar, çok da gerekli olduğu pek çok durum oluşmasına karşın kullanmamışlar, hatta kullanamamışlardır.
Çünkü koşullarla birlikte düşünüldüğünde, ne İsrail göründüğü kadar küçüktür (Çünkü İsrail demek önemli ölçüde ABD demektir) ne de Türkiye göründüğü kadar “güçlü” ve elindeki kozları kullanacak kadar bağımsız siyasetler geliştirebilecek bir ülkedir!
Türkiye’yi güçten düşüren iki başlıca neden vardır. Bunlardan birincisi; Türkiye’nin ABD’nin Ortadoğu stratejisine uyumu esas alan bir politik çizgi izlemesidir. Bu durum, Türkiye’nin İsrail’in çıkarlarını da gözetmesini ön koşul olarak görmektedir. Hatta bu ABD ile işbirliğini de vazgeçilmez koşul olarak dayatmaktadır. Bu yüzden de ABD’yi karşıya almayan bir Türkiye’nin İsrail’e karşı kayda değer yaptırımlar uygulaması olanaksızdır.
Diğer soruna gelince, bunu herkes biliyor; Kürt sorununun çözülmemiş olmasıdır! Dahası Türkiye, özellikle 2007’den beri, Kürt sorununun çözümünü ABD’nin Ortadoğu’daki amaçlarına bağlamıştır. Hele “Açılımla” başlayan ve kendi Kürtlerini muhatap alıp, sorunu demokratik bir biçimde çözmek yerine, çözümü Irak-Türkiye-ABD üçlü görüşmelerine ve ABD’nin Kandil’e yönelik yaptırımlarla PKK’yi teslim alıp dağıtmasına bağlanmış “Kürt sorunu çözümü” kaldığı sürece Türkiye’nin ABD’nin hoşuna gitmeyecek biçimde İsrail’e hesaplaşmaya girişmesi beklenmez. Bu yüzden de Erdoğan’ın yüksek perdeden atıp tutması sadece kamuoyuna yönelik bir ajitasyondur; günü kurtaracak içerikle çelişen sert üslubun nedeni de budur!
Kısacası hükümetin yaptığı, eli kolu bağlı adamın karşısındakine sövüp sayması gibi, bir feryattır sadece!
Onun içindir ki; onca yüksekten atıp tutmadan sonra, dün öğleden sonradan itibaren, Dışişleri Bakanı, “monşer dili”nden (Başbakan kendi kaba girişimlerini eleştiren diplomatları “monşerler” diye aşağılamıştı) konuşmaya başlamıştır. Öyle ki, İsrail’i kınamayan tek ülke olan ABD’nin tutumunu bile “memnuniyet verici” olarak göstermiştir. Üstelik “ABD, İsrail’i kınadı” diyen gazetecilere, “ABD’nin İsrail’i kınamasının kanıtı” olarak, ABD’nin BM’nin “kınama” kararının altına imza atmasını göstermiştir!
Olayın sıcaklığı azaldıkça da; AKP Hükümeti’nin aslında sadece gürültü yaptığı, gerçekte ise ABD’nin çizdiği sınırlar içinde kalmaya özen göstereceğini daha açıkça göreceğiz.
Kaldı ki daha şimdiden hükümet, çıtayı Gazze’ye ambargonun kaldırılmasına kadar indirmiş; “Eğer İsrail ambargoyu kaldırırsa İsrail-Türkiye ilişkilerinin normalleşeceği”ni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu aracılığıyla ilan etmiştir.
Evrensel