“Tam Gün Yasası” olarak bilinen, ama gerçekte “performansa göre ücretlendirme” ve şu anda Meclis’te olan “Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı”nın yasalaşmasıyla sağlığın tümüyle ticarileştirilmesine zemin oluşturan yasanın, Anayasa Mahkemesi tarafından iptaliyle “Sağlıkta Dönüşüm Programı” da yeniden tartışmaya açılmış oldu.
Hükümet ve Sağlık Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararını, kararın yaratacağı boşluklardan da yararlanarak hekimlere baskı yapmanın, bu baskıyı da “halkın çıkarı” için yaptığı biçiminde göstermenin bir vesilesi olarak kullanacaktır. Daha ilk açıklamalarda sağlık bakanının hekimlere iptal edilememiş yasa maddesine dayanarak tehditler savurmaya başlamasıyla, aynı zamanda boşluklardan bakanlığın sağlığı ticarileştirme girişimleri doğrultusunda yararlanmaya çalışacağı şimdiden görülmektedir.
Başbakan ve sağlık bakanının söylediklerinden anlaşılmaktadır ki; hükümet, Anayasa Mahkemesi’nin yasayı “kısmen iptali”ni başlıca iki yanlı olarak kullanacaktır:
1-) Sanki hükümet hekimleri tam gün çalıştırarak, onların tüm bilgi ve enerjisini halkın sağlık ihtiyacının daha iyi karşılanması için kullanmak istiyor da TTB ve “Tam Gün Yasası”nın bu haline karşı çıkanlar, hükümetin bu halkçı girişimini engellemek, hekimlerin hem devletten maaş alıp hem de özelde çalışmasını savunuyormuş gibi gösterecektir.
2-) “Bakın, işte biz Anayasa Mahkemesi’ni böyle halkı düşünmeyen kararlar verir durumdan çıkarmak için yapısını değiştirmek istiyoruz” gerekçesini öne çıkaran hükümet, “Halktan yana kararlar alacak bir Anayasa Mahkemesi için referandumda ‘evet’ deyin” diyecektir.
Mevcut sağlık sisteminin durumu, hekimlerin bir bölümünün hastalardan, yasadışı ama bakanlığın bilgisi dahilinde “bıçak parası” almaya devam ediyor olması, pek çok hekimin hastaneleri özel muayenehanesinin arka bahçesine dönüştürmesi, sağlık personeli arasındaki ücret eşitsizlikleri ve öteki pek çok hoşnutsuzluklar göz önüne alındığında, hükümetin söyleyeceklerinin halk indinde inandırıcılığının artacağını gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Bu yüzden de “Tam Gün Yasası’na karşıyım”(*) demenin ötesinde, “Sağlıkta Dönüşüm Programı”, “Aile Hekimliği”, “Kamu Hastane Birlikleri Yasası” üstünden, sağlığın ticarileştirilip halk sağlığının tehlikeye atıldığını göstermek önemli olacaktır. Yine bu çerçevede; herkesin ödediği prime göre hizmet alacağı (paran kadar sağlık hizmeti) bir sistem kurulmak istendiğinin, “Tam Gün Yasası”nın da hekimleri bu halk karşıtı sistemin işçileri, hizmetkarları haline getirmek istediğinin, hekim-hasta ilişkisini bir firma-müşteri ilişkisine dönüştürmeyi amaçladığının, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklanması belirleyici olacaktır.
Burada özellikle prim ödeyemeyenler ve az prim ödeyenler (örneğin asgari ücret üstünden prim ödeyenler, yeşil kartlılar…) için bugünkünü mumla aratacak bir ayırımcılık yapılacağını; “Tam Gün Yasası”na karşı çıkılmasının nedeninin de, hekimlerin tam gün hastanelerde çalışmasına karşı çıkmak değil bu ticarileştirilmiş sağlık sisteminin kurulmasına olanak sunduğu için karşı çıkıldığı, çok açık ve anlaşılır biçimde ortaya konmak durumundadır.
Elbette bu sadece TTB’nin, sadece SES ya da öteki sağlık örgütlerinin üstesinden gelebileceği bir mücadele değildir. Tersine, sendikalar ve emek örgütleri, sağlık siteminden parasız, eşit, kaliteli bir hizmet almaktan yararı olan her kişi ve onların kurumları, bunu bir mücadele olarak görüp kendi yerini almak yükümlülüğündedir.
Sağlık sigortası fonlarının yağmalaması ve emekçilerin birikimlerinin sağlık firmalarına aktarılmasının önlenmesinin yolu da buradan geçmektedir.
(*) Elbette hekimler tam gün çalışmalı ve hekimlik ticari bir mal, meta haline gelmemelidir. Kamuda çalışan hekimler için özel muayenehane ve ticari amaçlı tüm öteki hizmetler mümkün olmamalıdır. Tersine, hekimlik mesleğinin gereği olan bir çalışma ortamı ve tıbbın gerektirdiği kalitede bir hekim-hasta ilişkisi kurulması için hastane ortamlarının iyileştirilmesi, hekimlerin ve tüm sağlık personelinin isteğidir. Bildiğimiz kadarıyla TTB de bunu savunmaktadır.
Evrensel