Ortadoğu’daki son savaşın öğrettiği/hatırlattığı bir dizi unsur var:
Çoğunluk hala kategorik düşmanlık-sempatizanlık sarmalında… Çatışan taraflar, “İsrail”-“Filistin” veya “Yahudi”-“Müslüman” diye tanımlanıyor. Oysa İsrail tarafında Likud’a, Filistin tarafında “Hamas”a karşı çıkan insanlar var. Hepsini aynı görme eğilimi, iki taraftaki aşırı unsurlara yarıyor.
Düşünce kalıpları yine kutuplaşmayı besliyor: Anti-semit görünme endişesi, İsrail’in haksız olduğunu düşünenlerin bile dilini bağlıyor. Buna karşılık Hamas saldırısının vahşetini gören birçok Müslüman, “İsrail yanlısı” görünmemek uğruna susmayı tercih ediyor. Bu yaklaşım, iki tarafta radikalleri besliyor. (Bu sarmalı kıran, kendi hükümetini en sert bir dille eleştiren İsrail muhalefeti ve basını oldu.)
Ukrayna ve Filistin örnekleri ele alındığında, özellikle Batı dünyasında çifte standartlar çok net ortaya çıktı: “Ülkesini savunan özgürlük savaşçısı”, “zalim işgalci”,“terörist”, “devlet terörü” gibi kavramların ne kadar kolay yer değiştirebildiğine tanık olduk.
Hiçbir haklı amaç, haksız bir yöntemi mazur gösteremez. “Ama onlar bize neler yaptı” cümlesi, hiçbir vahşeti haklı çıkarmaz. Düşmanına benzeyen düşmanlaşır. Ayrıca “Büyük zafer” sandığınız şey, korkunç bir yenilginin ilk adımı olabilir. Bu, Hamas’ın İsrail baskını için ne kadar geçerliyse, İsrail’in Gazze bombardımanı için de o kadar geçerli…
Netanyahu’ya göre Gazze bombardımanı, Hamas’ın saldırısına cevap; Hamas’a göre yaptıkları baskın, İsrail işgaline cevap. Gerçek şu ki, yaşananların kökü, çok derinde… Bu kırık fay hattında her şiddet, daha güçlü bir şiddet eylemini tetikliyor ve nihai çözümü erteliyor. Barış sağlanana kadar bu tırmanış, kaçınılmaz görünüyor.
“Seninle el sıkışmaya hazır olanları safdışı edersen, senin elini kesmeye hazır olanlarla savaşmak zorunda kalırsın.” Hem Hamas, hem Likud için geçerli bu yargı…
Her zamanki gibi, savaşı başlatmak an meselesi, ama barışı tesis etmek çok zor… Dünyanın, savaşı durdurma yeteneği, diplomasinin hızla devreye girme pratiği zayıflamışa benziyor.
Savaş hukukunun, savaş etiğinin, en basit insani kuralların bile terk edildiği, sivillerin, çocukların, sivil yerleşim birimlerinin doğrudan hedef alındığı bir vahşi savaş izliyoruz.
Yine savaşın ilk kurbanlarından biri gerçek oldu. Yalan haber potansiyelinin, sosyal medya güçlendiği oranda büyüdüğüne tanık olduk. Gazetecilerin hedef alınması da, güvenilir haberin önündeki en büyük engellerden biri haline geldi.
Savaşın ilk kayıplarından birinin vicdan olduğunu gördük: Hamas’ın katlettiği gençlere ağlayanlar, İsrail bombardımanında can veren çocukları görmezden geldi. Ölen Filistinliler için namaz kılanlar, çocukları öldürülen İsrailli ana babaların feryadına kulak tıkadı. Oysa gözyaşının rengi yok ve bizim, herkesin acısına ortak olabilecek kadar gözyaşımız var.