Mehmet Aslan
İstanbul Sanayi Odası (İSO) meclis toplantısında TCMB başkanı Şahap Kavcıoğlu’yla İSO başkanı Erdal Bahçıvan arasında yaşanan polemik inanılmaz ilginç bir arka plana sahip. Tartışmanın kendisi, karşılıklı atışmalar, iş dünyasının belki de ilk kez bu düzeyde ses yükseltmesi vs. önemli ama emin olun bu işin arka planında çok daha tuhaf şeyler dönüyor.
Çıktığından beri KKM’yi (Kur Korumalı Mevduat) yakından takip ediyorum. Adı “faiz” olarak konulmayan, tipik bir faiz aracı ve Cumhurbaşkanı’nın sözünün yere düşmemesi, gönlünün hoşnut tutulması için kurgulanmış gayet pratik bir arka kapı metodu… Başka bir mevzu olmakla beraber ekonomiye ilişkin yazdığım yazılarda Saray’daki ekonomi bürokratlarının, danışmanların, uzmanların hafife alınmaması gerektiğinden bahsetmiştim; çünkü buradaki ekip özellikle spekülatif ekonomi konusunda müthiş uzmanlaştı. Cumhurbaşkanı tarafından alınan kararlar ve yapılan konuşmaların öncesinde, sonrasında çok sayıda spekülatif mevzi oluşturulduğu, konuşmaların yönüne göre çok sayıda pozisyon alındığı anlaşılıyor.
Aynı yaklaşımla “Nas” mevzusunun da asla tesadüf olmadığını, ortalama insanın hassasiyetlerini yedeğine almasına rağmen, asıl misyonunun spekülatif kazanç alanı oluşturan bir araç olduğunu gayet emin bir şeklilde söyleyebilirim. Ancak bu ayrı bir konu. Asıl tartışmak istediğim KKM’nin ta en başından bir tuzak olarak kurgulanma ihtimali…
Şimdi sorumuza geri dönelim; “KKM Tuzak mı?”
İSO meclisinde yaşanan tartışma KKM’nin baştan itibaren bir tuzak olarak kurgulandığı yönündeki şüphelerimin netleşmesini sağladı. Oldukça müsterih bir şekilde, “evet KKM bir tuzak” diyebilirim. Bu soruya “evet” dediğimiz andan itibaren, bazı yanıtları borçlanmış oluruz. Mesela;
“kime tuzak kuruldu?”,
“sisteme dahil olan herkesi mi hedef alındı”,
“en başından itibaren kurgulanmış bu incelikli tuzaktan kimlerin bilgisi vardı?”
“KKM, Türk vatandaşlarının üçüncü ülkelerdeki tasarruf hesaplarına ulaşmayı amaçlıyor mu?”
Yukarıdaki soruların her biri ayrı bir yazı konusu. O nedenle teknik detaylara inmeden kısa yanıtlarla, KKM kurgusu doğru bir zemine oturtulmaya çalışılacaktır.
“Kime tuzak kuruldu?”
- Özellikle yurtiçi ve yurt dışında döviz mevduatı olan şirketler ile yurt dışında mevduatı olan şahıslara tuzak kuruldu.
Nasıl mı?
KKM ilk kurgulandığında, en kısa vade 6 olarak açıklandı. Şahıslar bu vade konusuna tepki göstermezken özellikle şirketler KKM’nin sonuçlarının daha kısa sürede gözlemek istedikleri için 6 aylık vadeye pozitif yaklaşmadılar. Hedeflenen asıl grubun sistemin dışında kalmaması için 6 aylık vade 3 aya indirildi.
KKM’yle ilgili ilk açıklama 20 Aralık 2021’de Erdoğan tarafından yapıldı ve 22 Aralık tarihinde ilk hesaplar açılmaya başlandı; ancak açılan hesapların sahiplerine bakıldığında şirketlerden çok şahısların ilgisini çektiği ve ilk 3 aylık vade sonunda (22 Mart) döviz hesaplarından geçenler ile TL olarak açılan hesapların toplam tutarı 590 milyar TL olarak gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
KKM’nin temel amacı iktidar gemisini yüzdürmekti. Bunun fazlasıyla başarıldığını söyleyebilirim. Bu konuda hem muhalefetin, hem de duygusal reaksiyonlarla analiz yapan ekonomistlerin sistemi doğru analiz edemediğini düşünüyorum.
KKM ülke yararına bir sistem mi?
Bu soruya neden-sonuç ilişkisi kurabilen her insan hayır diyecektir. En temel sorun Hazine’nin topladığı vergilerin, mevduat sahiplerine faiz olarak ödenmesidir. Bu amaçla bir yandan para bankacılık sisteminde tutularak hem döviz talebi, hem de harcamaların kontrol edilmesi amaçlanırken, diğer yandan Hazine’den yapılan transferle piyasaya para arz edilmiş oldu.
İki şeyin karışmaması için bir kez daha açıkça ifade etmek istiyorum:
o KKM kesinlikle ülke ve toplum yararına bir uygulama değil.
o KKM’nin amacı geçici süre için olsa da kuru kontrol altınada tutmak ve iktidara zaman kazandırmak olduğu için bunun başarıldığını söylemek mümkün.
22 Aralık’ta açılan ilk hesapların vade sonuna yaklaşılırken TCMB’den, ekonomi yazarları ve yorumcuların çoğunun dikkatinden kaçan çok önemli bir hamle geldi. Yapılan bu hamleyle hem KKM’ye gelen 590 milyar TL’nin sistemde kalmasını sağlamak, hem de ilk 3 ayda sisteme ilgi göstermeyen şirketlerin ilgisini çekmekti.
Bu amaçla TCMB’nin 15 Şubat 2022’de bankalara gönderdiği uygulama talimatı şöyle diyordu:
1) Dövizini bozdurup KKM’ye geçen şirketler, buradaki TL mevduatlarını teminat gösterip yurt dışından döviz kredisi alabilirler.
2) Yine KKM’deki TL mevduatlarını teminat göstererek nakdi olmayan işlemler yapabilirler.
Nakdi olmayan işlemler arasında öyle bir kalem sayılıyor ki, İSO meclisindeki polemiğin tam olarak arka planını oluşturuyor. Mealen şöyle deniyor; döviz bozdurarak KKM hesabı açtıysan, bu hesaptaki TL miktarını teminat gösterip mal alabilirsin. Yani TCMB’nin bizzat bankalara gönderdiği uygulama talimatı iş dünyasını stok yapmaya yöneltiyor.
TCMB’nin bankalara talimatının arka planında Saray’ın TCMB’ye talimatı olduğu anlaşılıyor. KKM döviz hesabı olan bireyleri hedeflese de öncelikli hedefini doğrudan şirketler oluşturuyordu. 22 Aralık-22Mart arasındaki birinci 3 aylık dönemde KKM kapsamında açılan toplam hesapların %97’sini bireyler oluştururken, şirketlerin oranı sadece % 3 seviyesinde kalmıştı. Şirket katılımlarının istenilen düzeyde gerçekleşmemesi TCMB’nın doğrudan şirketleri sisteme dahil etmeyi amaçlayan uygulama talimatını bankalara göndermesine yol açtı.
TCMB’nin uygulama talimatı, bir anlamda şirketleri döviz bozdurup KKM hesabı açtıysan, bu hesabı teminat olarak kullanıp yurt dışından Dolar, Euro kredi temin edebilirsin ve aynı şekilde hesabını teminat gösterip mal alabilirsin diyordu.
Dolayısıyla Şahap Kavcıoğlu İSO meclisinde iş dünyasını stok yapmak ve döviz pozisyonu almakla suçlarken, aslında bu durumun TCMB’nin talimatından kaynaklı olduğunu biliyordu. Bilmemesi çok çok düşük bir ihtimal ama bilmesine rağmen böyle bir tutum içerisine girmesi, bizzat kendisinin de bu tuzağın aktörlerinden olduğunu gösteriyor.
“sisteme dahil olan herkes mi hedef alındı”,
- Sistemin amacı döviz mevduatlarının TL’ye dönmesi, şirketlerin yurt dışından yabancı para kredi temin etmesi, enflasyonist baskıları yönetebilmek için mal tedariklerine katkı sağlamak, dolaylı olarak da hammadde tedarikini kolaylaştırarak maliyetten kaynaklı fiyat artışlarını belirli ölçüde kontrol etmekti. Bunun haricinde bireylerin hem dövize olan taleplerini azaltmak, hem de TL’ye dönüşen dövizleri TCMB’ye transfer etmekti. Sistemin kapıları, harcamaları kısarak enflasyonu baskılamak amacıyla yeni açılacak TL mevduatlara da açılınca işlerin kontrolü zorlaştı.
Örnek oluşturması açısından 22 Aralık 2021 ile 22 Mart 2022 arasındaki birinci 3 aylık döneme bakalım. Bu dönemdedeki mevduata %27 civarında faiz ödendi. Bilindiği gibi KKM mevduata ödenecek en düşük faizin politika faizine eşit (%14), en yüksek faizin ise politika faizinin 3 puan üzerinde (%17) olacağı açıklanmıştı. Uygulanacak faizin %17 olacağını kabul ettiğimizde, bunun 3 aylığa düşen kısmı %17*(3/12) = % 4,25 olacaktır. Dolayısıyla % 4,25 bankaların ödeyeceği faiz, % 22,75 (%27 – %4,25) ise Hazine’nin ödeyeceği faizi (kur farkı) oluşturmaktadır.
Hazine’nin kur farkı adı altında ödediği faiz Türkiye nüfusunun tamamına enflasyon olarak yansıtıldığı için iktidar bu kısımla ilgilenmiyor. Sonuçta bu uygulamaları idrak edemeyen ve hala iktidara %30 civarında destek sunan kesim iktidarın en güçlü yanını oluşturuyor.
Dolayısıyla mevduat sahibi bireyler birinci üç ayda %27 gibi, yıllığa vurulduğunda %108 gibi bir kazanç elde ederken, bu uygulamanın maliyeti olan enflasyonla nüfusun çok büyük kısmı her geçen gün daha fazla yoksullaştırıyor.
“en başından itibaren kurgulanmış bu incelikli tuzaktan kimlerin bilgisi vardı?”
Bu sorudan kasıt bizzat KKM’nin, asıl amacı olan “tuzaklama” işlevinin bilinip blinmediğidir. Bu sistemin Saray kurgusu olduğunu söylemek mümkün. Fikir oradan mı çıktı, yoksa Londra gibi finans merkezlerinden danışmanlık mı alındı bilmiyorum. Her durumda uygulama Saray’da şekillendi ve doğrudan Erdoğan tarafından duyurusu yapıldı. Nureddin Nebati’nin hem sistem, hem de sistemin tuzaklarından bilgisi olduğu anlaşılıyor. Nitekim Haziran başında yapılan AKP istişare toplantısında KKM’yi anlatırken, “bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor” demişti. Niyetleri ifşa eden bu beyandan sonra kendisine konuşma yasağı getirilmişti. Buradaki asıl önemli soru; TCMB başkanının KKM’nin arka plan kurgusuna tam anlamıyla hakim olup olmadığıdır. Yukarıda, Şahap Kavcıoğlu’nun bu tuzağın aktörlerinden biri olabileceğini belirtmiştim; ancak Nureddin Nebati gibi ortaya koyduğu düşük profil ve perspektif yoksunluğu, süreç hakkında tam bilgi sahibi olmamasına da yol açabilir. Ki bu düşük profil, hem İSO toplantısında, hem de TOBB’daki toplantıda TCMB başkanı vizyonuna sahip üst düzey bürokrattan çok, iktidarın kullanışlı bir aracı gibi davranış sergiledi.
“KKM, Türk vatandaşlarının üçüncü ülkelerdeki tasarruf hesaplarına ulaşmayı amaçlıyor mu?”
KKM’ninvizyonu da, misyonu da bu soruda gizli. Sistem, bir anlamda açığa çıkartma, döviz varlığını tespit etme amacı taşıyan bir dedektör gibi kullanıldı, ki en baştan böyle kurgulanmıştı. Metafor olarak “köstebek vurmaca oyunu” gibi de düşünülebilir. Oyunun mantığı, çok sayıda delikten başlarını yükselten köstebeklerin başlarına tokmakla vurup puan almaya dayanır. Bu mantıkla yurt dışı hesapların kapsamını, hacmini öğrenmek için KKM hesaplara yurt dışındaki kişi ve kuruluşlara açıldı. Bu amaçla yurt dışındaki Türk vatandaşlarına yönelik olan YUVAM hesabının kapsamı genişletildi.
Dövizi bozdurup KKM’ye geçen firmalara, mevduatını teminat olarak kullanıp döviz kredisi kullanma olanağı tanınması farklı amaçlar içeriyor. Öncelikle burada karşılıklı bir kazan kazan durumu olduğunu söylemek lazım. Sistem, iş adamını döviz hesabını KKM’ye çevirdikten sonra bir anlamda o hesabı rehin alıyor. Ancak bu rehin alınma meselesi bir tür Stockholm sendromu. Rehin alınanın, rehin alana duyduğu hayranlık ona yeni kazanç kapıları açılmasıyla doğrudan ilgili.
Sistem, şirketleri döngüsel olarak döviz kredisi sağlamaya teşvik ediyor. Örnek üzerinden bakarsak: Diyelim ki ABC şirketi 100 bin Dolar tutarındaki döviz hesabını TL’ye çevirerek KKM hesabı açtı. Hesabın açıldığı tarihte 1 Dolar = 15 TL olsun. Bu durumda ABC şirketi 1.500.000 TL tuarında KKM hesabı açmış olur. TCMB’nin uygulama talimatı şirketlere, bu hesabınızı teminat olarak kullanıp yurt dışından döviz kredisi alabilirsiniz diyor. İlgili firma KKM hesabını teminat olarak kullanıp yurt dışından 100 bin dolar kredi alır ve bunu KKM’ye çevirirse, hem yüksek faizden yararlanma olanağı bulacak, hem de yeni bir teminat-kredi döngüsüne daha hak kazanacaktır. “Bu döngü ne kadar devam eder?”, “ Bir sınır var mıdır?” diye sorulacak olursa; firmalar adına çalıştıkları bankalar nezdinde tanımlanmış olan nakdi döviz kredisi bakiyeleri kadar, bu döngüyü sürdürmelerinin mümkün olduğu söylenebilir.
KKM yurt dışında mevduatı olan şirket ve şahıslara bir anlamda şunu söylüyor: Döviz, altın, menkul vs. bunları getirip TL’ye çevirerek sisteme dahil edin. 31 Mart 2023’e kadar Varlık Barışı da uzatıldı, dolayısıyla yurt içine yapılan transferleri sorgulamayacak, vergi takibi yapmayacağım. Eğer varlıklarınızı 30 Eylül 2022’ye kadar getirirseniz sizden sadece % 1 vergi alacağım. Buna karşılık Dolar/TL kurundaki artış kadar size faiz sunuyor ve açtığınız hesabı teminat göstererek yurt dışında döviz kredisi temin etmenize olanak sağlıyorum. Durum tam da anlatıldığı gibi parası olanın, sonsuz olanaklar silsilesinden faydalanmasına dayanıyor.
Baştan sorduğum soruyu yeniden hatırlatmak isterim: KKM sistemi başarılı oldu mu?
Şu anda sistemde 1,1 trilyon TL birikmiş durumda. Meseleye tepkisel yaklaşan iktisatçıların söylediği gibi KKM başarısız bir sistem değil. Ben başarısını, hedeflediği şey üzerinden ölçmeyi tercih ediyorum. Hedeflediği şey döviz kurundaki artışların kontrol altına alınması, iktidarın ömrünü uzatması ve ona zaman kazandırmasıydı. Bu açıdan bakınca Saray çevresinin istediğini aldığını söyleyebiliriz. Ülkenin faydası, bireylerin refahı, sistemin yarattığı enflasyon açısından baktığımızda ise sistemin mutlak bir başarısızlık olduğunu söyleyebiliriz. Meseleye tamamen duygusal bir ruh haliyle, tepkisel ve kırılgan bakan çoğu ekonomi yorumcusunun “dolar 20 olacak, 25 olacak, 30 olacak” vs. gibi açıklamalarını çok çocukça bulduğumu söyleyebilirim. AKP doları ve Euro’yu kontrol altına almanın araçlarını kontrolsuzca kullanıyor. Normal bir demokrasi rejimi ve işleyen hukuk mekanizmasında olması asla mümkün olmayan her türlü yöntem kullanılıyor. Ne bürokrasi, ne de hukuk sistemi Saray çevresine yan gözle bakmaya bile cesaret edemiyor.
AKP şu ana kadar ülkenin geleceğini, kaynaklarını, halkın refahını yerle bir ederek kendi gemisini yüzdürmeyi başardı. Bundan sonrası için ne yazık ki bu gemi daha güçlü olarak yüzdürülmeye devam edilecek. Daha güçlü yüzdürme meselesine olanak sağlayacak çok yeni gelişmeler yaşanıyor. Hani çocuğunu Tanrı’ya kurban eden İbrahim’e bir melek tarafından koyun getirilmesi hadisesinde olduğu gibi, AKP’ye de Ukrayna-Rusya savaşı çok önemli 2 cephe açtı:
1) Tahıl koridorunun koordinasyon merkezinin Türkiye’de olması ve yaklaşık 45 milyar Dolar tutarında bir finansal transfer hattı oluşturulmasının sağladığı yeni olanaklar…
2) Türkiye’de kamuoyunun çok takip etmediği ve 100 ülkenin dahil olduğu “Otomatik Bilgi Değişimi” sistemine İsviçre’nin dahil olması.
Öncellikle Otomatik Bilgi Değişimi sisteminin ne olduğuna bakalım. Sistem Ocak 2017 yılında Avrupa ülkelerinin tamamı Amerika, Kanada, Japonya vs. gibi ülkeler dahil 100 ülkenin dahil olduğu bir vergi ve finansal denetim anlaşmasıdır. 2017 yılında başlayan anlaşma sonucunda ilk veriler, 2020 yılında yani 2 yıl önce aralarında Türkiye’nin de olduğu bu 100 ülke arasında paylaşılmaya başlandı. Özellikle finansal transferler ve vergi konuları söz konusu olduğunda anlaşmaya dahil 100 ülkenin toplamından da önemli olan İsviçre’nin anlaşmanın dışında durması, hatta bu konudaki çalışmaları hiç ciddiye almaması, sistemin en zayıf tarafını oluşturuyordu.
Rusya-Ukrayna savaşı bu anlamda Erdoğan’a atılan bir can simidine dönüştü; çünkü İsviçre’nin esas gelir kalemini oluşturan bankacılık sistemi ve finansal işlemlerini paylaşıma açması Rusya’ya yönelik amborgayadahil olmasıyla ilişkiliydi. Şahap Kavcıoğlu’nun “elimizdeki bilgilere göre şirketlerin yurt dışındaki bankalarda 500 milyar dolar hesabı var” demesinin, İsviçre’nin kapılarını mali denetime açmasıyla ilgili olduğu anlaşılıyor. Neticede KKM sistemiyle Saray’ın önemli ölçüde açığa çıkarttığı, yurt dışı zenginleri, İsviçre’den gelen bilgilerle tam anlamıyla namlunun ucuna oturtulacaklar. Finansal bilgilerin otomatik değişimi kapsamında hesap sahibinin aşağıdaki bilgilerinin kayıtsız şartsız paylaşılması gerekiyor:
o Adı (şahıs/şirket)
o Adresi
o Doğum yeri ve tarihi (tüzel kişiler için kuruluş yeri ve tarihi)
o İkamet ettiği ülke ve vergi kimlik numarası
o Hesap numarası, hesap bakiyesi ya da değeri
o Raporlama yılı itibariyle faiz, temettü gibi gelirler, ya da hesapta tutulan varlıklardan elde edilen toplam brüt gelir
Yukarıdaki bilgilerin Saray’la paylaşılması, iktidara çok geniş bir hareket alanı ve yeni olanaklar sunacaktır. Şahap Kavcıoğlu’nun dediği gibi 500 milyar dolarlık tahmini bir hesaplama varsa, bu kaynağın önemli bir kısmı İsviçre kaynaklıdır. Şöyle düşünülebilir; bu paraların çoğu zaten iktidar networkunda olan kişilere aittir. Bu çıkarım doğru olabilir ama şu anda tam anlamıyla denetimsiz ve kuralsız bir yönetim sergileyen Saray rejimi hangi hesabı nasıl tasnif edeceğini kendisi belirleyecektir. Duruma göre bazı hesaplar Fetöcü, bölücü kapsamına alınıp operasyon konusu yapılacak, bazı hesaplar iktidar ortaklarına yakın mafya guruplarıyla ilişkilendirilecek, bazı hesaplara da hiç dokunulmayacaktır. Bu konudan davul da, tokmak da Saray’ın elinde. Nasıl bir ritim tutturacağı ise tamamen kendi insiyatifinde.
İsviçre’yle bilgilerin paylaşılması süreci eylül ayında başlayacak. Bu süreçte açığa çıkan hesapların kaydı Saray kontrolünde olacak ve el altından ikna girişimleri de başlatılacaktır. Varlık barışı süresinin 31 mart 2023’e kadar uzatılması bu açıdan bakınca son derece mantıklı. Özellikle de 30 Eylül 2022’ye kadar varlıklarına ilişkin bildirimde bulan gerçek ve tüzel kişilerin, sorgusuz sualsiz sadece %1 faizle servetlerini aklayacak olmaları, Saray’ın İsviçre konusuna çalıştığını ve 30 eylül tarihinin de kesinlikle tesadüf olmadığını gösteriyor.
Saray’ın KKM gibi hamlelerini, eleştirmenin cazibesine kapılıp küçümsemek ve görmezlikten gelmek ciddi bir hatadır. Muhalefetin de bu araçları doğru okuyabildiğini sanmıyorum. Toplumun ekseriyeti bu detayları kavramakta zorlanırken, asıl ilgi dolar tahminini ölçüsüzce yükselten yorumculara yöneliyor. Eğer bir ekonomi yorumcusu dolar 25 lira olacak diyorsa, onun izlenme sayısını ancak dolar 30 lira olacak diyen yorumcusu geçebiliyor. Böylesi tepkisel yaklaşımlar ve duygusal kırılmalarla Saray çevresinde olgunlaştırılan spekülasyonların anlaşılma şansı da yitirilmiş oluyor.