Bu grup ilk toplantısını geçtiğimiz ocak ayında yapmıştı. Demek ki yolun üçte birini geçmeleri 11 aylarını almış. Geri kalanının da bu ay sonuna kadar tamamlanacağı söyleniyor, bilemiyorum nasıl olacak
Mehmet Y. Yılmaz
“Altılı Masa”, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan‘ın ev sahipliğinde toplandı ve öğrendik ki 100 maddeden oluşacak bir Anayasa değişikliği teklifini 28 Kasım’da bir törenle açıklayacaklar.
Ve yine öğrendik ki bu Anayasa değişikliği ile parlamenter sisteme geçilecek, Cumhurbaşkanı “tarafsız, bağımsız, sembolik” bir görev olacak.
Ne dersiniz, bu açıklama, muhalefetin bugüne kadar yaratmayı başaramadığı heyecanı ve rüzgârı yaratıp, bir süredir donmuş gibi görünen siyasi tabloda değişikliklere yol açar mı?
Kuşkusuz ki Türkiye’nin ciddi bir Anayasa sorunu var.
Yürütme gücünü elinde tutanın hem yasamayı hem de yargıyı kontrol edebiliyor olması, deyim yerindeyse “bütün dertlerimizin anası.”
Bugün yaşadığımız ekonomik krizin de nedeni bu, dış politikada sıkışıp, yalnızlaşmanın nedeni de bu, çok uzun yıllar çözemeyeceğimiz ağırlıktaki göçmen sorununun nedeni de bu.
Bu sistem, dünyanın en iyi yöneticisini bile kısa sürede dünyanın en kötü yöneticisine çevirebilirdi ve Recep Tayyip Erdoğan da müktesebatının yetersizliği nedeniyle dünyanın bırakın en iyi yöneticisi olmayı, ortalama üstü yöneticilerinden biri bile sayılmaz.
Onun kendisini iktisatçı zannetmesinin sorunlarını yaşıyoruz.
Kendisini Müslüman Kardeşlerin ve “Arap Sokağının” sahibi zannetmesinin dış politikada yarattığı tahribatın sonuçlarıyla yüz yüzeyiz.
Her tek adam gibi etrafı “salla başı al maaşı kadroları” tarafından çevrildiği için de her yaptığının mükemmel olduğuna inanıyor, bunu eleştirmeye kalkanların kendisine hakaret ettiğini zannediyor.
Yani Anayasal düzenimizin sorunlarımızın temelini oluşturduğu konusunda hem fikiriz.
Ama bugün halkın yanıt beklediği soru bu değil.
Ve zaten bu seçimde bu Anayasa değişikliğini hayata geçirebilecek bir seçim sonucunun çıkabilmesi de mümkün görünmüyor.
Bu nedenle de Altılı Masa, boş işlerle iştigal ediyormuş gibi görünüyor.
Muhalefet, söylem birliği içinde bugünkü yangını nasıl söndüreceğini anlatamadığı için siyasi tablo donmuş durumda, neredeyse yaprak kımıldamıyor.
Altılı Masa’nın toplantısından sonra öğrendik ki böyle bir ortak yol haritası ve söylem birliğinin “sonuç aşamasına gelinmiş”.
Altı partinin temel politikalarının belirlenmesi amacıyla ortak çalışma grubu da 9 ana, 60 alt başlık altında yürüttüğü çalışmanın yaklaşık üçte birini tamamlamış.
Bu grup ilk toplantısını geçtiğimiz ocak ayında yapmıştı. Demek ki yolun üçte birini geçmeleri 11 aylarını almış.
Geri kalanının da bu ay sonuna kadar tamamlanacağı söyleniyor, bilemiyorum nasıl olacak.
Eğer bu çalışmalar önümüzdeki 15 gün içinde tamamlanırsa, aralık ayında da ortak cumhurbaşkanı adayı üzerine tartışmalar başlayabilecekmiş.
Bu şu anlama geliyor: Önümüzdeki yılbaşından önce seçim araştırmalarına bakıp canınızı sıkmayın!
Bir ortak program belirlenmeden, ortak adayın ismi ilan edilmeden bugünkü siyasi tablo bir puan aşağı, bir puan yukarı seyrini sürdürecek demektir.
Elbette bu arada Erdoğan şapkasından yeni bir tavşan daha çıkarmaz ise!
‘Altılı Masa’ liderler buluşmasının ikinci turunun ikinci görüşmeleri yapıldı. 8 saat süren toplantının ardından yayımlanan bildiride, Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş metninin 28 Kasım’da açıklanacağı duyuruldu.
* * *
Savcı görevini bile bile yapmıyor
İstanbul Cumhuriyet Savcısı, Boğaziçi Üniversitesinin 12 öğrencisinin, üç yıla kadar hapis ile cezalandırılmasını istedi.
Öğrencilerin suçu kamuoyunda “kayyum rektör” olarak tanınan Prof. Dr. Melih Bulu‘yu protesto eylemlerinde LGBTİ+ flaması taşımak ya da flamanın yanında durmak!
Savcı, yürüyüş yapmanın Sarıyer ve Beşiktaş Kaymakamları tarafından yasaklandığını belirterek öğrencilerin “kanuna aykırı yürüyüş” yaptıklarını ileri sürüyor.
Gördüğünüz gibi ortada Anayasal bir hakkı kullanan öğrenciler var.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa, toplantı ve gösteri yaparak bir durumu protesto etmeyi temel haklar arasında sayıyor.
Savcı’ya göre bu “temel haklar”, kaymakamların verdiği idari kararla yasaklanmış.
Savcı bunu “normal” bir durum olarak görüyor.
İdari karar yasakladığı için de öğrenciler kanuna aykırı olarak gösteri yürüyüşü yapmış oluyorlar.
Savcının bu tutumu ilk kez gördüğümüz bir durum değil.
Erdoğan rejimi protesto gösterisi gibi demokratik hakların kullanılmasından hazzetmediği için savcılar bu yönde çok dava açıyor, mahkemeler de mahkûmiyet kararı verebiliyor.
Ancak şunu söyleyeyim ki hem Anayasa Mahkemesi hem AİHM bu kararların hepsini bozuyor ve Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm ediyor.
Savcılar da bu durumu pekâlâ biliyor olmalılar çünkü bu kararların hepsi yayımlanıyor.
Kanunlarımıza göre ceza soruşturması yürüten savcıların bir görevi de sanıkların lehine olan delilleri de toplamaktır.
AİHM ve AYM kararları ise delil olmanın da ötesinde doğrudan konuyla ilgili yüksek mahkeme içtihadı.
Normal olarak bu içtihatlara bakarak takipsizlik kararı vermesi gereken savcının, mahkemeyi meşgul edecek ve sonunda Türkiye’nin mahkûmiyetiyle sonuçlanacak bir iddiada ısrar etmesinin bir yaptırımı olmalı.
Bunu bu iktidardan bekleyemeyiz elbette ancak seçimden sonra iktidar değişir ise bu konuda adım atmak da Altılı Masa’nın görevi olmalıdır.