Türkiye’de temel yapısal sorunlardan birisi sivil toplum siyaset ilişkisinin çarpıklığıdır. Bu çarpıklıkta siyasetin payı kadar sivil örgütlerin payını da masaya yatırmak gerekir. Siyaset kurumu ve özellikle iktidarlar, sivil örgütleri yan kuruluşları gibi görme eğilimine girmiş onların özgün ve özerk olma ihtiyacını dikkate almamıştır. Sivil örgütlenmeler, sendikalar, medya hatta aydınlar da genellikle siyasal gücü temsil edenlerle mesafeli bir diyalog ilişkisi inşa etmeyi başaramamışlardır. Yanlış uygulamalara karşı çıkan, doğruları hayata geçirmek için sorumluluk üstlenen bir sivil irade gelişmemiştir.
TKMM çalışmaları bu açıdan önemli bir adımdır. Farklı eğilimleri olan sivil toplum temsilcileri ile yine farklı partilerden seçilmiş milletvekillerini ayda bir kez de olsa bir araya getirmeye çalışmak, sembolik de olsa dikkate değer bir çabadır. Yerel gündemle birlikte toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren gündemlerin ortak platformlarda masaya yatırılması en azından tanışma, yüzleşme ve diyalog kapasitemizi ölçme açısından anlamlıdır.
TKMM çalışmaları Anayasa paketine yönelik evet-hayır saflaşmasının arenası haline gelmeden daha uzun soluklu bir tutum alışın zemini olabilir mi? Bu sorunun hem çalışmaları organize edenler hem de katılımcı kuruluşlar tarafından ele alınması gerektiği düşüncesindeyim. Türkiye’nin daha özgürlükçü bir anayasaya kavuşması için yerel anayasa meclislerinin oluşması hayati önem taşımaktadır. Toplumdan siyasete uzanacak bir süreç demokratikleşmenin en sağlıklı yolu olarak önümüzde durmaktadır.
KIŞLA ÖNÜNDE CAN VEREN ÇOCUKLAR ADINA ÜÇ SORU?
Van’ın Özalp ilçesinde Mustafa Muğlalı Kışlası önünde yaşanan facia tüyler ürpertici halimizi bir kez daha gözler önüne serdi. Önce devletin alıştığımız algı dünyası ile düşünelim. Bombayı oraya devlet düşmanları(!) attıysa karakolun önüne bomba bırakmayı başaranlar içeri atmayı da başarabilirlerdi. Bu durumda kapının önünde oynayan çocuklar değil içerdeki askerler ölecekti. Sıkı güvenlik politikalarının ne kadar can güvenliğini sağlamaktan uzak olduğu bu tablodan bile çıkarılabilir.
İkinci ihtimal bombanın bir ihmal sonucu çocukların eline düşmesidir. Böyle büyük bir hatanın izahı olur mu sorusunu daha fazla yorum yapmadan takdirinize bırakıyorum.
Üçüncü ihtimal ise bir görgü tanığının da iddia ettiği gibi bombanın bir asker tarafından çocuklara kasten atılmış olması. Bu üç ihtimale dayanan üç sorudan her biri diğerinden daha kötü durumu ortaya koymaktadır. Çatışmalı süreci bir an önce sona erdirecek köklü adımlar atılmazsa daha çok bedel ödemeye devam edeceğimiz sadece yaşadığımız son dramla bile kolayca görülebilir.
CANLI BOMBA YAKALAMA BECERİSİ Mİ?
Televizyonlar haber bültenlerinde canlı bomba ya da suikast timi oldukları iddia edilen kişilerin nasıl yakalandıklarına dair görüntüleri yayınlıyorlar. Dahası bir gazete bu konuda ne kadar başarılı olunduğunu yansıtan manşet haberinde, İngiliz güvenlik birimlerinin bu örnek çalışmayı anlamak için temaslarda bulunduğunu ifade ediyor.
Henüz bir yargılama süreci yaşanmadan peşin infaz gerçekleştirilerek insanların teşhir edilmesi , insan hakları açısından kabul edilebilir bir durum olmadığı gibi akılcı bir güvenlik politikası da değildir.
Konunun bu boyutunu görmezlikten gelip işi magazin boyutuna indirgemek, elbette sadece medyanın değil, bu tür haberleri servis eden kamu görevlilerinin de sorumluluğundadır.
BATMAN DEFTERDARLIĞINDAN “BU KADARINA PES” DEDİRTECEK GİRİŞİM
Daha önce bir çatışmada hayatını kaybeden polis memurunun ailesine ödenen para, aynı çatışmada ölen silahlı örgüt mensuplarının ailelerinden tazmin edilmeye çalışılıyor. Yasal faizi ile birlikte 41 bin 544 lirayı tahsil için, Gercüş ve Mersin’de yaşayan ailelere yazı gönderen Batman Defterdarlığı sadece uygulayıcı kurum konumunda. Bu kararı alan bir mahkeme ve nihayet böylesi kararların alınmasına zemin oluşturan yasaları hazırlayan bir parlamento var.
Ağlanacak halimize güldürecek bir durumla karşı karşıyayız. Ancak film senaryolarında hayal dünyası geniş metin yazarlarının aklına gelebilecek bu tablo Türkiye’de uygulanmaya çalışılıyor.
Suçun şahsiliği ilkesi insanlığın yüz yıllar öncesinde ulaştığı temel değerlerden birisidir. Türkiye’nin taraf olduğu, imzaladığı birçok sözleşmede, insan hakları belgesinde açıkça ifade edilmektedir.