Heykeltraş Şevki Köse, “Çalışmalarımda atıl durumdaki ağaç parçalarını kullanıyorum. Birçok insan için hiçbir anlam ifade etmeyecek ağaç parçalarında hikayeler bulmaya çalışıyorum.” diyor.
2006 yılında İzmir’de kendi atölyesini kurarak çıktığı heyecanlı yolculuğu, ahşabın yanı sıra taş yontu, fonksiyonel sanat alanındaki özel tasarım çalışmalarıyla sürdüren ve özellikle açık alanlardaki ağaç heykel çalışmalarıyla dikkat çeken Şevki Köse ile konuştuk. Türkiye’de heykel sanatının yeterince gelişmemesinin sebebinin dinsel bir takım ön yargılar ve korkular olduğunu düşünen Köse, “İnsanlara heykelin korkulacak bir şey olmadığını anlatmanın en kolay yolunun insanları heykelle daha fazla buluşturmak olduğunu düşünüyorum. Heykel sanatının da diğer hikaye anlatma yöntemleri gibi bir hikaye aktarma yöntemi olduğunu anlatmak gerekiyor. Bunun için şehir merkezlerinde daha fazla heykeller yer almalı. Heykel; sanat galerilerinde, sanat ortamlarında insanlarla buluştuğu gibi sokakta da buluşabilmeli izleyicisiyle” dedi.
‘AĞAÇLARI BÜYÜDÜKLERİ YERDE HEYKELE DÖNÜŞTÜRDÜM’
Sizin ahşap heykel yolculuğunuz nasıl başladı?
Çocukluğumdan beri sanatın her dalına özellikle heykele karşı ilgim vardı. Bana çok heyecan verirdi heykel sanatı. Küçük çakılarla, ağaçlara şekil vererek heykelcikler yapmaya çalışırdım. Yıllar içinde okul hayatı, iş hayatı derken bu yolculuktan bir süre uzaklaştım. Yıllarca TRT’de haber kameramanı olarak çalıştım. O zaman da heykel çalışmayı çok istiyordum ama yoğunluktan dolayı pek fırsatım olmuyordu. Yaklaşık 20 yıl önce bir atölye kurmaya karar verdim. Küçük bir atölye yaptım ve çalışmalarıma başladım. Deniz kenarında bulduğum ‘drift wood’ denilen ağaç parçaları her zaman çok ilgimi çekerdi. Onlardan heykeller yapmaya başladım. Her şeyi, herkesi şekillendiren en büyük heykeltıraş doğadır. O nedenle bu eserlerimi doğayla yaptığım ortak çalışmaların bir ürünü olarak görüyorum.
Atölye, zamanla hem kendi çalışmalarımı yürüttüğüm hem de öğrendiklerimi başkalarıyla paylaştığım bir alana dönüştü. Workshoplar yapıyorum. Ağaca dokunmayı özleyen, ahşap oyma ve heykele ilgi duyanlara dersler veriyorum. Atölye çalışmalarının dışında açık alanlarda daha büyük boyutta heykeller yapıyorum. Örneğin, Aydın’da Tekstil Park alanında doğal ömrünü tamamlamış ağaçları yerinde yontu yöntemiyle yani dikildikleri, büyüdükleri yerde heykele dönüştürerek 37 eser yaptım. Ayrıca özel alanlarda bu tür çalışmalara devam ediyorum. Yaratım sürecinin bana verdiği büyük bir özgürlük ve keyifle çalışmalarımı geliştirdim. Yaptığım her işte yeni bir şeyler öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum.
‘İNSANLARIN YÜZÜNDE YAŞANMIŞLIKLAR VARDIR’
Ahşap ürünleri yaparken nelerden esinleniyorsunuz? Yaratım sürecinde ağacın şekli, dokusu sizi nasıl etkiliyor?
Yaratım sürecinin bir yolculuk olduğunu düşünürüm ve yolda olmayı hedefe varmaktan daha değerli bulurum. Üzerinde çalıştığım ağacın hikayesi de bu yolculuğun başlangıcı aslında. İş hayatında çok değişik ortamlarda bulunma fırsatım oldu. Her zaman bu ortamlarda karşılaştığım insanların yüzlerine çok dikkat ettim. Çünkü insanların yüzünde hikaye vardır, karakterler vardır, düşünceler, üzüntüler, sevinçler, yaşanmışlıklar vardır. Yani anlatılmayı bekleyen hikayeler vardır. İşte ben de yaptığım çalışmalarda, ağacın üzerindeki fazlalıkları kaldırıp içindeki karakteri ortaya çıkartarak yüzleşmeye çalışıyorum. Bahsettiğim yolculuk bu…
‘DEĞERSİZ GÖRÜLEN AĞAÇ PARÇALARINDA HİKAYELER BULUYORUM’
Siz tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz? Heykel sanatıyla ağacı esere dönüştürme süreci nasıl gerçekleşiyor? Atinalı Şair Solon’un “Görünmeyenleri görünenden çıkar” sözü ile bir ilişki kurduğunuzu düşünüyor musunuz?
Atinalı düşünür Solon’un “görünmeyeni görünenden çıkar” öğüdü sanırım benim çalışma tarzımın bir veciz ifadesi. Günlük hayatta ön yargılarla hareket etmeye alışmışız. Görünenle yetinip hükme varmayı tercih eder olmuşuz. Halbuki görünenin ardındaki görünmeyeni görmeye çalışmak çok önemli. Bu, bizi ön yargıların kolaycılığından kurtaracak ve birbirimizi anlamamızı sağlayacak bir yöntem.
Çalışmalarımda çoğunlukla atıl durumdaki ağaç parçalarını kullanıyorum. Özellikle doğal ömrünü tamamlamış ağaçları tercih ediyorum. Yani birçok insan için hiçbir anlam, önem ifade etmeyecek değersiz görülen ağaç parçalarında hikayeler bularak onların karakterlerini ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Amacım, sıradan olanın arkasındakini görmeye çalışmak. İkinci bir şans vermek, önemsiz, değersiz gibi görünen bir objeyi değerli hale getirmek ya da onun içindeki değeri ortaya çıkarabilmek diyelim. Bu, ağaç heykel için geçerli olduğu kadar insan için de geçerli.
‘HEYKEL İNSANLARLA SOKAKTA DA BULUŞABİLMELİ’
Heykel sanatıyla ilişkimiz görece Osmanlı’nın geç dönemleri ve özellikle de Erken Cumhuriyet döneminde başlıyor. Anadolu Selçuklu Çağı’nda bazı yapılarda hayvan ve bitki kabartmaları dışında örnekler olmadı. Osmanlı’nın geç dönemlerine kadar aykırı birkaç örnek dışında da heykel hiç yoktu. Bunun nedenleri konusunda din ve kültürün diğer unsurlarıyla bağlantısını da göz önünde bulundurarak sizce heykel tarihimiz neden zayıf kaldı?
Türkiye’de heykel sanatının yeterince gelişmemesinin sebebi dinsel bir takım ön yargılar ve korkular olsa gerek. İnsanlara heykelin korkulacak bir şey olmadığını anlatmanın en kolay yolunun insanları heykelle daha fazla buluşturmak olduğunu düşünüyorum. Heykel sanatının da diğer hikaye anlatma yöntemleri gibi bir hikaye aktarma yöntemi olduğunu anlatmak gerekiyor. Bunun için şehir merkezlerinde daha fazla heykeller yer almalı. Heykel; sanat galerilerinde, sanat ortamlarında insanlarla buluştuğu gibi sokakta da buluşabilmeli izleyicisiyle.
‘ÜSTAT MEHMET AKSOY’UN TESPİTİNE KATILIYORUM’
Türkiye’de ilk dönemlerden itibaren heykelin kamusal alanlarda görünme biçiminin siyasal tercihlerle oluştuğu söylenebilir. 70’li yıllardan sonra ise pek çok şehir ve kasabanın görünür yerlerine yörenin öne çıkan özelliğini yansıtan tarımsal ürün ve hayvan ya da Nasrettin Hoca gibi ortak hafızaya ilişkin heykeller konuldu. Bu heykellere sanatçılar farklı farklı değerlendirmeler yaptılar. Örneğin, Komet, bu heykellere ‘Türkiye’nin Pop Art’ı dedi. Mehmet Aksoy ise, bu heykellerin olsa olsa ‘Bok Art’ olabileceğini söyledi. Bu heykeller hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Siyasal tercihlerle bazı düşünce ve kişileri kalıcı kılma çabasının bir aracı olarak heykelin kullanılmasını doğal karşılıyorum elbette. Bütün dünyada bunun örneklerini görmek mümkün. Bunun geniş kitleler gözünde heykel imajını çok sınırlamaya dönük etkileri olsa da sonuçta kabul edilebilir bir şey. Söz ettiğiniz kentlerin meydanlarında son zamanlarda yaygın olarak gördüğümüz ‘şey’leri heykel kapsamında değerlendirmek değil de bir an önce kentleri onlardan kurtarmak gerekir diye düşünüyorum. Ve bu konuda üstat Mehmet Aksoy’un tespitine katılıyorum.