Uzun yıllardır, Türkiye politikasını çok yakından izleyen bir Alman meslektaşımla buluştum dün:
“İlk kez, Türkiye’yi öngörmekte zorlanıyorum” dedi.
Biz buluşmadan hemen önce HDP Bahçelievler binasına saldırı gerçekleşmişti. İstanbul Belediyesi’nde “cadı avı” sürüyordu. Erken seçim ihtimali, Millet İttifakı’nın adayı gibi konular belirsizliğini koruyordu. Ekonomik çöküşün halka maliyetini ve muhtemel sonucunu hesaplamak imkânsız gibiydi.
Meslektaşım peşpeşe soruyordu:
“Bu yıl seçim yapar mı?”
“HDP’yi kapatır mı?”
“İstanbul’a kayyım atar mı?”
Ona, Adnan Menderes’in devrilmeden hemen önceki dönem yaptıklarını anlattım:
CHP liderine her gittiği yerde saldırılar organize edilmişti. Protestocu gençlerin üzerine ateş açma talimatı verilmişti.
Sıkıyönetim ilan edilmiş, üniversiteler kapatılmış, gazetelere yayın yasağı getirilmişti.
Ve son olarak, CHP’nin isyan için halkı silahlandırdığı gerekçesiyle Meclis’te bir Tahkikat Komisyonu kurulmuştu. İktidarın 15 milletvekili, bu komisyonda ana muhalefet partisi ile basını yargılayacak, ceza verebilecek, ama kararlara itiraz edilemeyecekti. İsmet Paşa’nın “Sizi ben bile kurtaramam” dediği nokta oydu.
Konuştuğum Alman meslektaşımın, “Sonra ne oldu” diye sormayacak kadar tarih bilgisi vardı. Menderes’in CHP’yi kapatma niyetiyle, iktidardan devrilişi arasında sadece bir ay olduğunu söylememe gerek kalmadı.
Köşeye sıkışan despotların gözünün karardığı noktalar vardır, Erdoğan şu an o noktada… Soylu’yu İmamoğlu’nun üzerine sürmesi, HDP’yi kapatma hazırlığına girmesi, muhalefete saldırılar organize edip “Bunlar daha iyi günleriniz” demesi, hep bu panikten…
İsmet Paşa’nın sözünü ödünç alıp uyaralım:
Böyle giderse artık onu kimse kurtaramaz.