Türkiye’nin sendikalaşma gerçeği budur. Sendikalaşmanın daha çok siyasi ve kamusal saiklerle gerçekleştiği kamu görevlileri ve kamu işçileri bir yana, özel sektörde sendikalaşma diplerdedir. Anayasal haklarını kullanarak sendikalaşan işçiler, işverenler tarafından keyfi olarak işten çıkarılmaktadır. Diğer bir ifadeyle işverenler anayasal bir hakkı para karşılığı satın alabilmektedir.
Aziz Çelik
Türkiye yeniden yapay bir Anayasa tartışması içine çekilmek istenirken mevcut Anayasanın uygulanmadığını sık sık hatırlatmak gerekiyor. Anayasa Mahkemesi (AYM), DİSK üyesi Birleşik Metal-İş sendikasının başvurusu üzerine bir kez daha sendikal hak ihlali kararı verdi. AYM sendikal haklara erişim konusunda yapısal sorunlar olduğunu ve hukuki düzenleme yapılması gerektiğini belirtti. Bu yazımda AYM’nin bu yeni kararı ile bir kez daha gündeme gelen sendikal hak ihlallerini ele alacağım.
SENDİKAL HAKLAR SÜRÜNÜYOR!
Önce sendikalaşma düzeyine bakalım. Temmuz 2024 itibariyle 17 milyona yakın sigortalı işçinin sadece 2,5 milyonu sendika üyesidir. Resmi sendikalaşma oranı yüzde 14,2’dir. Ancak bu oran yanıltıcıdır. Sigortasız işçiler de dikkate alındığında işçilerin sendikalaşma oranı düşmektedir. Ancak asıl önemli olan özel sektördeki sendikalaşma oranıdır. Kamu işçilerinin yüzde 78’den fazlası sendika üyesi iken özel sektörde bu oran on kat daha düşüktür. Özel sektörde resmi sendikalaşma oranı sadece yüzde 7 (yedi) civarındadır. Kamu sektörü ile özel sektör arasında devasa bir sendikalaşma farkı vardır.
Sendika üyesi olup toplu iş sözleşmesi kapsamında olan işçi sayısı 1,8 milyon civarındadır. Diğer bir ifadeyle 17 milyona yakın sigortalı işçinin yüzde 10,8’i toplu iş sözleşmesi kapsamındadır. Ancak bu oran da yanıltıcıdır.
Sendika üyesi olan 2,5 milyon işçinin 670 bini toplu iş sözleşmesinden yoksundur. 670 bin işçi sendika üyesi olduğu halde toplu iş sözleşmesinden yararlanamıyor. Bu işçilerin neredeyse tamamı özel sektördedir. Dolayısıyla özel sektörde toplu iş sözleşme kapsamındaki işçi sayısı 600- 700 bin civarında kalmaktadır. Bir diğer ifadeyle özel sektörde toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi oranı yüzde 4,2 seviyesine kadar gerilemektedir.
Görüldüğü gibi özel sektörde sigortalı işçiler arasında sendikalaşma oranı yüzde 7 civarında iken toplu iş sözleşmesi kapsamı yüzde 4-4,5 arasındadır. Ancak sigortasız çalışan işçilerin tamamı özel sektörde çalıştığı için toplam özel sektör işçi sayısı 17,9 milyona yükselmektedir. Bu işçilerinin yaklaşık 600-700 bini toplu iş sözleşmesi kapsamında sendika üyesi iken geri kalanı sendikalı ve toplu iş sözleşmesi kapsamında değildir. Böylece özel sektördeki toplam 17,9 milyon işçinin toplu iş sözleşmesi kapsamımda olanların oranı yüzde 4’ün altına gerilemektedir.
Türkiye’nin sendikalaşma gerçeği budur. Sendikalaşmanın daha çok siyasi ve kamusal saiklerle gerçekleştiği kamu görevlileri ve kamu işçileri bir yana (ki burada da ciddi sendikal ayrımcılık sorunları var) özel sektörde sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi kapsamı diplerdedir.
Sendikalaşma ve toplu pazarlık kapsamında olanların kamuda oldukça yüksek özel sektörde ise inanılmaz düşük olmasının ciddi yapısal nedenleri vardır. Kamu sektöründe kamu işvereninin sendikalaşma konusunda yasalara daha fazla riayet etmesi ve özel sektörde olduğu gibi kâr saikinin esas olmaması nedeniyle sendikalaşma daha kolay olmaktadır. Ancak kamu sektöründe de idare/siyasi iktidar kendine yakın sendikaları koruyup kolluyor. Bu durum kamuda güdümlü sendikacılığının yoğunlaşmasına ve haksız sendikal rekabete yol açıyor. Son günlerde aynı konfederasyon içinde bile bunun örneklerine rastlanıyor.
SENDİKASIZLAŞTIRMA HİLELERİ
Özel sektörde sendikalaşmanın ve toplu pazarlık kapsamının düşük olmasının sebebi anti-sendikal yasal düzenlemeler ve uygulamalardan, yapısal sorunlardan kaynaklanıyor. Bunlar sendikal barajlar, sendikalaşan işçilerin keyfi işten çıkarılması ve sendikalaşmayı ortadan kaldıran hileli yetki sistemidir.
Sendikal baraj istemi sendikalaşan işçilerin toplu iş sözleşmesine erişimi engellemektedir. Yüzde 1 işkolu barajı ciddi bir sendikalaşma engeline dönüşüyor. Yüzde 1 barajını aşan sendikaların Bakanlık tarafından tespitinde keyfiliklere rastlanıyor. Bazı sendikalar 0,99 oranı ile baraj altında bırakılırken bazı sendikaların yüzde 1,01 gibi bıçak sırtı oranlarla barajı geçtiği görülmektedir. Bakanlık yetkili sendika tespit işini özensiz ve tarafgir uygulamaktadır. DİSK üyesi Devrimci Sağlık-İş’in 0,99 oran ile kıl payı baraj altında bırakılması bu keyfi ve tarafgir turumun son örneğidir.
Öte yandan anayasal haklarını kullanarak sendikalaşan işçiler işverenler tarafından keyfi olarak işten çıkarılmaktadır. Kâğıt üzerinde sendikal güvenceler söz konusu olsa da uygulamada işten çıkarılan işçilerin davaları çok uzun sürmekte ve davayı kazansalar dahi sadece tazminat söz konusu olmaktadır. Diğer bir ifadeyle işverenler anayasal bir hakkı para karşılığı satın alabilmektedir. Türkiye sendikalaşma hakkını ihlal eden işverenler için etkin ve caydırıcı yaptırımlar yoktur. Güvenlik güçleri hak arayan işçilerin üzerine sürülürken savcılar TCK 118’i (sendikal hak ihlallerine cezai yaptırım öngören madde) uygulamaktan imtina etmektedir.
Bütün bu engelleri aşıp sendikalaşabilen işçileri ise bu kez hileli bir yetki süreci beklemektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurup olumlu TİS (toplu iş sözleşmesi) süreci için yetki tespiti alan sendikalar bu kez işverenlerin hileli itiraz süreçleri ile karşı kaşıya kalmaktadır. Öyle ki sendikalar ve işçiler bu antidemokratik ve hileli yetki süreci nedeniyle çayı geçip derede boğulmaktadır.
Yetki tespitlerine karşı açılan davalar toplu iş sözleşmesi sürecini durdurmaktadır. 6356 sayılı yasanın 43. maddesine göre “İtiraz, karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur.” İşverenler neredeyse olumlu yetki tespitlerinin tümüne itiraz ediyor. Böylece sendikanın toplu iş sözleşmesi sürecini başlatması engelleniyor. İşverenler burada kazandığı süre ile işyerinde sendikasızlaştırmaya girişiyor. İşverenler yetki itirazlarında süre kazanmak için hileli yollara başvuruyor. Davaları yetkisiz mahkemelerde açıyor, evrakları mahkemelere zamanında vermiyor, sendikanın çoğunlukta olduğunu bile bile hile amacıyla dava açıyor.
Böylece işverenler kanuna karşı hileye başvurarak sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi hakkını ortadan kaldırıyor. Birleşik Metal-İş tarafından yapılan bir araştırmaya göre yetki tespit davaları ortalama 2 yıl 2 ay sürüyor. İşverenler davaların yüzde 40’ını yetkisiz mahkemelerde açıyor. Rapora göre davası sonuçlanan toplam 115 işyeri veya işletmeden 85’inde üye kaybı yaşandı. Davası sonuçlanan 115 işyerinin 71’inde toplu iş sözleşmesi imzalanamadı. Metal sektöründe yaşanan bu tablo yetki itirazlarının sendika ve toplu pazarlık hakkını ortadan kaldırdığını bir sendikasızlaştırma tekniği (union busting) haline geldiğini gösteriyor.
AYM: İHLAL VE YAPISAL SORUN VAR
Nitekim uzun süren yetki davalarının bir sendikal hak ihlali haline geldiği Anayasa Mahkemesi kararları ile de saptanmış durumda.
Anayasa Mahkemesi DİSK üyesi Nakliyat-İş tarafından yapılan başvuruda (2020/34550) 15/2/2024 tarihinde verdiği kararında yetli dava sürecinin sürüncemede bırakılmasının sendikanın ve işçilerin TİS kapsamında sendikal faaliyette bulunma olanağını ve sözleşmenin getirdiği sendikal haklara erişimini yargılama süreci boyunca imkânsız kıldığını ve bu nedenlerle Anayasa’nın 51. maddesinde güvence altına alınan sendika hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştı.
AYM, anılan kararında yaptığı değerlendirmede; uygulamada yetki davalarının makul sürede sonuçlandırılmadığına, bu davalara ilişkin ihlal iddialarının yaygınlık arz ettiğine ve bu durumun yapısal soruna neden olduğuna dikkat çekmişti.
Bu kararın ardından DİSK üyesi Birleşik Metal-İş’in yapmış olduğu üç ayrı sendikal hak ihlali başvurusunu (2021/35528) inceleyen Anayasa Mahkemesi 18/7/2024 tarihli kararında yetki tespitine itiraz davalarının makul sürede sonuçlandırılmamasının kanundan kaynaklanan bir yapısal sorun olduğunu tespit ederek sendika hakkının ihlal edildiği sonucuna vardı. AYM kararında idari ve hukuki düzenleme yapılmasını gerektirecek nitelikte yapısal sorun tespit edildiğini vurguladı. AYM uzun süren yetki davalarının ve sendikal mevzuattaki yapısal sorunların sendikal hak ihlaline yol açtığına karar verdi. AYM çok açık bir biçimde sendikal mevzuatın yapısal sorunlarının altını çizerek idari ve hukuki düzenleme yapılması gerektiğine işaret etti.
Bilindiği gibi AYM önce Kristal-İş ardından da Birleşik Metal-İş’in başvurusu üzerine grev ertelemelerinin anayasaya aykırı olduğuna karar vermişti. AYM 6356 sayılı Kanundaki pek çok hükmün hak ihlaline yol açtığına karar vermiş bulunuyor. Şimdi TBMM’ye ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına düşen görev, AYM’nin sözünü ettiği hak ihlallerini ve yapısal sorunlarını gidermektir.
Yapılacak ilk iş basittir: 6356 sayılı yasanın 43. Maddesinde yer alan “İtiraz, karar kesinleşinceye kadar yetki işlemlerini durdurur” ifadesini “İtiraz, yetki işlemlerini durdurmaz” şeklinde değiştirmek. Böylece keyfi ve hileli itirazlar yoluyla işverenlerin sendikaların önünü kesmesi engellenmiş olur. Bu değişiklik hukukun genel ilkeleri açısından da zorunludur. Bir idari işlem, yürütmesi durdurulmadığı veya iptal edilmediği sürece uygulanır. Olumlu yetki tespiti bir idari işlemdir. İşverenlerin itirazı ile ortadan kaldırılması hukukun genel ilkelerine aykırıdır. İdari bir işlem aksi bir yargı kararı olmadıkça yürürlüktedir.
Diğer acil adım toplu iş sözleşmelerinin kapsamının genişletilmesi için 6356 sayılı yasada var olan ancak neredeyse hiç işletilmeyen teşmil (genişletme) mekanizmasının uygulanması ve toplu iş sözleşmeleri sendikasız işyerleri ve işçilere de uygulanmasıdır.
Bu acil ve hızla atılabilecek adımların ardından yetki tespitinde evraka dayalı, hantal sistemden vazgeçilerek referandum sistemine geçilmelidir. İşçinin iradesiyle kısa sürede yetki tespiti yapılmalıdır. Sendikalaşmayı engellemekten başka bir işe yaramayan işkolu barajı uygulamasından vazgeçilmelidir. AYM sendikal haklar ile ilgili çok sayıda ihlal kararı vererek yasama ve yürütmeye ne yapılması gerektiğini hatırlatıyor.
ÖNCE ANAYASA UYGULANSIN!
Hükümet gündem saptırmaya dönük yeni anayasa tartışmalarını bir yana bırakarak Anayasanın ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasını sağlamalıdır. Siyasi iktidar ömrünü uzatmak ve vatandaşın gerçek gündemi olan pahalılık ve yoksulluğu gözlerden uzak tutmak için ülkeyi yeni anayasa tartışmasına çekmek istiyor. Oysa siyasi iktidar ne AYM kararlarına uyuyor ne de mevcut anayasayı uyguluyor. Bizzat “yüksek memurlar” AYM kararlarına uyulmaması için seferber oluyor. AYM kararlarını Mecliste okutmayan Meclis Başkanı yeni Anayasadan dem vuruyor.
Mevcut Anayasada kritik değişiklikler bu siyasi iktidar döneminde yapıldı. Anayasayı neredeyse baştan aşağı değiştirdiler. Hatta ucube başkanlık rejimini bile Anayasaya soktular. Bu Anayasa ile ne yapamıyorlar? Vergi mi koyamıyorlar, karar mı alamıyorlar, istedikleri kanunu mu çıkaramıyorlar, istedikleri atamayı mı yapamıyorlar? Siyasa iktidarlarını engelleyen ne var bu Anayasa’da?
Anayasa ile siyasi iktidar her şeyi yapıyor. Dahası mevcut Anayasal düzen altında anayasanın işlerine gelmeyen hükümlerini yok sayıyorlar hiçe sayıyorlar. Örneğin Anayasa Mahkemesini fiilen kadük hale getiriyorlar. İşlerine gelen yetkileri sonuna kadar kullanıyorlar, işlerine gelen kurulları işletiyorlar ama işlerine gelmeyen hakları ihlal ediyor, işlerine gelmeyen kurulları işletmiyorlar.
Sanıldığı gibi yürürlükteki Anayasanın ihlali sadece kritik siyasi konularda olmuyor. Yukarıda anlattığım gibi, sosyal ve ekonomik haklar söz konusu olduğunda da Anayasayı devre dışı bırakıyorlar. AYM’nin sendikal hak ihlalleri ile ilgili kararlarını da yok sayılıyorlar, örneğin Anayasa ile güvence altına alınan sendikalaşma hakkının işverenler tarafından para ile satın alınmasına göz yumuyorlar. İşverenlerin sendikal hakları ihlal etmesine göz yumarken, hak arayan sendikaların ve işçilerin karşısına polis ve jandarma şiddeti ile çıkıyorlar.
Dolayısıyla önce mevcut Anayasanın uygulanması ve AYM kararlarına uyulması gerekiyor. Anayasa Mahkemesi bugüne kadar sayısız sendikal hak ihlali kararı verdi. Bu kararlar uygulanmadı ve uygulanması için adım atılmıyor. AKP iktidarı Türkiye’yi anayasasızlaştırdı, hukuk devletinin neredeyse bütün kurumlarını ortadan kaldırdı. Şimdi de yeni Anayasa teranesini ortaya sürüyor. Net olarak söyleyelim: Türkiye’nin acil ihtiyacı yeni bir yapay anayasa tartışması değil, önce mevcut Anayasanın ve Türkiyenin onayladığı uluslararası sözleşmelerin uygulanmasıdır.