Gürsel Köksal
Almanya’da merkez ve aşırı sağ partiler (ve de liberaller) arasındaki açık işbirliği nedeniyle geçtiğimiz haftadan bu yana yüzbinlerce demokrat sokaklara döküldü. Sendikalardan kiliselere birçok örgüt önümüzdeki günlerde de ilk bakışta sığınmacıları hedef olan bu insanlık dışı işbirliğine karşı protestolarını meydanlarda sürdürmeye kararlı.
Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda da benzer bir hareketlilik yaşanıyordu. Gazeteciler aşırı sağcı parti AfD’nin (Almanya İçin Alternatif), ülkedeki göçmenleri kitleler halinde sınır dışı etmeyi öngören “geri göç” (Remigration) senaryolarına kafa yorduklarını ortaya çıkarmıştı. Haberlere göre bu senaryoların tartışıldığı gizli toplantılara merkez sağ partilerden CDU (Hıristiyan Demokrat Birlik) üyesi politikacılar da katılıyormuş. Tabii ki aşırı sağcıların Almanya’yı “göçmenlerden kurtarma” fantezileri kimseyi şaşırtmadı. Ancak bu konuyu somut projeler halinde tartışmaya başlamış olduklarının ortaya çıkarılması yine de büyük bir tepkiye neden oldu. Yüzbinler AfD’ye karşı düzenlenen protestolara katıldı.
Geçen yılki eylemlerle bir haftadır yaşananlar arasında önemli bir fark var: Merkez sağ ve liberal partiler de örgüt olarak ve tabii ki üyeleriyle ülkedeki göçmenleri ve esas olarak da demokrasiyi korumayı hedefleyen bu protestoların içindeydiler. Artık yoklar.
GÜVENLİK DUVARI YIKILDI
Onlar da her fırsatta Federal Almanya Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana geçerli olan, “demokratik anayasal sistemden yana olan tüm partilerin neofaşist ve aşırı sağcı partilerle hiç bir biçimde işbirliğine gitmemesini” öngören demokrasi geleneğine bağlı kalacaklarını dile getiriyorlardı.
Son yıllarda bu geleneğe bir de isim verilmişti: Güvenlik duvarı. Demokrasiden yana olan partilerle, aşırı sağcı, neofaşist, ırkçılar arasında duran bu duvar, Hitler faşizminin iktidara geliş sürecine ilişkin derslerin bir simgesi olarak, demokratların “Bir daha asla!” yemininin ifadesi olarak görülüyordu.
Ancak geçtiğimiz yıl yüzbinlerin katıldığı protestolar, AfD’nin, dolayısıyla faşizmin tırmanışına engel olamadı. Bu süreçte gerçekleştirilen tüm seçimlerden büyük başarıyla çıktılar.
Bu arada yaşanan siyasi ve ekonomik kriz, üç yıl önce yönetimi üstlenen sosyal demokrat-yeşil-liberal koalisyon hükümetinin çöküşüne ve ülkenin erken genel seçim sürecine girmesine neden oldu.
Birkaç haftadır yoğunlaşan seçim kampanyalarının başından beri kamuoyu yoklamaları 23 Şubat’ta gerçekleştirilecek olan seçimlere tek parti olarak giren merkez sağdaki Hıristiyan Birlik ittifakının (CDU-CSU) sandıktan birinci parti, AfD’nin de ikinci parti olarak çıkacağını gösteriyor. Tüm seçim aritmetiklerine göre bu iki parti hem seçmenlerin ve hem de seçim sonucu ortaya çıkacak yeni Federal Meclis’teki milletvekillerinin yarısından fazlasını arkalarına alacak durumdalar.
Ancak “güvenlik duvarı” nedeniyle CDU-CSU’nun şimdilik her an kendileriyle işbirliğine girmeye hazır AfD’yle bir koalisyona girme şansı yok. Tek başına mecliste mutlak çoğunluğu elde etmesi de mümkün olmadığından en az bir diğer partiyle işbirliğine gitmesi gerekecek. Federal Başbakan Adayı olarak CDU-CSU’nun seçim kampanyasını yürüten Friedrich Merz’in fazla seçeneği yok. Ne yaparsa yapsın oy oranı yüzde 30 civarında sabitlenmiş gibi.
Merz, sosyal demokrat ve yeşil ağırlıklı Olaf Scholz hükümetini ülkeyi ekonomik krize götürmekle ve Ukrayna’ya gerekli askeri-siyasi yardımları yapmamakla suçlayarak oylarını artıramayacağını gördü. Özellikle Ukrayna konusundaki çıkışlarıyla, başta Scholz olmak üzere seçim kampanyalarının merkezine “dünya savaşı” uyarılarını koyan rakiplerine malzeme veriyordu.
MERZ SÖZLERİ UNUTTU
Artık bu konuları açmıyor…
Dolayısıyla oylarını artırabilmek için işin kolayına kaçtı.
Seçim kampanyasının başında göç konusunu malzeme yapmayacağı konusunda centilmenlik sözü vermişti. Sadece bu sözünü değil, “güvenlik duvarı” konusundaki sözlerini de unuttu.
Ülkenin bir göçmen seliyle karşı karşıya olduğu ve bunu durdurmak gerektiğini savunarak, yükselen yabancı düşmanı dalganın üzerine oturmaya çalışıyor. Bunu yaparken de aşırı sağcı parti AfD’yle arasındaki mesafeyi artık umursamıyor.
Merz’in önergelerinden biri ve “göçmen selini sınırlama yasası” adını verdiği tasarı Federal Meclis’ten geçmedi. Ancak Ali Şahverdi ve Nafiz Özbek’in gazetemizde yayımlanan bu gelişmelerle ilgili makalelerinde vurguladıkları gibi, söz konusu oylamalardaki merkez ve aşırı sağ birlikteliğiyle ülkedeki mevcut demokratik sistemin temelleri ağır darbe aldı, “güvenlik duvarında” büyük bir gedik açıldı.
Merz, bu süreçte hem kendi partisinden hem de yedeğine aldığı liberal parti FDP (Hür Demokrat Parti) içindeki gerçek demokratlar ve CDU’nun eski lideri, eski Başbakan Angela Merkel’in cılız da olsa direnişiyle karşılaştı. Ancak bu yolda ilerlemeye kararlı.
Merz’in duvarda açtığı gedik şimdilik seçmen davranışlarına büyük etkisi olmadı. Anketlerdeki eğilimler birer ikişer puanlık oylamalarla aynı düzeyde.
SOLDA OY DEĞİŞİMİ
Ancak Merz’in göç karşıtı yasa tasarısını oylarıyla destekleyerek sol kesimlerde büyük bir hayal kırıklığına neden olan BSW’nin (Sahra Wagenknecht İttifakı) durumu, “sol”daki partiler arasındaki sıralamada yer değişimine neden olacak gibi. Bir dönem oy oranı yüzde 8 ve daha üzerinde olan BSW son anketlerde yüzde 5 barajının altında düşerken hep barajın altında olan Sol Parti (Die Linke) ise onların önüne geçti.
Bunda gündemin değişmesinin büyük rolü var.
Çoğunluk haklı olarak demokrasi için “güvenlik duvarına” kilitlenmiş durumdayken, bir diğer güvenlik konusu artık neredeyse konuşulmuyor. Almanya’nın da taraf olabileceği “dünya savaşı” uyarıları, sosyal yardımları kesip, silahlanmayı hedefleyen politikalara yönelik eleştiriler gündemden düşmüş durumda.