Karşı karşıya olduğumuz hadise ve şahsiyetlere baktığımda ben nüfusbilimci Malthus’un fantastik görüşlerini hatırlamadan edemiyorum. Trump mı?.. Altından Malthus zuhur ediyor. Suriye, İdlib, Erdoğan mı? Malthus zuhur ediyor. Korona mı? Malthus zuhur ediyor!..
Nüfusbilim ve siyasal ekonomi alanındaki çalışmalarıyla 18’inci-19’uncu yüzyıl dünyasında seçkin bir yere olduğu kadar hayli kötü bir üne de sahip olan İngiliz din adamı Thomas Malthus, Darwin’in evrim kuramının arka planındaki en önemli ve belirleyici isimlerden biri sayılır.
Malthus, ‘Nüfusun İlkeleri Üzerine Bir Deneme’ (An Essay on the Principles of Population, 1789) adlı kitabında, insan nüfus artışıyla besin kaynaklarının artışı arasındaki ilişki ve dengeyi açıklama yolunda kuramsal bir yaklaşım ortaya atar.
Buna göre insan nüfusu ‘geometrik’, yani katlanarak (2-4-8-16-32-…) artma eğilimi gösterirken, besin kaynakları ‘aritmetik’ yani ‘lineer’ (1-2-3-4-5-6-…) artış içindedir. Dolayısıyla insan nüfusunun geometrik artışıyla besin kaynaklarının aritmetik artışı arasında zaman içinde uçsuz-bucaksız hale gelmesi kaçınılmaz olacak dengesizlik Malthus’a göre bir şekilde giderilmek durumundadır.
İşte insan denen hayvanın toplumsal dünyasında tarih boyunca karşımıza çıkan savaşlar, açlıklar ve salgınlar bu dengesizliği ortadan kaldıran başat hadiseler, daha doğrusu, Malthusçu dille söylemek gerekirse, tedbirlerdir. Malthus adeta bunları insanlığın iyiliğe saymakta ve (‘positive checks’ diyerek) olumlamaktadır.
Thomas Robert Malthus (1766-1834)
* * *
Malthusyen nüfus denge teorisi bu haliyle elbette korkunçtur ve her ne kadar Darwin’in doğal seçilim yoluyla canlı türlerinin kökeni ve çeşitliliğine ışık tutmaya çalışan evrimsel düşüncelerini beslemiş olsa bile kapitalizmin insan için yıkıcı işleyişine yönelik eleştirel yaklaşımıyla ayırt edilen Marx’ı da o ölçüde rahatsız etmiştir.
Doğal seçilim yoluyla türleşme kuramını geliştirmede Darwin’e ilham kaynağı olmuş Malthus, Marx için düşmandır.
Çünkü Malthus’un arkasında Jeremy Bentham vardır.
Pragmatizmin öncüsü ve kapitalizmin düşünsel-felsefi mimarlarından olan İngiliz filozof Jeremy Bentham’ın düşüncelerine serbest rekabetin yüceltilmesi damgasını vurur. Malthus, besin kaynaklarının insan türü için kullanımında nüfus artışına bağlı olarak beliren kısıtlılık ve yetersizliğin rekabet temelinde savaşlara yol açacağını ileri sürerken işte Bentham’ın bu düşüncesinden esinlenmiştir.
Salgınlar ve açlık da aynı nüfus baskısıyla ortaya çıktığında yine en güçlü, dayanıklı veya bağışık olanlar ayakta-hayatta kalacaktır.
Dolayısıyla savaş, kıtlık, salgın iyidir-olumludur.
Denilebilir ki savaşta selamet, açlıkta bereket, salgında sağlık vardır Malthus’a göre!..
Jeremy Bentham (1748-1832)
* * *
Kendi döneminde kapitalizmin daha da iyi mayalanmasına hizmet etmiş, sonrasında ırkçı-öjenik arayışlara da meşruluk zemini sunmuş Malthus’u, ona rahmet okuturcasına çağrıştıran bir dünya hali içindeyiz bugün!..
Karşı karşıya olduğumuz, kıyamet alâmeti gibi hadiselere ve şahsiyetlere baktığımda ben Malthus’un hayaletinin üzerimizde dolaştığı vehmine kapılmaktan alıkoyamıyorum kendimi.
Trump mı?.. Altından Malthus zuhur ediyor.
Suriye, Putin, Esad, İdlib, Erdoğan mı?.. Altlarından Malthus zuhur ediyor.
Korona mı?.. Altından Malthus zuhur ediyor!..
* * *
Malthus’u bir şeamet tellalı gibi bana çağrıştıran bu duruma önce makro ölçekte bakalım!..
Doğanın insan denen hayvana tanıdığı nüfus limitinin paleodemografi uzmanlarının değerlendirmelerine dayanarak 5 ile 10 milyon arası olduğunu söylemek mümkün. 10 bin yıl kadar önce gerçekleşen Tarım Devrimi’nin başlangıcında yeryüzünde insan denen hayvandan 5 milyon kadar olduğu kuvvetle tahmin edilmekte.
Tarımdan endüstriye, elektroniğe ve nanoteknolojiye açılan ‘insanî-zaman’ diliminde bu nüfus 2050’de 10 milyar olacak.
10 milyondan 10 milyara bu ‘ultra-geometrik’ artış, mevcut yaşam kaynaklarının bırakın aritmetik artışını, gayet ‘ritmik’ şekilde her geçen gün azalmasına da yol açmakta.
* * *
Geçerken not etmeli: Bir dönem Malthus’un ‘berbat’ öngörüsünün fiyasko olduğunu endüstrileşmeye fazla bel bağlayarak ileri sürenler de olmuştur. Özellikle, gelişmiş-endüstri toplumlarında nüfus artışının ciddi düşüş göstermesi, diğer taraftan da endüstriyel tarıma geçilmesi sonucu yiyecek arzının artışı işaret edilerek…
Ama bugün, böyle iyimser bir ‘Malthus-reddiyesi’ne gitmenin hayli uzağındayız.
Bugünün küresel, post-endüstriyel ve postmodern (tüketime-endeksli) kapitalist dünyasında nüfus artışının durmaksızın ve geometrik sürdüğü coğrafyaların hiçe sayılması imkânsız. Üstelik bunun siyaseten teşvik edildiği hatırı sayılır örnekler de (“En az, üç çocuk!”) hemen önümüzde duruyor
Öte yandan doğal kaynakların toprak, su, maden, fosil, fauna-flora (hayvan-bitki örtüsü) olarak hızla tükendiği bir ortamda tarımı istediğiniz kadar makineleştirip endüstriyelleştirin, bunun hiçbir kıymeti harbisi yok.
İnsan nüfusu, elbette önceki dönemlere göre biraz yavaşlamış olmakla birlikte yine de harıl harıl artmaya devam ediyor.
Besin başta olmak üzere doğal kaynaklar ise hızla azalıyor, eksiliyor, tükeniyor.
* * *
O yüzden Suriye iç savaşının altı kazındığında çatışmalar başlamadan 4 yıl öncesinde kendini göstermiş, Suriye tarihindeki en büyük kuraklık, dolayısıyla kıtlık ve açlık tehlikesi karşımıza çıkıyor.
Geçti-bitti denilirken İdlib’te tekrar sökün edip Türkiye’yi Esad rejimiyle (Rusya’yı adeta nihai raconu kesecek mahalle kabadayısı konumuna oturtarak) karşı karşıya getiren çatışmaların altyapısında da susuzluk, kuraklık, açlık ve tüm bunları tetikleyen nüfus baskısı var.
Trump’ın Meksika sınırına dikmeye çalıştığı duvarın ve ülkeden sınır-dışı etmeye çalıştığı göçmenlerin; Avrupa ülkelerinin, Erdoğan’dan bu topraklarda tutmasını istedikleri, kendilerine salıvermemesi için akla karayı seçtikleri milyonlarca Suriyeli sığınmacının altyapısında da nüfus baskısı var.
Ve işte en son Korona virüsü… 1,4 milyar nüfusuyla Çin’den dünyaya yayılan salgının alt yapısında da doğal çevre üzerinde insan nüfus baskısı var.
* * *
Önceki günlerde BBC Türkçe’de Prof. Tim Benton tarafından kaleme alınmış çok önemli ve çarpıcı bir yazı yayımlandı. Orada kaydedildiği üzere, son 50 yılda hayvanlardan insanlara evrimleşmiş virüslerle geçerek hızla yayılan salgın hastalık patlamasındaki artışın sebebi, hayvanların yaşam alanlarının yok olması ve onların yeni yaşam alanı arayışında çaresiz olarak artık yeryüzünün neredeyse her köşesini kendine tahsis etmiş insanlarla içi içe olmaları.
Yani vahşi doğa, ‘kültürel taarruz’ karşısında yok oldukça, o doğanın içinde olması gereken yaban hayvanları da insanla iç içe bir yaşama, şehir ortamlarına uyarlanmaya zorlanıyor; çünkü onlara da beslenecek kaynak kalmadı diyor Prof. Benton…
O yüzden rakunlar, sincaplar, tilkiler, kuşlar, çakallar, maymunlar şehir içindeki yeşil alanlara, parklara iniyor ve insanların atıklarının bulunduğu çöplüklere dadanıyorlar.
İşitmiyor ya da okumuyor musunuz, şehre inen kurtların, domuzların, ayıların haberlerini yaşadığımız bu ülkede de?!..
Deniz kenarından on kilometrelerce uzaktaki İstanbul semtlerinde martılar masmavi deryanın değil, çöp deryalarının üzerinde pike yapıyor.
Yine geçenlerde, oturduğumuz sitede bir komşu anlatıyordu. Özenle peyzajı yapılmış bahçede yılanlar ve yılan yumurtaları çıkmış; bunca zaman hiç görülmemiş bir şey olarak!..
Neden, çünkü sitenin karşısındaki geniş doğal arazi de ranta açılıp betona boğulmak üzere kazılmaya, alt üst edilmeye başlanınca, kendilerine son bir doğal korunak olarak orayı seçmiş yılanlar çaresizlikten bizim sitenin bahçesine kaçmışlar.
Daha doğrusu ‘sığınmışlar’!
Tıpkı Suriyeli sığınmacıların yaptığı gibi!..
* * *
Tabii hemen hak yemeden belirtmem gerekir ki bizim site sakinlerinin, çoluk-çocuk bir tedirginlik yaşanmasına rağmen bahçeye sığınan ‘mülteci yılanlar’a yaklaşımı gerek dünyanın gerekse bu ülkede çoğu insanın Suriyeli mültecilere yaklaşımından çok daha anlayışlı, insaflı ve vicdanlı göründü bana!..
Ama sonuç değişmeyecek. Önlemler Suriyeliler, Afganlar ve diğer insan sığınmacılar kadar yılanlar, tilkiler, rakunlar, maymunlar, ayılar, martılar, hatta kediler ve köpekler için de alınacak.
Gel gelelim bu hır gür içerisinde bize ha bire Malthus’u yankılarcasına nüfusun doğal kaynaklar üzerinde yarattığı basınca dayalı savaşlar, açlıklar, salgınlar da devam edecek.
* * *
Peki bunlardan Malthus’un teorisinin kayıtsız-koşulsuz kabulüne mi varıyoruz?
Hayır.
Başta söyledik, Malthus, Bentham’dan hareketle ‘serbest rekabet’ pratiğine dayandırıyor görüşlerini. Yani yatırım, büyüme, kâr yolunda serbest rekabet… Ve bu serbest rekabetin olumlamasına gidecek şekilde formülleştiriyor kuramını…
Nüfus baskısı ile bozulan dengenin çözümü olarak savaş, açlık ve salgın dolayımıyla kendini gösterecek serbest rekabeti çıkış yolu yapmakta bize Malthus.
Hâlbuki doğal kaynakların hızla tükenmesine yol açan; kâr diye diye, yatırım diye diye, büyüme diye diye ve tüketim diye diye hem kendi içinde hem de doğal çevre karşısında rekabetçi ekonomi-politik işleyiş tetikliyor savaşı da açlığı da salgını da…
Malthus için rekabet, tünelin ucundaki ışık.
Bizim içinse, içinde olduğumuz kopkoyu karanlık tünele açılan kapı.
Tünelden çıkışın ilk koşulu, ondan vazgeçebilmek!..