İlhan Şeşen’i son yolculuğuna uğurlamak o kadar zordu ki bizim için. Birlikte binlerce kez aynı sahneyi paylaştığımız amcamıza veda etmek…
Burhan Şeşen
70’li yılların başlarıydı. Ankara’dayız. Babam görevi gereği sürekli İstanbul’a gidip geliyor. Yine bu dönüşlerinden birinde elinde küçük bir makara bant ile döndü ve bizi makaralı teybimizin başına çağırdı. Yumuşacık bir ses “İçimde biz özleyiş var/Bitsin diyom bitmiyor ki/Şu dünyada bir tek arzum/Olsun diyom olmuyor ki…” diyordu. Bu güzel sese bir akustik gitar ve obua eşlik ediyordu. Ben İlhan amcamın müzikle ilgilendiğini ilk kez o gün öğrenmiştim. O güne kadar İlhan amcam hukuk fakültesi öğrencisi, okumaya yazmaya meraklı, futbol izlemeyi seven, Beatles’a bayılan yakışıklı bir gençti. Babamların en küçük kardeşiydi. Bu yüzden de çok sevilirdi.

BEATLES VE TOM JONES ÇALARDI
Zaman zaman Ankara’ya geldiğinde mahallede elinde akustik gitarıyla Tom Jones ve Beatles şarkıları çalar araya da birkaç kendi şarkısını sıkıştırırdı. Ben de İstanbul’a gittiğimde Kadıköy Vapur İskelesi’nin üstündeki Muharip ve Gaziler Derneği’ne gelir sağlamak için açılan düğün salonunda çalardı. Gündüzleri de hep provalarla geçerdi. Hukuk’u çok seviyordu ama avukatlığı sevdiğini pek zannetmiyordum.
O zamanlar bir avukatın duruşmalarını anlatan “Petroçelli” dizisinden alıntılar yapar avukatlık ve yargıçlığın öneminden söz ederdi. İlk hukuk bürosunu Kadıköy Altıyol’daki Toraman Han’ın en üst katında açmıştı. Kendisi gibi genç avukat arkadaşlarıyla mesai saatleri sona erdiğinde yazıhanesinde buluşur onlara gitar çalar şarkılar söylerdi. Evlenip Melis ve Fuat doğunca önce Mersin’e ardından da Bursa’ya gitti. Bursa’da bir bankanın hukuk bölümünde çalışmaya başladı. Ama hala şarkılar yazıyor, üretmeye devam ediyordu. Bu arada Gökhan da- Gökhan zaten 12 yaşından itibaren Halk Ozanlarının şiirlerini bestelemeye başlamıştı- bende şarkılar yazmaya başlamıştık. Üçümüz ne zaman buluşsak bestelerimizi çalar, onlara introlar bulur, vokaller yapardık. Sonrasında Ayşe Tütüncü’nün önayak olduğu bir Boğaziçi Üniversitesi konseri. Ardından Hodri Meydan Kültür Merkezi’ndeki bir konser ve Levent Kırca’nın “Kadıncıklar” oyunuyla Gündoğarken’in hayatımıza girmesi.
Önceki gün son yolculuğuna uğurladık İlhan Şeşen’i. O kadar zordu ki bizim için. Birlikte binlerce kez aynı sahneyi paylaştığımız amcamıza veda etmek…
Gökhan da ben de biliyorduk ki ne söylersek söyleyelim hep bir şeyler eksik kalacaktı. Amca’nın içinde hiçbir zaman büyümeyen bir çocuk vardı ve o çocuğun enerjisi sayesinde dur durak bilmeden çalışırdı.
Müthiş detaycıydı. Şarkı yaparken zorlandığını pek düşünmüyorum ama onların düzenleme ve kayıt aşaması amcayı hep düşündürürdü. Her zaman akustik olandan yanaydı. Onun için müzikteki bu dijital çağ onun için pek uygun değildi. Şarkı sözlerinde kılı kırk yarar yazar bozar, bozar yeniden yazardı.
Hiçbir şarkısını geçiştirmezdi. Popüler olsun ya da olmasın bütün şarkıları gerçekten de onun çocuklarıydı. Hatta bir kayıt aşamasında -sanıyorum aranjörümüz de sevgili Tarık Sezer’di- nasıl bir düzenleme istediğini söylerken şarkılarımızın saçlarını tarayalım diye bir istekte bulunmuştu. Buradan da şarkılarına bir evlat muamelesi yaptığı aşikar. Çok çok özel farklı biriydi. Çok kıvrak bir zekası vardı. Bence en az müzisyenliği kadar iyi de bir oyuncuydu. Hatta Levent Kırca ondaki yeteneği görünce tiyatrosuna oyuncu olarak almak istemişti 80’li yılların ortalarında.
Onu tanıyanlar hep bilir. Amcayla birlikteyken hep gülerdik. En kötü durumlarda bile olaylara mizahi yaklaşmaktan vazgeçmezdi. Gerçekten de hepimiz için yeri doldurulmayacak bir kayıp. Ben bile bu yazıyı yazarken hala onun ardından bir yazı yazdığımın farkında değilim. Bu yazının kapanış cümlesi amcadan gelsin ve duygularımı o anlatsın “Sanki hiç gitmemiş hep var gibi…”
Kalın sağlıcakla…