Sanat, insanın varoluşunu ortaya koymasının en yalın ama çözümü ve anlaşılması en zor çabasıdır belki de. Buna rağmen sanatı ısrarla belirli bir çerçeve içerisine sıkıştırmanın peşinde olanların yaşayacağı en büyük hayal kırıklığı da sanatın hammaddesinin aslında hiçbir kalıba sığmamasından geldiğini anlayamamalarından kaynaklanabilmektedir.
Bu yüzden de günümüzde bile ne sanattır ne değildir tartışması devam etmektedir. Bunu tartışan insanların sanatın ne olduğunu bildiği kadar ne olmadığını bilmesi de gerekmez mi? Sanatın yoruma açık olması demek bu konuda yeterli bilgisi olmayanların ahkam keseceği bir alan olduğu anlamına gelmez. Fakat maalesef en fazla konuşanlar genelde en az bilenler olabilmektedir.
Sanat sanat için midir, toplum için midir?
Nitekim dünyanın en saçma tartışmalarından biri de “sanat sanat için midir, sanat toplum için midir” konusudur. Bu soruyu soranlara veya bu sorunun doğru cevabı için günümüzde bile tartışmalarda laf yetiştirenlere şunu sormak isterdim: “Peki, felsefe felsefe için midir yoksa felsefe toplum için midir?”
“Sanat topluma inmeli, insanların anlayacağı şekilde olmalı” diye düşünenlere tek bir sorum var: Peki, felsefe topluma inebilmiş midir? Felsefeyle zerre ilgilenmeyen bir topluma sanatı anlatmak, çarpım tablosunu bile bilmeyen birine trigonometri anlatmakla eşdeğer bir çelişkidir. Sanatı anlamayı bu kadar basite indirgemek, ömrünü sanata adamış insanları da yok saymak değil midir?
Yüzyıllardır sanat nedir tartışmasından bile kimse alnının akıyla çıkamamışken, sanatçının bir eser ile toplumu aniden aydınlatmasını bekleme çabası, bir filozofun hayatın anlamı şudur demesi kadar ironiktir. Velev ki bir filozof bunu iddia etse bile, bir diğeri de bunu zevkle ve zekice çürütecektir zaten. Çünkü böylesine altı doldurulamayan atıflar, burada süreci hiçe sayıp sonuca odaklanan insanların olayın temel noktasını yanlış anlamalarından kaynaklanır. Felsefenin amacı nasıl hayatın anlamını açıklamak değilse, sanatın amacı da toplumu aydınlatmak değildir. İkisi de buna yardımcı olabilir ama asla ikisinin de bu amaca hizmet etme zorunluluğu yoktur. Buna kalıcı bir çözüm sunamazlar. Sadece bakış açıları yaratırlar. Çünkü bunun gibi zor soruların ve hedeflerin tek bir açıklaması yoktur. Tek bir açıklama olması da mümkün değildir, ikisinin de amacı bu soruları derinleştirmek olabilir en fazla.
Felsefe herkesin anlayamayacağı bir şeyse, sanat da herkesin anlayamayacağı bir şey değil midir zaten? Neden sanat söz konusu olduğunda bu görevler silsilesi sanatçının omzuna yüklenir bir anda? Felsefeyi de sanatı da herkes anlamak zorunda değildir. Nasıl ki bir şeyi anlamak için biraz da olsa bilgi sahibi olmak gerekiyorsa, sanatı anlamak için de bilgi sahibi olunması gerekmektedir.
Burada illaki sanatı bilerek zorlaştırıp özellikle anlaşılmamak için çaba gösteren, bununla da aslında ne kadar derin düşüncelere sahip olduğunu kanıtlama çabası içerisinde olanlardan bahsetmiyorum. Bu şekilciliğe bürünenlerin eserleri de genelde lafları kadar belirsizlik silsilesi içerisindedir. Nitekim sanat birikimine sahip insanların onlara soracağı en basit soruya cevap veremediklerinde bu çabalarının nasıl bir yama gibi sırıttığı da aşikardır. Genelde bu şekilciliğe bürünenlerin hedef kitlesi de zaten sanat hakkında az bilgisi olanlardır çünkü onları bu zor kavramlarla örülü anlamsızlığın içerisine çekerek etkilemek istemeleridir esas meseleleri.
Burada söz konusu olan şekilcilerden ziyade gerçek sanatçılardır. Çünkü Gündüz Vasaf’ın “Ressamın İsyanı” adlı kitabında da dediği gibi: “İyi sanatçı kendinden çok şey, başkalarından az şey ister.”
Sanatçı olmak ya da olmamak
Sanatçı topluma bir şey anlatmak zorunda değildir. Keza ortaya koyduğu eserlerdir onu anlatan. Sanatçı öğretmen de değildir. Sanatçı, sadece sanatçıdır. Bunu bir sanatçı ne yapıyorsa o sanattır diyen postmodernizmden ve onun öncesi dadaizm gibi akımlardan bağımsız olarak ele almak lazım çünkü burada sanatı tartışmak değil amaç. Amaç sanatı, ona yüklenen gereksiz sıfatlardan veya yüklemlerden arındırarak ele almaktır. Kuşkusuz özellikle komünizmin, sanatı amacı için nasıl kullandığını, onu desteklemeyen tüm sanat eserlerini yok saydığını, benzer şekilde Amerika’nın modernleşme sürecinde Bauhaus ekolü ile şehirleşmeyi ve Amerikan siyasetine destek sağlamak için kullandığı yapısalcılığı, pop-art ile popüler kültürün eleştirisi adı altında aslında popüler kültüre de bir parça hizmet eden birçok akımı es geçiyorum.
Sanat, elbette sanatçının içinde bulunduğu dönemi de yansıtır ki bu aslında sanatın önemli bir parçasıdır. Burada sanatın, o dönemin kültürüne ve toplumuna ayna tutmasından bağımsız olarak sanatın bir araç olarak kullanılmasından bahsetmek gerekiyor.
Sanat toplumu şekillendirebilir ama şekillendirmek zorunda da değildir. Dönemini yansıtır ama yansıtmak zorunda da değildir. Kendi içerisindeki teknik kuralları bile altüst edebilen bir yapıya sahiptir. Sorun sanata sınırlama getirmenin, onu belirli bir kalıba sıkıştırmanın, sanatın kendisine tezat olmasıdır. Sanatın topluma hizmet etmesi gerektiği gibi bir dayatma da işte bu yüzden yukarıda belirttiklerim gibi sadece sanatı kendine göre yorumlayanların dayatmasıdır.
Her şeyden öte sanatçının, toplumu eğitmek gibi bir zorunluluğu yoktur. Bunun yerine neden toplum sanatı anlamak için daha fazla çaba göstermiyor sorusu çok daha gerçekçi ve tutarlıdır. Sanat toplum için midir, sanat sanat için midir gibi anlamsız sorularla uğraşmaktansa, toplumun sanatı anlamak için ne kadar çaba sarf ettiği sorusunun cevabına yoğunlaşmak çok daha mantıklıdır.
Toplum sanatı anlamak için çaba harcamalıdır, yani önce kendini eğitmelidir. Hazıra konma çabasını yumuşatmaya gerek yok. Her şey emek ister. Sanatı anlamak isteyen de bunu hak etmeli, emek vermeli, okumalı, araştırmalı, incelemeli, kendini geliştirmeli ve sorgulamalıdır. Her şeyi sanatçı anlattıktan sonra bireyin düşünmesine gerek bile kalmaz, ki zaten toplumun yüzyıllardır korktuğu şey de bu değil midir? Düşünmek tehlikeli ve yorucu bir eylemdir.
İtalyancada “scotoma” diye güzel bir söz vardır, anlamı “insan resme baktığında aklında şekilleneni görür”. Özetle; her ne olursa olsun sonuçta sanat, algılanabildiği kadardır.
Sanatı anlamak bir sanatçı için bile ömür boyu süren bir süreçken, emek harcamadan, çaba göstermeden sanatı anlamaya çalışanların serzenişleri bu yüzden samimiyetten uzaktır. Fakat daha da kötüsü anlamadığı halde anladığını iddia edip ahkam kesenlerdir. İşte, asıl mesele de çoğunlukla burada başlar!
Unutmamak lazım ki Hokusai; “Beş yılım olsa gerçekten iyi bir ressam olabilirdim.” dediğinde doksan beş yaşındaydı.
Bu da ilginizi çekebilir: Bütün dahiler uyumsuzdur