21.Yüzyıl cahilleri, okuma yazma bilmeyenler değil, yanlış öğrendiklerini unutamayan, yeniden öğrenmeye, değişime ve dönüşüme açık olmayanlar olacaktır!
Alvin Toffler
Bu hikmetli tespit bizi hayatın içinde yüz yüze geldiğimiz şu gerçeğe götürmektedir:
Geleneğin cahilleri geleceğin cahillerine dönüşmektedir.
Geleneğin cehaleti; kendisini evrenin, insanlığın, hayatın… kısacası her şeyin merkezine koyan ve her şeyin en mükemmelini kendi değer yargıları, kültür ve inancında gören, “ötekileri” ise geri, ikinci sınıf, aşağı, rezil, hain görerek küçümseyen bir zihniyettir.
Öteki olarak gördüğüne insanca muamelede bulunan saygılı bir kişi ile bunun tam tersini yapan hiç bir olur mu? Aynen Kur’an’ın tabiri ile söyleyecek olursak;
“Hiç bilen ile bilmeyen bir olur mu?” (Zümer Sûresi 9. Ayet)
Tarihin en kadim yanılgısı birliği tektipleşme sanmaktır. Tevhid yani birlik farklılıklar içinde olduğu zaman gerçek anlamını bulur.
Tektipleşerek gerçek birliğin yakalanacağı yanılgısı ya da saplantısı kendini her şeyin merkezinde sanmak yanılgısının bir sonucudur. Tektipleşmek bir birlik ve kuvvet oluşturur ancak yarattığı sosyopsikolojik basınç toplumun ve bireyin iç dünyasını parçalar. Büyük çatırdamalar da bu aşırı sıkıştırmadan doğan enerji ile gerçekleşir.
Halbu ki birliğin içinde çokluk – çeşitlilik – çok boyutluluk olduğunda birlik dengeli bir hayat enerjisi olarak birey ve toplumun iç dünyasına yansır. Bu da farklılıklar içinde kenetlenmeyi doğurur. Farklılıklar rahmet okyanusunun sayısız düşünce zenginliklerine insanlığı daldırarak yeni – keşfedilmemiş ufuklara hayal sınırlarının ötesine eriştirir.
Çoklu evren tasarımının fizik bilimi adına ciddi ciddi tartışılır olduğu bir dünyada halâ insanın kendisini evrenin merkezinde sanması engizisyon çağının karanlıklarına benzer bir yanılgıdır. Nasıl zamanında dünyanın geoid şeklinde olduğu kabul edilmemişse şimdi de “bizim evrenin merkezinde olduğumuz” sanılmaktadır.
Halbu ki sanı/zan haktan yana hiçbir şey ifade etmez.
(Necm 28 ve Yûnus 36. Âyetler)
Din meselesinde de aynı egoist mantık bütün dinlerin mensuplarınca işletilmiştir.
Bu “en mükemmel biziz” iddiacılığı daima ötekine tahammülsüzlük ve saygısızlığı beraberinde getirerek birlik – beraberlik içinde yaşama bilincini baltalar.
Din dayatmacılığının şahsiyet -i maneviyyesi şöyle konuşur:
“Biz dünyanın merkezinde ve her şeyin bütün hikmetlerine sahipler olarak Allah’ın dininin yer yüzündeki temsilcileri isek bütün dünya bize benzediğinde Allah’ın cenneti yer yüzünde olacak. O halde herkes bizim gibi inanmalı, yaşamalı ve hatta buna mecbur kalmalı.”
Bu hatada inatla ısrar eden insanlığın tarih boyunca savaşsız geçirdiği süre 3500 yıl içinde sadece 230 yıldır.
İnsanlık inanç ve düşünceleri farklı olsa da bir arada yaşamayı öğrenmenin kendi türünü geleceğe taşıyacağını aksi halde insan türünün evrenin bilinmezlerinde kaybolacağı gerçeğini görmek durumundadır. Bu bilincin gelişmesine katkıda bulunmadan geçirdiğimiz her an bu kozmik sorumluluğun vebalini her birimize yükleyecektir.
Gerçek birlik ve beraberlik ile sahtesi karşı karşıya geldiğinde;
Sahte birlik bilinci: “Bizim gibi düşünmez, inanmazsanız birliğe karşısınız” der.
Gerçek birlik bilinci ise: “Bizim gibi düşünmeseniz ve inanmasanız da birlik – beraberlik içindeyiz” der.
Biri dışlayıcı diğeri kucaklayıcıdır.
Dışlayarak birlik – beraberlik olur mu?
Hoşgörü, sevgi ve saygı ile kim parçalanmış?
Sahte birlik baskı ve dayatmayı, gerçek birlik ise saygı ve anlayışı, müzâkere ve mutâbakatı esas alır.
Bir varoluş yasası olan mutâbakat ilkesi atlanarak nereye varılabilir?
İnsanlığın binlerce yıllık tecrübelerinden ve kendi kişisel tecrübelerimizden çıkardığımız sonuç;
Birlik bir yol değildir. Bütün insanlığın birikimini ve bütün insanları daracık bir patikaya sıkıştıramazsınız.
Yol her şeyi kapsar. Hakikat gökyüzü gibidir.