AK Parti liderinin ısrar ve teşvikine rağmen, 12 Eylül günü gerçekleşecek anayasa referandumuna, mevcut darbe anayasasının Geçici 15. maddesinin kalkmasıyla birlikte TSK komuta kademesinin ve onların emirlerine itaat eden subayların anayasal rejimi şiddet ve cebir kullanarak değiştirdikleri gerçeğinin kayda geçecek olmasından başka bir anlam yüklemek zordur. Kuşkusuz, tarihe düşülecek bu kaydın değeri çok yüksektir ve Erdoğan, tarihe bu kaydı düşmeyi başarmış sosyolojik lider olarak genel seçimlerden hemen önce geniş bir kitlenin saygısını ve sevgisini harlandırmış olacaktır. Fakat iktidar sözcülerinin, bu gerçeğin fazlasıyla ötesine geçen takdimlerindeki bütün unsurlar (darbe anayasasının sona erdiği, köklü reformlar yapıldığı vs.) boştur, boşunadır, anlamsız ve beyhudedir.
Aksine, Türkiye, referandumda çıkacak ‘evet’ kararı ile 12 Eylül darbe anayasasından da, onun vesayetçi ruhundan da kurtulmuş olmayacaktır. Eğer iktidar vesayet rejimine gerçekten son vermeye niyetli olsaydı bu anayasanın vesayetçi ruhunu kabzeder ve anayasanın egemenliğin kullanımını düzenleyen 6. maddesini değişiklik paketine koyardı.
12 Eylül darbe anayasasının ruhu, 1960 darbesinin Atatürk’ün anayasasındaki egemenliği kayıtsız şartsız millete ait kılan ilkeyi çürüten düzenlemesidir ve getirdiği değişiklikle egemenliğin kullanımını milletten (ve onun temsilcisi TBMM’den) alarak anayasada sayılan organlar arasında paylaştırmıştır. Siyasi rejimin vesayetçi karakteri, egemenliğin kullanımını anayasal organlar arasında paylaştıran bu ruhtan enerji almaktadır. İktidar, bu ilkeye dokunmamakla vesayet rejimine son verecek en önemli hamleyi yapmamış olmaktadır.
Birtakım kurumların egemenliğin bölüşümünden pay almasına hiçbir itirazı olmayan, tam tersine, yapısal bakımdan sorunlu bu kurumları ele geçirmeyi siyasi yöntem yapmış muhafazakar aklın girişimine nasıl değişim diyebiliriz?
İnsanlık tarihinin görkemli sıçramalarına katılmak varken kötüler arasında iyi gibi görüneni seçme pazarlıkçılığının takdire şayan nesi vardır?
AK Parti iktidarı, 12 Eylül darbesini ve onun yazılı belgesi olan anayasanın darbecilere sağladığı yargı bağışıklığını kaldırmanın önemine atıfla bizden referandumda ‘evet’ oyu vermemizi istiyor. Sırf bunun için bile ‘evet’ oyu tabii ki verilebilir, ama darbe anayasasında yapılacak bir tashihle Türkiye’de derin nefes alınacak demokratik iklimin nihayet başlayacağını düşünmemizi kimse bekleyemez.
İktidar, birinci düğmeyi yanlış ilikleyerek kalkıştığı bir dizi yanlışlığı verili durum kabul edip yapılabileceklerin limitinin kendi ufkuyla sınırlı olduğunu hicap duymadan propaganda edebiliyor!
Zaten muhafazakarlık, neden yapılamayacağı üzerine kafa yormanın ahlakı ve siyasetidir. Mevcut iktidar döneminde yeni, sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapmayla ilgili yaşanan tüm olumsuzluklarda sorunun özü budur.
Muhafazakar akıl, seyreltilmiş idealizm ve dindarlık, buna mukabil zenginleştirilmiş realizm ve dünyevilik demektir. Muhafazakar hırs, dünyalığını zenginleştirmek için kurduğu reaktörde ihtiyaç duyduğu yakıtı ahlaki değerlendirmeye dönüp bakmaksızın her kaynaktan alabilmektedir.
Oysa bir siyaset eğer tarihi muhatap alıp konuşacaksa, bütün iktidarları halka devredip istibdadı yerle bir edecek şuurun üretilmesi üzerine kafa yorar.
Şimdiki durum ise şu soruları sorduruyor bize: Anayasa değişikliğiyle yargının zorbalığından kurtulacağız diye darbe anayasasını ve onun vesayetçi ruhunu kabul etmek zorunda kalmamızın neresinde sevinilecek bir şey vardır?
Muhafazakar iktidar neden yetinilecek işlere kalkışıyor da, milletin önünü açacak sahici umuda girişmiyor? Neden yetinmek ve tahammül etmek mecburiyetinde olalım?
Anayasa değişiklik paketindeki maddelerden oluşan dekorun hiçbir önemi ve anlamı yoktur. Anlamlı olabilecek tek şey milletle birlikte yeni anayasa yapılmasıydı. İktidarın tek yapmadığı da bu oldu ne yazık ki.
Gerçek şudur ki, seçmen, siyasi mülahazalar ve yan etkenlerle referandumda ‘evet’ veya ‘hayır’ tarafına geçecektir. Geçilen taraflar, gerçek anlamda değişimle değil, saray kavgasında taraf tutmakla ilgilidir.
Aslında referandumda normal ve makul olan, 12 Eylül anayasasını da onun yamalanma girişimini de yoksaymaktır.
Vesayeti dilinden düşürmeyen ama egemenliği anayasada sayılan organlara kullandıran vesayete dokunmayanlara kızgınlık boykot refleksini teşvik etmektedir.
“Yeni anayasa” ve “kısıtlanmamış demokrasi” talep eden beklentiyi CHP-PKK-MHP safında sayan iktidara ve bileşenlerine öfke kaçınılmaz biçimde boykot niyetini karara sevketmektedir.
Yeni anayasa gereğine dönüp bakmayan ama sözde değişiklik paketini yeni anayasa gibi takdim edenlere tepki boykot arzusunu ayaklandırmaktadır.
Referandum zaferinden sonra iktidarın ve iktidar bileşenlerinin muktedirlik şımarıklığının azgınlaşacağı ihtimali boykot seçeneğini vazgeçilmez kılmaktadır.
Gelin görün ki darbeciler, cuntacılar, vesayet rejiminden yana olan herkes, yargı kurumlarında hizipçi, klancı hegemonyanın devam etmesi, Anayasa Mahkemesi’nin TBMM’nin üzerinde bir egemenlik ortağı olarak dikilmeyi sürdürmesi, darbecileri cesaretlendirecek her türlü düzenlemenin yerinde durması için mevcut değişikliklere ‘hayır’ denmesini istedikçe herşeye rağmen ve bütün olumsuzluklara karşın ‘hayır’ sancağının altında olmak haysiyetimizi, vicdanımızı ve değişim irademizi irkiltmektedir.
Referandumda ‘evet’ diyerek değişim iradesine destek vermemizin temelinde yeni anayasanın yapılabilmesi için elverişli zemini oluşturmaya katkı sunma arzumuz vardır ve bu yönüyle SP lideri Kurtulmuş’un “12 Eylül’de evet, 13 Eylül’de hayır” sloganı halet-i ruhiyemizi iyi ifade etmektedir.
Yoksa, SP’yi değişimin hararetli volkanı olmaktan çıkarıp sönük, donuk, içi geçmiş, durağan ve statik bir makam-mevki vasatı haline getirmeye ahdetmiş Asiltürk-Kazan organizasyonunun gönülsüz de olsa referandumda ‘evet’ denmesini evla bulmasıyla bizim hissiyatımızın uzak yakın alakası yoktur. Çünkü her bakımdan bellidir ki Asiltürk-Kazan organizasyonunu referandumda ‘evet’ demek zorunda bırakan reel durum, SP içindeki bölünme krizi sırasında Kazan’ın Sav’la pişirdiği entrikaya bir de ulusalcı-vesayetçi cephenin neferi gözükme olumsuzluğunun ilave edilmemesi kaygısıdır. Yoksa Kazan’ın, CHP’nin entrika menbaı Sav’la pişirmeye memur edildiği projenin Kurtulmuş’u devirme planından fazlasına tekabül ettiğini kestirmek zor değildir. Asıl pişirilen, AK Parti’yi iktidardan edecek CHP eksenli koalisyonun parçası olma arayışıdır. Sav’ın her uzatılan mikrofona, Kazan’la görüşmesini CHP-MSP koalisyonundaki kabine dostluğuna bağlaması ve dikkatle seçilmiş bu hatırlatmayı yapması boşuna mı sanıyoruz? 28 Şubat’ın Meclis’teki siyasi temsilcisi olarak büyük gayretler göstermiş CHP’nin bir anda 28 Şubat muhalifliğine terfi etmesi ve Erdoğan’ı Erbakan’a ihanetle suçlamaya başlaması tesadüfi midir?
Bu ve benzeri yan ayrıntıları zihnimizin köşesine not ettikten sonra şunu söylemek gerekir ki, bu satırların yazarı açısından referandumun doğuracağı hiçbir anlamlı sonuç yoktur. Bu nedenle sandıkta ‘evet’ diyecek olmamız, tarafların başlangıç önermeleri bakımından anlam ve değer taşımaktadır.
Referandumda ‘hayır’ denmesini propaganda eden odaklar açısından başlangıç önermesi, vesayetçi rejimin kurumlarıyla devamı uğruna verilen mücadeleye katılıp katılmama denklemi üzerine oturmaktadır. Değişim, özgürlük ve adaleti kendisine bayrak yapmış bir vicdanın böyle bir mücadelede ne işi olabilir?
Buna karşılık ‘evet’ demek üzere biraraya gelenler bakımından başlangıç önermesi, şu anki propagandanın (vesayet ve darbeciliğin bu referandumla tarihe gömüleceği yanıltmasının) aksine, Geçici 15. maddenin kaldırılmasıyla birlikte 12 Eylül askeri darbesine yönelik dava süreçlerinin başlaması sayesinde askeri darbenin, 1982 tarihli anayasa referandumunda kazandığı sandık meşruiyetine son verilecek olmasıdır. Bu değişim iradesinin yeni bir anayasa yapmayı kolaylaştıracağı varsayımı da bu konudaki temennimiz ve iyiniyetimiz olabilir. Belki Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı (başkanlığı?) döneminde ve 2011 genel seçimleriyle oluşacak yepyeni Meclis vesilesiyle Türkiye, yeni, sivil, kısa ve özgürlükçü anayasasını milletle birlikte yapma fırsatını bulabilir.
12 Eylül’de ‘evet’ dedikten sonra 13 Eylül’den itibaren özgürlükçü yeni bir anayasa yapılana dek eleştiri kılıcımızı asla kınına sokmayacağımızı şimdiden ilan ediyoruz.