Çoğumuz en az bir kez hafif ya da şiddetli seyreden gıda zehirlenmesi yaşamışızdır. Daha çok yaz aylarında görülen gıda zehirlenmesini kimimiz -hafif semptomlarla- evde atlatırken, kimimiz hastanenin yolunu tutmuş, önce serum, arkasından antibiyotik tedavisi görmüşüzdür. İyileşme hali, kısa sürede yaşadığımız o ‘sancılı’ rahatsızlığı unutturur. Biz rahatsızlığa yol açan bulgular geçtiğinden iyileştiğimizi sanırız ama bağırsaklarımızın bozulan dengesi nedeniyle orta ve uzun vadede bazı ciddi hastalıklara yakalanma olasılığı doğmuştur artık.
Uzmanlık alanı nükleer tıp olan, bununla beraber fonksiyonel tıp ve koruyucu hekimlik danışmanlığı da yapan Prof. Dr. Nilüfer Yıldırım’la bütüncül sağlığımız açısından büyük önem taşıyan bu konuyu masaya yatırdık. Başta gıda zehirlenmelerinin neden olduğu bağırsak hastalıkları olmak üzere toplumun neredeyse yüzde 80’inin şikayetçi olduğu rahatsızlıkları ve tedavilerini konuştuk. Prof. Yıldırım, yeme alışkanlıkları konusunda da dikkat çekici bilgiler verdi.
Yaz aylarında gıda zehirlenmelerinin artmasının nedenleri nedir?
Sıcaklıkla birlikte ürünlerin içeriğindeki mikropların üreme hızı artıyor. Kalabalık tatil yerlerinde, turistik mekanlarda özensiz mutfaklar ya da bulaşla hazırlamış yemekler de gıda zehirlenmelerine neden olabiliyor. Bir de tatil döneminde hem daha çok hem de daha sağlıksız gıdalar yiyoruz. En temel nedenler olarak bunları sayabiliriz.
Gıda zehirlenmesi vücutta nasıl hasarlar bırakıyor?
Gıda zehirlenmelerindeki en önemli süreç akut dönemin geçmesi olarak görülür, yani ishal geçecek, ateş düşecek, karın ağrıları dinecek. Oysa bunlar yaşanırken bağırsaklarda olan değişiklikler veya kullanılan tedaviler yüzünden belki aylar sonra bile ciddi sorunlarla karşılaşılıyor.
Ne gibi sorunlar?
Normalde bağırsaklarımızın hareketi çıkışa doğru, yani yukarıdan aşağıdır. Buna ‘peristaltizm’ denir ve boşaltım fonksiyonu için gereklidir. Gıda zehirlenmesinde toksinleri vücuttan atabilmek için bu hareket hızlanır; verilen tedavilerse bunu yavaşlatır. Bu nedenle içeride kalan toksinlere maruz kalma süresi ve miktarı artar. Ayrıca mikrobik bulaşı tedavi etmek için kullanılan antibiyotikler -seçici olamadığı için- probiyotik, yani faydalı olan dost bakterileri de öldürür. Dost bakteriler azalınca, yerine ‘fırsatçı’ mantarlar ya da bizim hiç sevmediğimiz patojen bakteriler yerleşir.
Bağırsaklar tahriş oluyor
Yani şiddetli bir gıda zehirlenmesinde bağırsağın hareketi, içindeki bakterilerin düzeni, sayısı, içeriği bozuluyor?
Evet. İşin içinde sadece bakterilerdeki değişmeler yok. Diyelim bakteriler değişmedi, kişi antibiyotik kullanmadı, kendi florasını bir şekilde düzenledi ama bu kez de bağırsağın hareketlerinde sapma oluyor. Bağırsak hareketlerinin o kadar özel bir nöral- sinirsel- alt yapısı var ki. Bağırsağa ‘ikinci beyin’ derler, aslında bağırsak, embriyolojik hayatta nöral yapının ilk geliştiği organdır. Yani anne karnında vücutta ilk gelişen sinirsel sistem bağırsak sistemidir, beyinden önce gelişir.
Ayrıca bağırsakların iç yüzeyini kaplayan, hücreleri koruyan mukus tabakası, sıvı kaybı ve burkulma nedeniyle hasarlanır. İshal, ateş, karın ağrıları geçer ama sonuçta elimizde kalan, tahriş olmuş ve savunmasız bir bağırsaktır.
Ağır gıda zehirlenmeleri sonrasında neler yapılmalı, neler yapılmamalıdır?
Öncelikle kayıplar yerine konmalıdır. Akut dönemde damardan sıvı-elektrolit takviyesinin amacı da budur. Çünkü ishal genelde bulantı, kusmayla birlikte olur ve hastanın sıvı alması pek mümkün olmaz. Bağırsak hareketlerini düzenleyene kadar yiyeceklere ameliyat sonrası gibi ya da bir bebeğe ek gıda başlar gibi başlamak gerekiyor. Önce sıvılar, püre halinde olanlar, bu arada yağlılardan, şekerlilerden kaçınmak, hele ki paketli gıdalardan asla yememek gerekiyor. Haşlanmış patates, muz -çok ciddi potasyum kaybı oluyor, bunu karşılamak için muz iyi bir tercihtir- yemek, elektrolit içeriği olan sıvılar tüketmek (maden suyunun gazını kaçırıp içmek ya da su ile karıştırıp içmek veya ayran), potasyum içeriği olan meyvelerle de elektrolitleri ve sıvıyı desteklemek önerilir.
Ciddi bir gıda zehirlenmesi geçirildiyse, sonrasında sindirim restorasyonu da şarttır. Yani sindirim bariyerini tamir etmek gerekir. Mukusuyla, hücrelerin arasındaki o sıva malzemesiyle, bakteriyel florasıyla, hücreleriyle, bağırsak hareketleriyle, tüm bunları onarmak.
Bağırsaklarımızın florasının bozulduğunu nasıl anlarız?
‘Dost bakteriler’, yediğimiz yemeklerin bizim sindiremediğimiz kısmını bakteriyel enzimlerle sindirirler. Bağırsak florası bozulduğunda, bazı şeyleri sindirememeye başlarız. Gaitada sindirilmemiş besinler görülür. Yemekten hemen sonra gaz olur veya daha yemek bitmeden karın şişer. Ya da kokulu geğirme olur. Bunlar vücudumuzda normalde olmayan amonyak, metan gibi gazlardır ki ‘fırsatçı’ bakterilerin ‘çıktısı’dır. Bir diğer belirtiyse aş ermelerdir. Normalde enerjimiz azalınca beslenme ihtiyacımız olur ama kimsenin canı durduk yere çikolata şelalesi veya bol şerbetli tatlı çekmez. Eğer özellikle şekerli şeylere aş erme varsa, bu da patojen bakterilerin belirtilerinden birisidir, çünkü onlar şekerle beslenirler.
İrratabl bağırsak sendromunun nedeni de ciddi gıda zehirlenmeleri midir?
Geçirgen bağırsakta da huzursuz bağırsak sendromunda da sıklıkla ciddi bir gıda zehirlenmesi hikayesi vardır evet. Ama her gıda zehirlenmesi huzursuz bağırsak sendromuna neden olur diyemeyiz.
Huzursuz bağırsak sendromunda hafif uyarılara bile -yiyecek, stres, hormon, çevresel koşullar olabilir- aşırı tepki veren, aklı karışmış bir bağırsak vardır. Kas ve sinir ağı öyle hassaslaşmıştır ki, ne zaman ne şiddette ve nereden nereye doğru kasılacağını tahmin etmek güçtür. Sağlıklı bireylerde beyinle bağırsağın arasında sıkı bir bağ olduğunu biliyoruz ama huzursuz bağırsak, beyinden bağımsız olarak da kasılabilir ve burkulmaya başlar. Durduk yerde ishal olmalar, karnına kramp girmesi, dışkılama ile geçmeyen rahatsızlık, gaz gibi şikayetler olur.
Çok yaygın bir rahatsızlık mı ve nasıl tedavi edilir?
Modern toplumlarda yüzde 10’un üzerinde olduğu, yani 10 kişiden birinde huzursuz bağırsak sendromu olduğu öngörülüyor. Sebepleri farklı olabilir, birisi de değim gibi ciddi gıda zehirlenmesidir. Tedavisi var ama sonuç yüzde yüzdür diyemeyiz, zira tedavide hastaya bağlı faktörler çok fazladır. Tedavinin amacı, atakların sayısını ve şiddetini azaltmak, böylece hastanın hayat konforunu düzeltmektir. Bunun için öncelikle tetikleyici faktörlerin belirlenmesi ve bir süre uzaklaştırılması çok önemlidir. Bağırsak geçirgenliği ya da florada bozulma da eşlik ediyorsa, bunların tedavisi de düzenlenir ama huzursuz bağırsak sendromunda asıl düzeltilecek şey, bağırsakların hassasiyetini azaltmaktır. Vücudu sakinleştirip tekrar o bazal uyarılma düzeyine dönmeye çalışmaktır. Bunun için meditasyon, nefes egzersizleri önerilir, çünkü bağırsak hareketlerini tekrar eski düzgün haline döndürebilmek için sakinlik gereklidir. Yani kişi tuvalette acele etmeyecek, yemeğini yerken telaşlı olmayacak, öfkesini ifade edebilecek, duygularını ve tepkilerini bastırmayacak. Kısaca stres yönetimi ve bilinçli farkındalığı hayatına dahil etmesi gerekir.
Yani sağlıklı bağırsaklar için yemeklerimizi aceleye getirmeden yememiz de gerekiyor?
Huzursuz bağırsak sendromu olan hastalarımızda -bazı organik sebepler veya tetikleyici faktörler olsa da- genel olarak ortak bir mizaç dikkati çekiyor. Tez canlı, mükemmeliyetçi kişilik yapısı ile stresli olup bunu pek de ifade etmeyenlerin huzursuzluğu bağırsağına vurabiliyor. Kafalarında hep bir plan olan, zihinde üç hamle sonrayı yaşayan insanlar yemeklerini hızlıca ve genellikle de başka bir şeylerle ilgilenirken yerler. Oysa yemek yemeyi düşünmeye başladığımız anda ya da yemeği hazırlarken -sefalik faz- vücudumuzda bazı enzimler salgılanır. Kendimize o süreci sağlıklı bir şekilde yaşamaya izin verirsek, beden, enzimlerini de bağırsak hareketlerini de ayarlar. Buna Mindful yeme -yeme farkındalığı- diyoruz.
Sindirim restorasyonu yaptığım tüm hastalarıma, “Hayatınızdaki en önemli değişiklik, yemek zamanlarınız olacak” diyorum. Bu süreçte kimseye izin vermeyeceksiniz, yemeğinizle aranıza hiçbir şey (tv, telefon, tablet vs) girmeyecek. Siz sadece yemeğinizle ilgilendiğinizde bağırsak, “Yemek geliyor, yavaş yavaş hazırlanayım” diyecek. Ama televizyon açık, ekranda kan gövdeyi götürüyor, böyle ortamda hangi enzim, hangi sindirim! 20 dakika yeme farkındalığıyla bir öğün yediğinizde beş saat tok kalabilirsiniz. Ve hayatınıza devam edersiniz, açlık sizi bölmez, hiçbir yerde işiniz gücünüz yarım kalmaz, mideniz zırt pırt şımarıklık yapmaz. Aslında hayatı yaşamak için kendinize alan açmış oluyorsunuz, getirisi çok fazla. Günde bir öğün ‘mindful yersek’, hayat boyu bizi etkileyecek olan bağırsak huzursuzluğunu da engelleyebiliriz.
Mide asidi vücudumuzun ‘gümrük kapısı’dır
Geçirgen ya da sızdıran bağırsak nedir?
Besin zehirlenmesi sonrasında oradaki yüzey de tahriş oluyor. Bağırsak hücrelerinin hemen yüzeyini koruyan mukus tabakası vardır, yüzey IgA ve yoğun bir sıvıdan oluşur, çok da kıymetlidir. Bütün böyle tabaka olarak kaplar orayı, onu kaybediyoruz. Onu kaybedince hemen altındaki hücrelerin arasındaki ufak ufak aralıklar olmaya başlıyor. Sonrasında kana geçmesini istemediğimiz protein parçacıkları ve toksinler dolaşıma geçmeye başlıyor. Gıda zehirlenmesi bunun sebeplerinden birisi. Bir diğer sebebi, sindirim enzimlerinin yetersiz olması ya da mide asidinin kaybolması. Mide asidi vücudumuzun ‘gümrük kapısı’dır. Tamamı alkali olan bir bedende bu kadar asidik bir mide neden olur? Çünkü oradan geçerken proteinler-toksinler öyle bir aside maruz kalır ki, zarar vermeyecek hale gelirler.
Mide asidi neden kaybedilir?
Mide ilaçları yüzünden. Herkes çerez gibi kullanıyor, bence sağlığımıza sabotaj. Midenin asidini azaltan her ilaç bizim düşmanımızdır, çünkü mide asidi bizim garantörümüz. Ben hastalarıma kontrollü bir şekilde bıraktırıyorum bu ilaçları.
İlaç kullanmadan mideyi nasıl koruyacağız?
Aslında onlar mideyi korumuyor ki! Mideden yukarı çıkan asitli sıvının asidini azaltıyorlar ki yakmasın artık. Ya da reflüyü azalttığı sanılıyor ama asitli sıvı sadece alkali sıvı oluyor ya da safra sıvısı oluyor, yine vereceği zararı veriyor.
Bu konuda bilimsel çalışmalar da var; proton pompa inhibitörü grubundaki bu ilaçların uzun dönem kullanımında mide kanserine bile neden olabileceği kanıtlandı artık.
Mide asidi yeterli olmadığında neler oluyor?
Mide asidi azalan insanlarda -herhalde toplumda bu oran yüzde 70-80 civarıdır- toksinlere karşı ilk güçlü engel zayıflıyor. Ayrıca bağırsağa geçen proteinler, sindirilmemiş, parçalanmamış oluyor, sapasağlam bağırsak bile olsa büyük protein parçacıkları oraya hasar veriyor, tahriş ediyor, derken aradan kaçıyor, geçirgen bağırsak. Halbuki onları mide asidinde pelte kıvamına gelmesi lazım, olmayınca protein parçacıkları büyük gidiyor.
Kronik yorgunluğunuz varsa dikkat!
Geçirgen bağırsağın belirtileri nelerdir?
Geçirgen bağırsakta en önemli belirti, artmış toksin yüküne bağlı gelişen kronik yorgunluktur. Bir de birbirinden alakasız gibi görünen, farklı sistemleri etkileyen, tanımlanamayan rahatsızlık hissi ve ağrılar.
Protein parçacıkları vücuda, kana geçince, vücut için onlar toksin, yani zehirdir. Genelde ya gider eklemlere yerleşir, gezici eklem ağrıları olur. Ciltte kaşıntı, döküntü, kızarıklık ve türlü cilt sorunları olabilir. Veya daha da ciddi olarak beyne gider, sisli beyin olur. Pankreasa yerleşirse insülin direncine yol açar, sinirlere yerleşirse gezici, keskin ağrılar olabilir. En çok görülenler eklem ağrısı ve yorgunluk, halsizliktir. Sabah dinç uyanamaz kişi, çünkü vücutta dolaşan toksinler vardır. Yapay tatlandırıcılar, paketli gıdalardaki koruyucu-katkı maddeleri, vücut tarafından tanınmayan proteinler olduğu için bizim için toksindir ve onlar da buna sebep olabiliyor.
İnterstisyel sistit diye bir şey var, 50 yaş üstü kadınlarda çok sık görülüyor. Hep çişi varmış gibi ama tuvalete gidiyor yok, arada yaparken yanıyor. Bildiğin sistit bulguları ama ortada hiçbir mikrobik sebep yok. İdrar tetkiki yaptırıyor, kadın doğuma gidiyor, hep çişini kaçıracakmış gibi hissediyor bu da bir zaman sonra dışarı çıkmakta çekinceye yol açabiliyor. Sebebi belli olmayan sistitin bulgularının çoğunun sebebi de geçirgen bağırsaktır. Çünkü toksinler oraya da yerleşmeyi seviyorlar.
Geçirgen bağırsağın bir diğer sebebi de strestir. Az önce yüzeyi koruyan sıva tabakasından bahsetmiştim; stres hormonlarımız işte o tabakayı azaltıyor. Bu da yine aynı şekilde geçirgen bağırsağa neden olabiliyor.
Nasıl tedavi ediliyor?
Geçirgen bağırsakta mide asidini artırıyoruz, dışarıdan gelecek protein parçacıklarını -üç, beş kalemdir- bir süreliğine beslenmeden çıkarıyoruz, bağırsağın iç yüzeyini sıvayla kapatıyoruz, hücrelerin arasını sıkılaştıracak aminoasitler veriyoruz ve bağırsağın florasını destekliyoruz. Bunları yaptıktan sonra yeni gıdaları yavaş yavaş veriyoruz. Bütün bunları yaparken karaciğere destek olmak, detoks fonksiyonunu desteklemek için bazı enzimler, vitaminler, mineraller de veriyoruz. Altı-sekiz haftada çözülüyor ve hastanın hayatı değişiyor. Bu süreçte stres yönetimiyle ilgili de bilgilendirme yapıyoruz.
Disbiyozis nedir?
Sıklıkla sindirim kanalındakiler gündem olsa da vücudumuzun dış dünya ile temas halinde olan her yeri özel bir florayla kaplı. İnsan vücudu kendi hücreleri ve diğer mikroorganizmalarla birlikte bir yaşam ortamı oluşturuyor. Bu mikroorganizmaların tümüne ‘mikrobiyota’ diyoruz. Biyozis, sağlıklı yaşam ortamı demek. Disbiyozis ise bu ortamın fonksiyonunda veya içeriğinde bozulma demek. Bağırsak için konuşuyorsak, bağırsak florasının içeriğinin, miktarının veya yerinin değişmesi diyebiliriz.
Bağırsak için soruyorum; nelere yol açar?
Her türlü patojen-fırsatçı bakterilerin ve mantarların yerleşmesine neden oluyor, ondan sonra zaten kısır döngü; karaciğer yağlanması, obezite, Tip 2 diyabet, haşimato, sedef gibi otoimmün hastalıklar, Alzheimer, depresyon ve kansere kadar gidebilir. Artık disbiyozis ile kronik iltihabi süreç arasındaki ilişki kanıtlanmıştır, hiç şüphe yok.
Ciddi birçok hastalık bağırsakla ilgili gibi?
Mantıklı değil mi, girdi oradan. Vücudumuzu bir işlemci gibi düşünelim; bağırsağı iştahımızın parçası gibi değil de input işlemcisi olarak görmeye başlamalıyız. Bu kutsal bir sistem ve girdileri denetlemek elimizde.
Mide ilacını kendi başınıza bırakmayın!
Mide asidini dengelemek, yükseltmek için ne yapılır?
Mide ilaçlarını bırakmak gerekiyor ama burayı altını çizerek söylüyorum; kimse kendi başına mide ilacını bırakmasın. Bu kolay bir iş değildir. Tıpkı bir antidepresanı ya da uzun süredir kullanılan tansiyon ilacını bırakmak gibidir. Mutlaka doktor kontrolünde yapılması gerekir. Yoksa mide asidi birden artıp, yemek borusunun mideye açılan kısmında hücresel değişikliğe neden olabilir (Barret özefagus) ve hatta yemek borusu kanserine kadar gidebilir. Mide asidini artırmak için kullandığımız şeyler var; sirke bunlardan biri, doğal da olduğu için hastalar daha kolay tolere ediyor. Sirkeden fayda görmeyenlere, betain HCl gibi enzim destekleyiciler, takviye gıdalar vardır, yemekten hemen önce veririz.
Mide asitlendikçe yemek borusunun altındaki kapakçık da kendisini korumaya başlar. Aşağıda asit var ya kapanmayı tekrar öğrenir, reflü de azalır. Mide asidi dengeye girince kişi canlanır; zihni keskinleşir, enerjisi artar, metabolik esnekliğine tekrar kavuşur.
Neden aç değilken yeriz?
Aç değilken yememizin birkaç sebebi var. Organik bir sebebi yoksa genellikle bedenimizi bir biyoritme alıştırmış oluyoruz; uyanınca kahvaltı yapılır, öğle tatilinde yemek yenir gibi. Yani bir nedeni, sosyal hayatın getirdiği bedensel şartlanmalar. İkincisi, sosyal hayatın kendisi; bütün buluşmalarımız ilişkilerimiz yemek üzerine kurulu. Üçüncüsü de insülinimizin şımarıklığı. Bir süre sık sık yemek yediğin zaman insülin, ‘nasılsa geliyor’ şımarıklığa giriyor.
Bir dönem az az sık sık yemek öneriliyordu?
Yanlış. Doyana kadar ye, kalk ve konuyu kapat. Doğadaki canlılara bakın; acıkana kadar yemeği düşünmezler, acıkınca da bulduğunu yer, sonra hayatlarına geri dönerler. Bizim de bunu yapmamız lazım.
Pek çok hissi açlık sanıyoruz
Yeme farkındalığını nasıl kazanabiliriz?
Bir şey yerken neden yediğini, ne hissettiğini, tadını-tuzunu, neye yaradığını, neye hizmet ettiğini, neye hizmet etmediğini bilmek, bunun farkındalığına varmak, açlığını ve tokluğunu tekrar canlandırmak için; açlığı ve tokluğu anlayabilecek kadar bilinçli farkındalıkla kendini gözlemlemek önemlidir. Mesela sabah acıkana kadar yemeyeyim, bakayım kaçta acıkıyorum? Peki acıktım diyelim, canım ne istiyor? Acaba aş erme gibi şekerli şeyler mi istiyor, yoksa sadece o an enerjiye dönüşecek bir besine mi ihtiyacın var? Bunu bilinçli farkındalıkla acıkmadan yemeğe oturmayı düşünmeden, doyunca yemeği sonlandırarak ve en azından ilk lokmayı kokusuyla, dokusuyla, tadıyla anda kalarak yemekle başlayabilirsin. Yemek farkındalığının başlangıcında hisleri tanımak var.
Açlıkla karıştırdığımız çok fazla his var. Susuzluk bunların başında geliyor, can sıkılması, boşluk hissi, merak, uykusuzluk… Birçok duyguyu açlık sanıyoruz. Bunu anlayabilmemiz için de diğerlerini denememiz lazım. Onları denedik halen mı geçmedi, o zaman gerçekten aç olabilirim, açsam da yiyebilirim. Sezgisel yeme yeteneğine kavuşabilmek için hisleri tanımak bunun için de yemeğe yanlış etiketler koymamak gerekli. Yemeğe kısıtlanması gereken bir şey muamelesi yapmak, kalori hesapları, diyet kültürünün zorlamasıdır. Ama aksine işlenmiş toksik çöp gıdaları cazip hale getirerek doğru seçim yapmamızı engelliyor. Çünkü beyin şöyle düşünüyor: Yasaksa lezzetlidir. O şişman bu zayıf, çok yedim, zayıfladın mı gibi söylemler ve düşüncelerden de uzaklaşmak gerekiyor. Yemek yiyoruz çünkü yaşamı deneyimlerken enerjiye dönüşecek besinlere ihtiyacımız var. Lezzetli, keyifli ve doyurucu bir öğün yemek pişmanlık uyandırmamalı.
Bedenimize kulak vereceğiz yani…
Çok doğru. İştahınızı bir çocuk gibi düşünün. Aslında o en başta sağlıklı hisleri olan bir çocuktu; “Anne ben acıktım” diyor. Sen diyorsun ki, “Sus şimdi acıkmadın.” Ama çocuk aç değilken de ağzına tıkıyorsun. En sonunda, ‘Ben herhalde bilmiyorum’ diyor ve bedenimiz sonunda sezgilerinden vazgeçiyor, bize açlığımızı da tokluğumuzu da söylemiyor. Sağlıklı sezgilere tekrar kavuşana kadar bir süre özen göstermek yeterli.
Bedenimiz sürekli yenileniyor; karaciğer, sindirim organları, tiroid bezi, cilt bunlar çok daha hızlı yenileniyor. 150 gün sabredebilirsen, yeni bir sen çıkıyor ortaya. Yeme sistemiyle, düşünme sistemiyle, cildiyle, güzelliğiyle… Bu süreçte vücuduna aldığın her şey önemli. Girdileri çok iyi değerlendirmek için nefes, algılar ve yediklerini iyi seçersen, yeni bir sen ortaya çıkıyor. İnsanların gözünün parlaklığı bile değişiyor.
Bu süreçte bir uzman eşliğinde-desteğinde yol almak da önemli değil mi?
Sindirim sorunlarını ve metabolizmayı düzeltirken sadece listeler-ilaçlarla ilerlemek mümkün değil. Bedeni, bilinci ve bilinçaltını ikna etmek gerekli, yoksa ilk sapakta yoldan çıkıp her şey eski düzene döner. Öncelikle bilinçaltındaki yanlış inançları bulmak ve değiştirmek gerekiyor. İşte bu yüzden mindfulness ile stres azaltma, NLP, bilişsel davranışçı tedavi yöntemlerinden yararlanmak, bu süreçte süreci kolaylaştırıyor. Ben bütüncül iyilik haline giden bu yolculukta koşullara uygun esneklikte bir yol haritası ve deneyimli bir uzman desteğini öneririm. Şunu da ekleyeyim; kendinin ve önceliklerinin farkına varmak, sezgisel yaşam ile deneyimlere zaman ayırabilmek için sağlıklı olmaya niyetlenmek… Eğer böyle ikna edici bir nedeniniz yoksa iyileşme yolu çok zahmetli ve bol patinajlı olabilir.
Kimdir?
Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, uzmanlık eğitimini Gazi Üniversitesi’nde aldı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi. Ankara Şehir Hastanesi’nde Nükleer Tıp Uzmanı olarak çalışıyor.
Kanser başta olmak üzere tüm kronik hastalıkların artışı ve ailesindeki otoimmün hastalıklar nedeniyle hastalıkların kök nedenlerinin tedavisiyle ilgilenmeye başladı. Klasik tıp bakış açısının kısıtlı kaldığı hastalıklarda stres yönetimi ve beden-zihin bağlantısı konularında eğitimler aldı. Geçen yıldan beri Sade Düşün Dengeli Yaşam Merkezi’nde fonksiyonel tıp ve koruyucu hekimlik danışmanlığı da yapıyor.