”Bir çok solcuya sorarsanız bu memleketin başındaki asıl dert din, bu müslümanlık. Bizim önümüzü engelliyor der. Peki bu engel konusunda bugüne kadar ne yaptınız? Doğru dürüst bir şey yazdınız mı? Bir toplantı başkaca bir etkinlik yaptınız mı? Yok yapmadılar. Ama bu din bizi engelliyor deyip dururlar. Bu durum çok vahim ve tuhaftır.”
12-13 Ocak 2019’da İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan İslam ve Sol Çalıştayı’nda 16 konuşma iki yazılı tebliği sunuldu. Konuşmacıların mesajlarını bu yazı dizisinde aktarmaya devam ediyoruz. Bugün Prof.Dr.Zeki Kılıçaslan‘ın konuşmasından mesajları sunuyoruz…
- Bütün semavi dinler eşitliği, adaleti savunmak zorundalar yoksa var olamazlar
Din büyük bir toplumsal kurumdur. Ölüm var oldukça din var olacaktır. Siyaset yapmak, bir yere egemen olmak, Ortadoğuyu yönetmek istiyorsunuz ama önce din algısını yönetmeden, dinin nasıl algılanacağını dinin ekonomiye, politikaya ilişkin yönlerini yönetmeden, o algıyı, düşünceyi yönetmeden Ortadoğuyu yönetemezsiniz. Çünkü insanların bir inancı , yaşam kültürü var. Burada siz ancak o ortak kültür üzerinden bunu yönetebilirsiniz. Özellikle din bizim coğrafyamızda çok önemli. Peki nedir bu din? Dinin bir varoluşsal yönü vardır, nereden geldim, nereye gidiyorum. Dinin politikaya, hayata, ekonomiye olan etkileri tarihseldir ama ortak değerler değişmez. Eğer din adaleti, özgürlüğü savunuyorsa ortak değerleri savunur. İslam’da da bu var, diğer semavi dinlerde de bu var. Zaten başka türlü din nasıl yayılır. Ben kapitalizm getireceğim, yüzde bir insan dünyanın yarısına sahip olacak derseniz buna kim inanır, bunun peşinden kim gider. Ancak adaleti söyleyenin peşinden gidilir. Dolayısıyla bütün semavi dinler eşitliği, adaleti savunmak zorundalar yoksa var olamazlar. Ama bir düşünce, bir din, toplumda egemen güç olunca, hakim zihniyet, hakim kültür olunca, tabi ki her politika yapmak isteyen bunu kendine göre yorumlayacaktır. Dolasıyla politika yapmak isteyenlerin, ezilenlerin yanında emeğin hakkın adaletin yanında olmak istediğini söyleyenlerin buna ilgisiz kalması mümkün değildir.
Bir solcu olarak söylüyorum; bu ülkede politika yapıyoruz, herhangi bir sosyalist grubun, Türkiye’de din ve siyaset, din ve mezhep , din ve alevilik, din ve sünnilik, laiklik ve müslümanlık, böyle bir şey yaptığını duydunuz mu şimdiye kadar. Ama bir çok solcuya sorarsanız, bu memleketin başındaki asıl dert bu din, bu müslümanlık zaten. Bizim önümüzü engelliyor, buraya gitmemizi engelliyor der. Peki bu engel konusunda bugüne kadar ne yaptınız. Doğru dürüst bir şey yazdınız mı? Bir toplantı başkaca bir etkinlik yaptınız mı? Yok yapmadılar. Ama bu din bizi engelliyor deyip dururlar. Bu durum çok vahim ve tuhaftır.
- Artı bir değerde herkesin hakkı vardır
Bir örnek vereyim; Has Partinin kuruluş toplantısındayız, Refah Partisinin ideologlarından Bahri Zengin bana geldi, ‘’hocam dedi siz komünistler dersiniz ki, artı değer olarak hak emeğindir, haklısınız ama biz daha da ötesini söylüyoruz, Amerika’da bir artı değer üretiliyorsa, bunda bütün insanlığın hakkı vardır, sadece onların değil. Afrika’daki kuşların bile hakkı vardır, su bulunuyorsa’’ dedi. Bende ‘’bu bize gelir, uyar hocam, gayette iyi olur’’ dedim. Çok doğru bir tespit, çünkü insanlığın birikimi olan bir artı değerde hepimizin, herkesin hakkı vardır.
Türkiye’de sağ ve sol olarak iki tane siyasi kimlik var. Biri, modern toplumlarda, endüstrileşmenin doğruluğunu sorgulayan, yani emek sermaye ilişkisi. Biri de modernleşme sürecinde merkezi devlet yapısına karşı azınlıkta kalan kesimlerin, bunlar dini olabilir, etnik olabilir, grupların, kendisiyle ve merkezle olan çelişkisi. Türkiye’ye baktığımız zaman bir emek sermaye ilişkisi var, öte yandan, farklı dini grupların, bunlar bi zaman baskıya uğramış sünni kesimler de olabilir, hep baskıya uğramış alevi kesimler de olabilir, kürt halkı da olabilir. Bu kesimlerin merkezi yapıyla ilişkisi bir siyaset doğurur, bir de halk sınıflarının emekçiler başta olmak üzere, ezilen sınıfların egemen olanlarla mücadelesi bir siyaset doğurur. Peki Türkiye’de hangisi, siyasi kimlik oluşmasına esas oldu.
- Dünya mülkiyetinin, yüzde birlik kesime ait olması şiddet doğuruyor
Cumhuriyetin ilk yıllarını düşünelim, yoksul halkın maddi yaşam koşullarında önemli hiç bir ilerleme sağlanamadığı koşullarda şimdi de devam eden adaletsiz düzenin kol gezdiği düzende, yukarıdan dayatılan kültürel değişim, ezilen halkın ancak kendi inancına kimliğine sahip çıkmasını ve yönetenlere karşı muhalefetini bu mana dünyası içinde ifade etmesine yol açar. O mana dünyasını başka türlü ifade edemez. Aslında bugünde dünyadaki silahlı çatışmaların, yönlendiren çok yön var , emperyalist güçler, şunlar bunlar yönlendirebiliyor ama, neden insanlar kendini öldürüyor. İster İŞİD’çi olsun, isterse devrimci hareket olsun, isterse milliyetçi hareket olsun. Aslında bu eşitsizliktir arkadaşlar. Dışarıdan müdahaleler farklı şeyler. Ama asıl psikoloji ne? Dünya mülkiyeti, dünya nüfusunun yüzde birine ait. Bu durum şiddet doğurmayacak da ne doğuracak? İnsanlık mı var burada? Dolayısıyla bizim de, bizde de böyle.
- Devletin baskıcı tutumu karşısında, sığınacağınız tek yer din ve gelenek oluyor
Kemalizm meselesi, ben bunu Mustafa Kemal’den ayırıyorum. Eğer sekülerleşmenin, maddi koşulları henüz gelişmemişse de, ekonomik ve sosyal temelli muhalefetin, farklı partilerin, engellendiği koşullarda din ve gelenek yegane alternatiftir. Sığınacağınız dayanaşacağınız tek yerdir.
Evet İslam siyasallaştı ama bu bir yönüyle de, tırnak içinde söylüyorum ‘’Kemalizmin’’ ölümüdür. Kemalizm derken sadece Türkiye’yi kastetmiyorum. Ortadoğu coğrafyası da hatta Latin Amerika içinde söylenebilir. Egemen batı kültürünün dayatıldığı bir siyasal ortamdan bahsediyorum. Kendini ifadesini ancak böyle bulur aslında siyasallaştırır onu. Dinin siyasallaşması aslında devletin tutumuyla ilişkili bir şeydir.
- Sağ partiyi yöneten birisi ateist, sol partiyi yöneten birisi beş vakit namaz kılsa ne olur?
Peder Ernesto Cardenal; ‘’Hristiyanlar sadece Marksist olabilir diyemeyiz, tam tersine otantik bir Hristiyan ancak Marksist olursa Hristiyan olabilir’’ der. Nuray Mert’de bir yazısında; ‘’ben Müslüman olduğum için sosyalistim’’ demişti. Yani şunu demek istiyor, ben Müslümanım, inandığım şu, ben şu değerlere sahibim. Eşitlik, hak, adalet. Bakıyoruz ortama kim bunu savunuyorsa, o siyaseti, savunuyor demektir. Bunun dinle kimlikle ilgisi yok.
Emeğin partisini savunan bir genel başkan, beş vakit namazda olan biri olsa acaba ne olur? Yada Saadet Partisinin başkanı inanmayan ateist bir insan olduğunu söylese ne olur? Böyle bir problem var ve hala devam ediyor. Soldan birisi Cuma namazına gitse ne olur mesela, soldaki kariyeri biter heralde.
- Eşitliği, hakkaniyeti savunarak bir araya geliriz ama bu aynı zamanda başka kimliklerimizi özgürce yaşayarak olur.
Gerçek bütün halk partileri, kitlesel emek siyasetleri ancak melez olursa, gerçekten bir halk partisidir. Melez derken, kültürel olarak melezi kastediyorum. Yani o halk partisinin yeşil, kırmızı, siyah, beyaz her renkten bayrakları varsa ve o insanlarla beraber yürünüyorsa bu kitle partisi olur. Öbürü bir fraksiyon olur, bir grup olur, iktidara da gelseniz ne yaptığınızı dünya görür.
Şimdi şöyle denilebilir; İran’da İslam oldu da ne oldu, çok kestiler. Bizde çok kestik. Kamboçya’da kaç kişiyi kestik kendimizden. Stalin mahkemeleri neyin mahkemesiydi? O gerçek sosyalist değil, bu gerçek İslam değil. Gerçek İslam, gerçek sosyalist nerede? Bilen yok.
Biz solcular, 12 Eylül sonrası kadın sorununu keşfettik ve ona çok değer verdik. Ama diğerlerinde bu kadar özgür olamadık. Mesela kürt meselesinde, mezhepler meselesinde olamadık .Hala çok dar bir şey var ve klasik profesyonel siyasetçide bunu çok iyi kullanıyor.
- Yeni bir medeniyeti kardeşlik eşitlik hakkaniyet üzerine kurarsak kendimizde geliştirebiliriz
Bir parti meclisine girdiğiniz zaman, ortadoğuda derhal bir barış konferansı yapalım. Ortadoğu, emek, adalet, barış konferansı yapalım ve buraya silahlı mücadeleyi esas alamayan, herkesi çağıralım. Yani Müslüman kardeşleri de, Mısır’daki Müslüman kardeşleri de, Tunus’u da, başkalarını da çağıralım. Çünkü bu bizim coğrafyamız. burası bataklık falan değil, biziz zaten, biz Sünniyiz, Aleviyiz, Kürdüz, Arabız, Türküz, ve ancak bu coğrafyada herkesin eşitliğini savunarak, ama aynı zamanda birbirimizi, kardeşliğimizi koruyarak yeni bir medeniyeti kardeşlik eşitlik hakkaniyet üzerine kurarsak kendimizde geliştirebiliriz. Ve dünyaya da örnek olabiliriz.
Şimdi biz kürt meselesinde, aman bunlar İsrail, Amerika tarafından destekleniyor, dış güçler bunları yönlendiriyor gibi şeyler söylenir. Doğrudur yapabilir, bunlar politikada görülen durumlar. Ama bizim bin yıllık kardeşimizi eğer İsrail ve Amerika kendi çıkarları için kullanabiliyorsa, kendimizde suç bulalım, tabi eğer böyle bir şey varsa.