CHP Lideri’nin Erdoğan’la aynı saatte izleyiciyi ekrana davet hamlesi, Cumhurbaşkanı’nın etkisini kırmak açısından önemliydi. Bürokrasiden belge yağdığını söylemesi, daha da önemliydi. Böylece bürokrasideki çözülmeye dikkat çekti, elinde başka belgeler olan bürokratlara da cesaret verdi. Bu mesaj seçim döneminde büyük rol oynayacak Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumlar için özellikle elzemdi.
Kılıçdaroğlu, bürokrasiden gelen belgeleri sergilerken, AKP tabanına da “Sizinkiler gidiyor” izlenimi vermeyi amaçlıyor. Bu izlenim elbette önemli, ancak sorun, cümlenin devamında; yani “Geliyor gelmekte olan” faslında…
Hepimiz görüyoruz ki, yolsuzluğun boyutu ne kadar büyük olursa olsun, artık kitleleri şaşırtmıyor. Kutuplaşma o kadar yoğun ki, muhalifler “Yapmışlardır” deyip geçiyor, yandaşlar “Yalandır” deyip burun kıvırıyor. Negatif mesajın etkisi fazla sürmüyor. Muhalefetten beklenen, artık pozitif mesajlar: yani “Yolsuzluk var”, “Saray rejimi kötü”, “Tek adam yönetimi ülkeyi batırdı”nın ötesine geçmeleri… “Bunları düzeltmeye hazırız” demeleri, çıkışın yol haritasını göstermeleri, birliktelik sergilemeleri, topluma güven vermeleri…
Uzayıp giden buluşmalar serisi, maalesef akla, “istikşafi görüşmeler” başarısızlığını getiriyor. Liderlerin evcilik oynar gibi birbirlerine gidip gelmesi, fakat bir türlü beklenen ortak fotoğrafı vermemesi, her görüşmeden sonra “Yine somut bir sonuç yok” hayal kırıklığı yaratıyor.
Son Davutoğlu görüşmesinden sonra Ali Babacan, “ittifaklarla ilgili bir kararları olmadığını” söyledi. Keşke bir an kendini -mesela Osman Kavala’nın yerine koyabilse, bu rehavetin ne anlama geldiğini daha iyi anlayabilirdi. 67. yaşgününü, 4 yıldır kapatıldığı bir hücrede tek başına kutlayan biri, televizyonda bu görüşmeleri nasıl bir psikolojiyle izliyordur acaba? 20. görüşmesinden çıkarken, ülkedeki yangına bakıp ‘Biliyoruz ülke yanıyor, ama biz henüz karar veremedik, düşünüp duruyoruz” diyen bir lideri izleyince ne hissediyordur?
Dilerim nihayet bir karar verdiklerinde hem onlar, hem ülke için çok geç olmaz.