Kenarlarında renkli çiçekler olan mektup kâğıtlarına yazmak isterdim. Kelebek kanatları boyamayı,
Kuşların ötüşünü dinlemeyi, Hatta uçurtma uçurmayı da öğrenebilirdim. Bağışlayın beni.
Top ateşleri, bomba gürültüleri arasında doğdum ben. Yaşım 13. Ninniler yerine, makinelilerin takırtılarıyla büyüdüm. Renklerden ilk önce, kan kırmızısını tanıdım. Çiçeklerden önce, ölülerin arasında dolandım. Hiç saklambaç oynayamadım kelebeklerle. Üç yaşımdayken, en büyük abimi, sekizimdeyken, ortancayı kaybettim. Babamı ellerini bağlayarak götürdüklerinde dokuzundaydım.
Gömdüğümüzde onumda Ablam 15’inde terk etti evi. 15’inde kızlar okula gider. 17’sinde dantel örer.
Çeyiz sandığı düzer. Bizim burada 15’inde kızlar savaşa gider. Seçme hakkı tanımaz zorbalar bir genç kız olsan bile sana. Ya evinde oturup ölümü bekleyeceksin. Ha bugün, ha yarın diye diye yaşarken öleceksin. Ya da…
Ölümlerin ateşinden sesleniyorum size duyuyor musunuz? Filistin’im ben anlıyor musunuz?
Ama yine de yaşıyorum işte. Çünkü kanlı topraklarda büyürken yaşamayı… Çiçek boyamayı değilse de, mezar taşlarında çiçek büyütmeyi… Kelebek kovalamayı değil ama, tüfek tutmayı öğrendik.
Sokak aralarında mermi kovanlarından oyuncak yaptık. Patlamamış el bombaları topladık.
Mayınların üstünde sek sek oynadık. Bu kadar nefret, bu kadar acı arasında yaşamayı…
Karanlıklar arasından güneşe bakmayı becerdik. Onun için kocaman ve karadır gözlerimiz.
Onun için hâlâ sımsıcaktır, düşmana taş atarken nasırlaşan minik ellerimiz.
Evimizi yıktılar dün. Bir baştan bir başa mahallemizi yaktılar. Mermi kovanlarıyla misket oynarken biz, üzerimize bombalar attılar. Üç arkadaşım can verdi. Üç küçük çocuk. Bağışlayın beni, kurtaramadım! Sarkmıştı omzumdan aşağı kanlı kolum, uzatamadım. Elim düştü yere, kolum çaresiz… Kanlarımız karıştı birbirine, arkadaşlarım sessiz. İşte orada kankardeş olduk biz.
Gözlerim karardı önce. Başım döndü. Ama uyumak istemiyorum. Uyursam arkadaşlarım bu dünyadan göçer diye korkuyorum. Bağışlayın beni! Tutamadım kendimi. Yapıştırmadım alnıma, açık dursunlar diye gözbebeklerimi. Kaybettim kan kardeşlerimi.
Yaşım 13. Burada çocuklar çocuk olmaz. Bebeler bile yaşamak için beşikten siper yapar.
Çünkü İsrail denilen zorbanın Amerikan bombaları, beşiklere bile mezar kazar.
Ölümlerin içinden büyüyorum. Minicik yüreğimle, ateşlerin arasından, öfkeyle geliyorum.
Dudaklarımdan dökülen özgürlük türkülerini duyuyor musunuz? Filistin’im ben anlıyor musunuz?
13 Yaşındaki Filistinli Çocuğun Mektubu
Anarşizm İsevi bir karakterle hayat bulan bir eyleyiş ve düşünme şeklidir. Ancak Anarşizm’in modern çağ içinde aldığı hal, o çağın dilini yansıtıyordu ve bu dil seküler, dahası Fransız devriminde ifade bulan kilise karşıtlığından dolayı kurumlaşmış, örgütlenmiş bir dinler ekseninde aşkın bir Tanrı’nın otoritesinin de reddine dayanmaktaydı. Anarşizmdeki örgütlü din karşıtı tavır, anarşist geleneğin tarih içinde kazandığı biçimle birebir ilişkiliydi, anarşinin tarihinde ifade ettiğim gibi Tek Tanrılı dinlerde özellikle Musevilik ve Hıristıyanlıkta ve ortaçağda İslam toplumlarında anarşist duyarlılığı gnostik tarikatlar savunduğu için, resmi öğretiye ve onun temsilcisi olduğu örgütlü yapılara dönük bir tepki söz konusuydu. Bu bakımdan Bakunin’de ve günümüzde Bookchin’de gördüğümüz örgütlü dine karşı olan tavır bu geleneğin içinde anlam kazanır. Özellikle anarşist-komünistlerde biraz da sosyalist harekette Feurbach kaynaklı Tanrı fikrinin insanın kendi öz gücüne yabancılaşmasının bir ürünü olduğu düşüncesinden kaynaklanan radikal tanrı tanımazlık, anarşist hareketin bir bölümünde, en çok da Bakunin’de karşılık bulmuştu. Proudhon ve Kropotkin’de de görülen bu din karşıtı ve tanrıtanımaz tavır, aynı anda Hıristiyan değerleri ile de barışık olabilmişti- elbette Kilise Hıristiyanlığı biçimindeki resmi öğreti ile değil. Bu anlamda anarşistlerin çoğunun ateist [tanrıtanımaz] olduğu bir olgudur. Tanrı fikrini reddeder ve tüm din biçimlerine, özellikle de örgütlü dine karşı çıkarlar.
Onlar, bunu anarşizmin anti-otoriteryanlığının bir sonucu olarak değerlendirmişlerdir. Eğer anarşizm gayri meşru otoritelerin reddedilmesiyse, o halde bunun doğal sonucu olarak “en büyük otorite” şeklinde tanımlanan Tanrı’nın reddedilmesi de bunun bir gerekliliğidir; modern anarşistlerin çoğu dini düşünceye değil, mantık, idrak ve bilimsel düşünceye dayanır. Anarşist-komünistlerin büyük çoğunluğu Bakunin’in şu saptamalarına katılacaktır.
“Tanrı fikri insan mantığı ve adaletten feragat etme demektir; insan hürriyetinin en kesin yadsımasıdır ve kaçınılmaz olarak insanlığın hem kuramsal olarak hem de uygulamada köleleştirilmesine neden olur, O halde eğer insanlığın köleleşmesini ve aşağılanmasını arzulamıyorsak… Ne teolojinin Tanrı’sına ne de metafiziğin Tanrı’sına en ufak bir imtiyaz dahi veremeyiz, vermemeliyiz. Bu mistik alfabenin A’sıyla başlayan kaçınılmaz şekilde en sonunda Z’ye varacaktır; Tanrı’ya tapmak isteyen konuya ilişkin çocukça hayaller beslememeli, cesurca kendi hürriyetinden ve insanlığından vazgeçmelidir. Eğer Tanrı [ordaysa], insan köleyse; şimdi insan özgür olabilir ve olmalıdır; o halde, Tanrı yoktur.” [1]
Ancak bu din karşıtı damar kadar manevi bir anarşist damar da anarşizm içinde yer bulmuştur.
Hıristiyanlıktan etkilenen anarşistler, ilk insanın cennetten kovulmasının nedeninin günah işlemesinden dolayı olduğunu, dünyaya bu günahtan dolayı geldiğini söylerler. İnsanlığın dünyada bu günahın cezasını çektigini düşünürler ve dini baskıların bu dünyada insan üzerindeki, insan özgürlüğündeki en büyük tehdit, en büyük engel olarak görmektedirler. Bu hükmedenden kurtulmak için, özgürlüğüne kavuşabilmek için bu dünyadan geçmek şarttır.
Dinsel anarşizmin en önde düşünürü Leo Tolstoy’dur. Tolstoy kendini dini anarşist olarak niteler. Eserlerinde Hıristiyan doğmalardan kilise kültüründen nefret ettiğini söyler. Milliyetçiliğin özgürlüğün önündeki en büyük engel oldugunu söyler. “Tüm hükmedenler aynı derecede iyi veya kötüdürler” der. Tolstoy her türlü baskıya, kötülüğe karşı direnmeyi savunmuştur.[2]
Jacques Ellul’e göre, “İncil’deki görüşler doğrudan anarşizme yol açar ve bu da Hıristiyan düşünürlerle uyumlu olan tek siyasi, anti-siyasi duruştur.” [3]
Hıristiyan anarşistler, İsa’nın takipçilerine söylediği, “krallar ve yöneticiler insanlar üzerinde hâkimiyet hakkına sahiptirler; aranızda bunun gibi olanlar olmasın” sözlerini ciddiye alırlar.
Benzer şekilde, Paul’un yargısı, “Tanrı’dan başka bir otorite yoktur” toplumda devlet otoritesinin reddedilmesinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Bu nedenle, gerçek bir Hıristiyan için devlet, Tanrı’nın otoritesine el koymaktadır ve her bireyin kendini yönetmesi ve “Tanrı’nın krallığının kendi içinde olduğu”nun (Tolstoy’un ünlü bir kitabının başlığını kullanacak olursak) farkına varması, yine her bireyin kendi sorumluluğundadır. Benzer şekilde İsa’nın gönülü yoksulluğu, servetin bozucu etkileri üstüne yorumları ve İncil’deki dünyanın insanlar için ortak olarak faydalanmak üzere yaratıldığı yolundaki ifadeler, özel mülkiyetin ve kapitalizmin toplumsal eleştirisi için hep birer temel olarak ele alınırlar.
Tolstoy İncil’in mesajını ciddiye alarak, gerçek bir Hıristiyanın devlete karşı çıkması gerektiği sonucuna varır. İncil’i okumasından Tolstoy anarşist sonuçlara varır:
“Yönetmek güç kullanmak demektir ve güç kullanmak ise gücün kullanıldığı kişinin yapmaktan hoşlanmadığının ve de gücü kullananın kendisine yapılmasından da kesinlikle hoşlanmayacağının ona [ÇN. gücün kullanıldığı kişiye] yapılmasıdır. Sonuç olarak yönetmek, bize yapılmasını istemediğimiz şeylerin başkalarına yapılması demektir; yani yanlış yapılmasıdır.”[4]
Tolstoy, kullanım dışındaki bütün mülkiyet haklarının varolmasının, onların korunması için devlet şiddetini gerektireceğinin farkındadır. O, kapitalizmin bireyleri hem ahlâki hem de fiziksel olarak mahvettiğini, kapitalistlerin “köle-tüccarları” olduğunu ifade eder. “Sanayici (ing. manifacturer) gelirini işçilerinkini sömürerek elde eder, ve tüm faaliyeti zorunlu, doğal olmayan emeğe bağlıdır” diyerek gerçek bir Hıristiyanın kapitalist olmasının imkansız olduğunu söyler[5]
Hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde Tolstoy, kooperatiflerin “şiddetin tarafı olmak istemeyen ahlâklı, kendine saygılı bir kimsenin katılabileceği tek toplumsal faaliyet” olduğunu belirtir. Şiddete karşı çıkmasından dolayı Tolstoy, hem devleti hem de özel mülkiyeti reddeder ve toplumdaki şiddetin sona erdirilmesi ve adil toplum yaratılması için pasifist taktiklerin kullanılmasına çağırır. Tolstoy’un fikirleri, daha sonraki bütün Hıristiyan anarşist geleneği olduğu gibi, dinsel anarşistleri de etkilemiş ve dinsel anarşistlerin çoğu onun pasifizmini benimsemişlerdir.
Tolstoy’un ve dinsel anarşizmin etkileri, Hıristiyanlık fikirlerini işçi sınıfı ve köylüler arasındaki toplumsal etkinlikler ile biraraya getiren, Latin ve Güney Amerika Kurtuluş Teolojisi hareketini de etkilemiştir.[6]
Benzer şekilde bugün Müslüman anarşizm ilkelerini savunan Müslümanlar da mevcuttur. Önemli bir bölümü İngiltere’deki Beyyinat Grubu tarafından dile getirilen bu fikirler, başka pek çok ülkede de karşılık bulmuştur. Ancak Müslüman anarşizm Hıristıyan anarşizmden farklı olarak sömürge sonrası anarşizm olarak dışlananların, metropoldeki üçüncü dünya proleteryasının inanç sistemi olmuştur anarşist değerler ile daha barışık, İslami yanından çok anarşist yanının ağır bastığı yer yer post-modern anarşizmle de ilişkili olduğu söylenebilir.
İslam Post Kolonyal Durum ve Anarşizm
İslam, bugün Batıda göçmenlerin yani dışlananların ve horgörülenlerin dini. Dahası İslamcılık güçlü bir post kolonyal damara sahiptir. İslamcılık Avrupa merkezciliğin ve Batı uygarlığına ilişkin değerlerin evrensel olduğu fikrine karşı çıkıştır. Bu anlamda İslamcılık güçlü bir antiemperyalist damar taşır.
İslamcılığın post kolonyal karakteri üzerine bir okuma olan Salman Sayyid’in bakış açısına göre Ali Şeriati ve Seyyid Kutub’da karşılık bulan anti-kapitalizm, anti-emperyalist direniş ruhundan bağımsız değildir.
İslamcıların çoğu cumhuriyetçi olmasına karşılık, gelenek büyük oranda saltanatçılığın etkisinden kurtulamamıştır.
“Çağdaş İslami hareketlerce ortaya konan meydan okuma, terörizm ve nükleer silahların yayılması tartışmasının ötesine gitmektedir, çünkü İslamcılık ‘Avrupa Çağı’nın sonuna, dolayısıyla da batılılaşmanın sınırlarına işaret etmektedir. İslamcılığın varlığı, Batı’nın şimdiye kadarki kimliğinin ne olduğunu ve bundan sonra ne olacağını sorgulamaktadır.”[7]
İslamcılık batının bilgisi ile batıyı eleştiren bir söylem olmanın ötesine geçerek, batı sömürgeciliğinin ve oryantalizminin deneyimlenmesinden süzdükleri özgül bir episteme ile modernite eleştirisi yaparlar. Horkheimer’in araçsal akılcılık bağlamında eleştirdiği pozitivizm, İslam dünyasında sosyal dokuyu parçalayan, üstelik yaşamı kuşatan kozayı da horgören bir bilgi olduğu için İslamcılık pozitivizm karşısında çifte ötekiliğin söylemsel eleştirisini inşa eder.
Sayyid’in tanımını esas alırsak İslam Avrupa Merkezciliğe, Oryantalizme ve doğal olarak kültürel emperyalizm olgusuna dönük bir başkaldırıdır. Aynı zamanda İslam’ın kendisi üzerinde düşünmek ve bu eksende siyasete eklemlenerek siyasal yönden de düşünümsellik geliştirme çabasıdır.
İslamcılık üzerine batı solundan yapılan sıradışı okumalardan birisi konumundaki Susan Buck Morss’un “Küresel Bir Karşı Kültür” tespiti ile analiz ettiği İslamcılık tanımı Sayyid’in ki ile uyuşumludur, ona göre de İslamcılık batı hegomonyasına karşı eleştirel bir meydan okumadır.
“İslamcılık Batılı söylemden türemediği için, modernitenin siyasi meselelerini farklı bir biçimde, Batı tarafından çatılmış teorik tartışma parametrelerini değiştiren bir biçimde dile getirir. Bir anlamda, tam da İslamcılığın varlığı Adorno ve Horkheimer’in Avrupa Aydınlanması’nın diyalektiğinin olumsuz sonucu sayarak reddetikleri “tümüyle yönetilen dünya”nın Batılı çıkmazlarından gelen modernite eleştirisinin yerini alır”[8]
İslami Anarşizm olarak post-kolonyal anarşizm de, Avrupa merkezci anarşizmden farklı olarak “öteki” olmanın deneyimlenmesinden doğan ve İslami gelenek üzerinde bir düşünümsellik geliştirerek farklı bir islam yorumu üretir.
Nitekim İngiliz Müslümanların anarşistleri olarak tanımlayacağımız Bayyinat sitesinde yer alan Müslüman Anarşist Şartı, sömürgecilik ve Avrupa Merkezcilik karşıtı tavrını net koyar.
“Anarşist Müslüman, sömürgeci güçlere hizmet etmek amacıyla devlet memuru yetiştiren eğitim anlayışına karşıdır… Anarşist Müslüman’ın temel amacı; sömürgecilik, sınıf çatışması, toplumsal baskı ve ayrımcılığı kaldırıp yerine eşitlik ve adalet getirmektir…”[9]
Bu ifadeye daha sonra geleceğim. Ondan önce post-kolonyal anarşizm ve İslami anarşi olgusu ile ilgili tespitleri sürdürelim. Post-kolonyal anarşizmle ilgili ufuk açıcı makelesi ile bu anlayışı başlatan Roger White, İslami anarşistlerin de paylaştığı Avrupa merkezci duruşu netleştirir. Batı solunun evrensellik adına Avrupa’nın belli bir çağda oluşturduğu değerleri dayattığını belirten White şunları yazar.
“Avrupa aydınlanmasından beri devletlerin kendilerine bağlamayı başardığı bu çeşitli toplumsal gruplaşmalar sol tarafından geriye dönük ve atavistik olarak anlaşılmaktadırlar. Dünya halklarının aileler, aşiretler, kabileler ve ulusları aşmaları ve evrensel insan kimliğinin ilkelerini benimsemeleri gerektiğini iddia ederler. Gerçekte, solun evrensel diye öne sürdüğü toplumsal ideallerin pek çoğu kültürel anlamda 19. yüzyıl Avrupası içinde konumlanmıştır.”[10]
White’ın bu ifadesine Yakub İslam’da katılır ve İslam uygarlığını anlatan steampunk* bir biçimde karakterize edilen “tasnem projesi” Avrupa merkezciliğe itiraz eder. Yakub İslam Batı uygarlığının kolonyalist karakterine dikkat çekerek modern öncesi İslam gibi kıtalararası faaliyette bulunacak bir küresel medeniyetin adil ve onarıcı bir politika gütmesi gerektiğini ancak çağdaş Avrupa ve ABD imparatorluğunun kolonyalist bir karakter içinde kapitalist bir anlayışa dâhil olarak yükseldiğini belirtir. Bu yükseliş sürecinde modernliği tanımlayan en önemli tarihsel olay sömürgecilik olmuştur. Yüz milyonlarca yerli halkların kırıldığı, katledildiği bu süreçte Avrupa yerli halkları sürgün, esaret, hasret ve imhaya tabi tutulmuştur. Avrupanın oluşturduğu küresel sistem, Avrupalı olmayan hakları zora dayalı olarak gelişen küresel sistem içinde asimile etmiştir. Küresel Kuzeyin değerleştirdiği politik ve ekonomik sistemler de, kapitalizm içine dâhil edilerek geliştirilmiştir.[11]
Bu bakımdan tasnem projesi bir yandan modern öncesi İslam uygarlığını Viktoryen bir atmosferde bir takım kurgu karakterlerle anlatırken, diğer yandan da sömürgeci ve kapitalist küreselleşmeye de karşı çıkarak Müslümanları direnmeye davet eder.
Jason Adams’da Avrupa anarşizminin batı dışı anarşizmlere dönük ilgisinin az olmasına dikkat çeker.
“Dünya çapında bir hareket olarak anarşizmin karışıklığının tamamını ve kendi içinde bağlılığını doğru bir şekilde anlamak için, “tarihsiz insanlar” arasındaki hareketlerin eşsizliği ve yöntemleri üzerine yöneltilen özel odak, derin bir değişikliğe ihtiyaç duymaktadır. Bunun nedeni, Doğu ve Güney halkları arasındaki hareketler genelde ihmal edilirken, anarşizm tarihçesinin, neredeyse tamamen, Batı ve Kuzey halklarına özgü hareketler üzerine odaklanmış olmasıdır. Bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan görüntü, anarşist hareketlerin öncelikle daha gelişmiş ülkeler bağlamında yükseldiği şeklindedir. İronik bir şekilde gerçek, anarşizmin öncelikle, dünyanın en fazla sömürülen bölge ve halklarının hareketi olduğudur. El altında en fazla bulunan anarşist yazın bu tarihi dile getirmez; bu, Batı-dışı anarşist hareketlerin kötü niyetli bir şekilde hiçe sayılması değil, fakat daha çok, radikal yayınların içeriğinde bile, içe işlemiş avrupa-merkeziyetçiliğinin yüzyıllarıyla hâlâ gerçekten başa çıkılamadığı gerçeğidir.”[12]
Batılı anarşistlerin bir bölümünde olan İslamofobia’nın -elbette ırkçılık anlamında değil ilgisizlik hatta olumsuzlama biçiminde-arkaplanında da batıya özgü sekülerlik anlayışının genelleştirilmesi olabilir mi diye sormadan geçemiyor insan. Nitekim Fransız anarşistlerin başörtüsü yasağını destekleyen tavrı tam da bu özcü İslam reddinden kaynaklanan bir sorun olduğu kadar Avrupa merkezciliğin içe işlemişliği ile de ilgili olabilir.
Anarşist İncelemeler dergisinin eski editörlerinden Sharife Gemie/ Şerif Gemi tam da bu noktadan kurar eleştirisini; Cezayir bağımsızlık mücadelesinde Fransız hükümetine karşı kampanyalar örgütleyip, vicdani red kampanyaları düzenlemekle birlikte milliyetçi FLN’ni de (Cezayir Kurtuluş Cephesini), Müslüman MNA(Cezayir Ulusal Hareketi)’ni de desteklemediklerini ifade eder-ki Cezayir Kurtuluş Cephesi Filistindeki FKÖ gibi laikdi. O günden beri de Fransız anarşistler Müslümanlara pek az yer vermişlerdir. Sharife Gemie bunu garipsediğini belirtir bu tavrı eleştiren yazısında:
“Hakikaten şu gariptir: Avrupadaki en büyük Müslüman nüfus Fransa’dadır. Uzmanlar 4-6 milyon Müslüman’ın Fransa’da yaşadığı konusunda hemfikirdir. Aşağı yukarı 58 milyon Fransız nüfusunun onda biri. Tüm kayıtlar bu nitelendirmelerle ortaya çıkmaktadır fakat yanlızca bu rakamın yarısı Müslüman olmanın gereklerini yerine getirmektedir. Bu noktada bu diğerlerine dair sorular ortaya çıkmaktadır. Birçok Fransız şehrinde ve kasabasında, Müslüman-Araplar, genellikle Kuzey Afrikalılar, alt-proleter konumundadırlar: onlar sokak temizlikçisi, el emeği işçileri ve otel hizmetçiliği yapmaktalar. Birkaç iyi karikatürden biri –konusu örtünme olan – haftalık bir hiciv dergisinden Canard Enchaine’de yayınlandı: karikatür ağır Havalı matkabın başında terleyen bir Arap inşaat işçisini göstermekte ve işçi homurdanmaktadır. ‘peki, bu matkap. Bu da mı dini inancı gösteren simge?’ ML dağıtımıyla, kaynaklarıyla ve kontaklarıyla bir bakıma ayrıcalıklı bir konumdadır: globalizasyon sürecindeki post-kolonial bir ülkede toplumsal hıyerarşinin yeniden-oluşumunu çalışmak, tartışmak ve analiz etmek ve bu önemli konuda liberter açılımlar geliştirmek için bulunmaz olanaklara sahiptir. Fakat örtünme üzerine yayınlarında tüm veriler göstermektedir ki bunu yapmakta başarısızdır.”[13]
İslam’a dönük batılı oryantalist önyargıların benzerlerini İngiliz, Amerikan anarşistleri içinde de görmek olanaklıdır. Mesela Uluslararası Anarşist Ağ Anarkismo’da yer alan bir açıklamada fundementalizm ile sömürgeciliğe aynı anda karşı çıkmaktan söz ederken peygamberi aşağılayan karikatürler nedeni ile ayaklanan Müslümanlar fundemantalist kategorisinde ele alınmakta.[14]
Benzer bir yaklaşımı sosyal ekolojist yazarlardan Cindy Milstein sergileyerek Ortadoğu’da ki fundementalizmin baskınlığından şikâyet ederek durumun umutsuzluğundan dem vurmakta. Ve “bu sefer kazanamayabiliriz” demekte.[15]
Kısacası İslami Anarşizm tam da bu avrupa merkezci ve oryantalizmin kör ettiği batı tipi anarşizme karşı da sömürge karşıtı bir duruş niteliği anlamına gelmekte.
Nitekim İngiliz Müslümanlar Freedomda İslamofobik olduklarını (fundementalizm nedeni ile) ilan eden bazı İngiliz anarşistlerin bu konuda pek de sıcak ve yoldaşca olmayan tutumlarına rağmen İslamofobia konusunda çok sıkı bir mücadele sergilemekteler.
Yakub İslam’ın sitesinde günlük terör adıyla batıda Müslümanlara yönelik düşmanca tutum sergileyen medya ve ırkçı tutum teşhir edilirken, “Allah’ın adıyla” diye başlayan bildiride krize giren küresel sistemin militer sömürgeciliğinin ve saldırganlığının Müslümanları hedef seçtiği belirtilirken, Nafiz Mussadık Ahmet’in Medeniyet Krizi Kullanım Kılavuzu kitabına gönderme yapılarak sorunun kaynağının medeniyet (batı medeniyeti) olduğu belirtilmekte. Tasnem projesinin tam da bu amaca yönelik olarak oluşturulduğu vurgulanmakta. Böylece İslami anarşizmin bizzat İslamcılık gibi Avrupa merkezciliğe ve oryantalizme karşı bir itiraz ve kendi medeniyet değerleri temelinde inşaa edilmiş bir batı dışı sömürgeci karşıtı anarşist başkaldırı olduğu ortaya konulmakta.[16]
“Bugün, medeniyetin en çok ABD ve Kuzey Avrupa ile ilişkili olarak eşiğinde duruluyor. Yaşadığım yer burasıdır. Bu benim evim. Bu benim uygarlığım ve burada yaşıyorsanız, sizin de… Yüzeyde, tehlikeler görünür. Dünya, iklim değişikliği gibi insan kaynaklı potansiyel bir küresel bir felaket ile karşı karşıya. Bizim bağımlı olduğumuz ucuz petrol ve hidrokarbonlar sürdürülemezler. Gıda güvensizliği isyanları ve hatta devrimleri provoke ediyor. Neo-liberal kapitalizmin dengesiz ve en son krizinin ardından, milyonlar şimdi hayati kamu hizmetlerinden yoksun haldeler. Ve tüm bu uluslarası sorunların arka planında büyüyen militarizmin uluslarası terörizm hayaleti var. Uluslarası sistemde yükselen Pax Americana’nın aşırı sağcı ve nefret odaklı yükselişinin odağında Müslümanlar ve İslam bir kurban olarak var. Bu tehditlerle afete doğru yaklaşan gezegenin sürdürülemez sisteminden kaynaklanıyor. Ama umut var” [17]
Böylece Müslümanların sadece sisteme başkaldırı ile kalmayıp alternatif değişimin özneleri arasında olma yönünde bir irade beyanı da ortaya konarak, bu uygarlığa alternatif olarak meydan okumaktalar. Yakup İslam Tasnem projesinin bu amaca yönelik olduğu ifade ediliyor.
Ne hazindir ki Avrupalı Anarşistlerin bazılarının sergilediği körlük, batılı anarşizmle büyülenmiş içselleşmiş bir sömürgecilik duygusu ile biçimlenmiş Türkiye’li anarşistler arasında da görülmekte, anarşizmle İslam’ın yan yana gelebileceğinden söz eden, kendine Müslüman anarşist diyenlere karşı çeşitli forumlarda “olur mu yaa öyle şey” türü karşı çıkışlar sergilenmekte. Onlara göre bir din olarak İslam ile anarşizmin yan yana gelebilmesi olanaklı değil. Batılı anarşizmin sekülerliğinin ve bu anarşizmin aydınlanmacılık ile malul sorunlarının köklü bir eleştirisi başlı başına bir konu olacağından bu konuyu burada bırakıp İslami anarşizmlere bir göz atalım.
Yakup İslam ve Steampunk Şeriat
Yunus Yakoub İslam İngiltere’de yaşayan bir Müslüman, blogger, şair ve siber-aktivist. Yakup İslam evlendiğinde adını Julian Anderson olarak değiştiriyor, İngiliz anarşist punk grubu Craas ile tanıştıktan sonra dinden uzaklaşıyor, ancak sonraki yıllarda bu süreçle olgunlaşmış ve bakış açısı farklılaşmış olarak yeniden dine dönüyor. 1980’lerden sonra çeşitli dergilerde yazarlık, İngiliz gazetelerinde yayınlanan mektupları ile İslamofobi ile mücadeleyi hedefleyen bir politik direniş ağı geliştiriyor. Siberpunk, anarşizm ve İslam arasında düşünümsel düzeyde yaptığı bağdaştırmalar ile İngiliz Müslümanları içinde etkili bir isim haline gelmiş durumda. Anarşist Müslüman Şartını kaleme alarak İslami anarşizm konusunda Gustav Henri Jossot’tan sonra Anarca İslam politikasında önde gelen isimlerinden birisi oldu.
Süleyman Sayid ve Abdülkerim Vekil’in editörlüğünde, David Teo Goldberg, Ziyauddin Serdar gibi son dönemin İngiliz Müslüman entelektüelleri ile birlikte kotarılan İslamofobi Sayesinde Düşünmek: Küresel Bir Bakış Açısı isimli kitapta diğer yazarlarla birlikte çağdaş Batı uygarlığını, neo liberalizmi, ırkçılık, sekülarizm, sömürge sonrası politikaları ve oryantalizm hatlarından kapsamlı bir uygarlık eleştirisi yapar ve sosyal politikadaki son dönem düşünceleri verimli bir biçimde İslamofobi eleştirisinde kullanır.
Kaleme aldığı Müslüman anarşist şart ise Avrupa’daki İslami anarşizm anlayışı için önemli bir rehber niteliğindedir. Bu bildirgede ciddi ve kapsamlı bir gelenek eleştirisi yapan Yakup İslam kendi bakış açılarını tavizsiz tevhid olduğunu belirtir. Şeytanın Allah’tan başka kimseye Kul olmamak için Âdem’e secde etmemesini örnek alarak bizim İslam anlayışımız burada başlar diyerek Hallac’ın Kitabul Tavasini’ne gönderme yapar.
“Allahtan Başka İlah Yoktur ve Muhammed Allah’ın peygamberi ve elçisidir;
Yaşamın amacı, Allah’ın vahiy işaretleri (ayet) ile, yaratılışla, insan zihninde ve kalbinde bir bu işaretleri derin bir yorumu ile sevgi dolu bir ilişki kurmaktır;
Böyle bir amaç, kurumsal yönetişim açısından bu tür öğrenme refleksi olarak hayata geçtiği yerlerde (deneyimsel öğrenme dâhil) her türlü öğrenmeye canı gönülden bağlılık gerektirir. Bu öğrenme akademik, kültürel, adli, dini, sosyal, kurumsal ya da siyasi olmalıdır;
Böyle bir amaç barışçıl kültürel evrim, güç, hırs, ya da bilgisizlik sınır tanımayan topluluklar ve toplumlar kurma amacı ile, adalet ve öz-dönüşüm habitus / Malaka ilkesi üzerine kurulan etkin bir takibi gerektirir;
Böyle bir amaç, Yahudi, Hırıstiyan-İslam kökenli halklar arasında benzerlikleri ve farklıkları kabul etmeyi içerir. Hiciv ve alay yerine yakınlık gerektirir”[18]
Söz konusu bildirgenin türkçe versiyonunda anarşist Müslümanlık anlayışının İslam’a devrimci bir ruh kazandırmak olduğu, köhnemiş geleneği kabul etmedikleri bu geleneğin yozlaşmış ve sömürgecilere teslim olmuş bir yorum biçimi olduğu belirtiliyor.
“Anarşist Müslüman’ın amacı; inkılabî bir din olan İslâm’ı, düşmüş olduğu tutsaklıktan kurtarıp İslâm anlayışını günümüz şartlarına göre yapılandırmaktır… Sahih inançları tahrif etmek ya da sahte inançlar ve tanrılar üretmek suretiyle statükoyu koruyan ve muhafazakâr olan zihniyete karşı bir savaş başlatmaktır” [19]
Bu bildiri ile bildiyi yazanlar, anarşist ruhla donanmış bir İslam anlayışını savunduklarını ifade ediyorlar.
Yakup İslam Anarşist Kültürün Gözden Geçirilmesi adlı makalesinde ise sadece heterodoks İslamı kabul eden anarşistleri eleştirir, bunun İslamı pişmiş hazırlop anlayışlara sıkıştırmak olduğunu belirtir. Kendisi bu yolu dışlamamak kaydı ile Müslüman anarşizmin temel ilkelerini şöyle tanımlar: Anti-hiyerarşik, anti-seçkinci ve anarşist, adalet temelli, ekolojik sorunlara duyarlı. Diğer yandan Yakup İslam otistik bir çocuğu olduğu için otizmden öğrenme yanlısı bir tutum sergiler ve kendi anarşist kültür anlayışına açık öğrenme ve aktif bilgilenme ilkelerini dâhil eder.
Yakup İslam Tasneem Projesi adıyla ele aldığı projede Viktoryen bir atmosferde bilim kurgu bir senaryo ile ilerici İslam kavrayışını, İslam medeniyetini ele alan bir kurgu üretir. Kaptan Julaybib bir kozmik antropologdur, O modern öncesi İslamı incelemektedir, yalpalayan Kemal adında bir bilgisayarı, Muezza adlı kedisi, mistik balık Hakkı ile uzayda yolculuk yaparlar. Sonra 19.yy şartlarında dünyaya gelerek Müslüman coğrafyalarda buharlı gemi, buharlı tren gibi ulaşım araçlarıyla yolculuk ederler.Dönemin bilimi, dönemin inanç ve gelenekleri bir bilim kurgu atmosferinde sunulur. Bu projenin amacı İslamofobi ile mücadele etmek ve medyadan yanısıyan fundementalist, cihad dışında bir şey bilmeyen, gerici ve çağdışı Müslüman ve İslam algısını ters çevirerek yapı-bozuma uğratmaktır.[20]
Yakup İslam belki İngiltere’deki İslamofobi ile mücadele içinde olduğundan Batılı anarşizm algısına çok da ters düşmeyen bir anarko İslam çerçevesi çizen bir yazar. O yüzden onun kurgusunun içerdiği radikalizm bir yanıyla batının İslam algısını yeniden üretmekte, batılı gustoya uygun temizlenmiş, uygun hale sokulmuş bir İslam biçimi ortaya koyar.
Gustav Henri Jossot: Sadelik Olarak İslam ve Anarşi
Gustav Henri Jossot olarak da bilinen Abdul Karim Jossot 1866’da Dijonda doğdu. Jossot, bir Fransız karikatürist, illüstratör, poster tasarımcısı, oryantalist ressam, yazar ve düşünür. 1951’de Tunus’un sahil kasabası Sidi Bou Said’de hayata veda eder.
Jossot yaşadığı dönemin anarşistlerinden biri olarak karikatürleri, illustarasyonları ile otorite ve otoriter aile, okul gibi kurumları kıyasıya eleştirdi. L’Assiette au Beurre adını taşıyan düzen karşıtı, isyancı, antikapitalist ve kilise karşıtı çizimleri ile düzen eleştirisi yapan dergide çizimleri nedeni ile anarşist olarak tanındı. 1911 yılında Tunus’a taşındıktan sonra Jossot dönüşüm geçirdi. 20. yy’ın en ünlü Şazeli velilerinden Şeyh El Alevi aracılığı ile batıni tasavvufla tanıştı-ki Tunus Karmati İsmaili fikrilerin tasavvuf içinde aktarım olanağı bulabildiği, Fas’ın Rabatt kentindeki Sale Korsan Cumhuriyeti nedeni ile de düzen karşıtı tasavvuf inançlarına alışkın bir yerdi. el-Alevi bir zamanlar anarşist çevrelerde bulunan ve sonradan Abdülvahid Yahya ismi ile Müslüman olan Rene Guenon başta olmak üzere pek çok Avrupalı entelektüelin şeyhi olmuş bir isimdir. Jossot’un İslam’ı seçmesinde sömürgecilik karşıtı tavırları da etkil oldu. Alevi vasıtasıyla tanıştığı batıni fikirler ile Anarşizm arasında yakınlıklar kurarak bir anlamda anarşist sufizm akımının öncüsü oldu. Onun açtığı yoldan daha sonra Peter Lamborn Wilson ya da tanınan adıyla Hakim Bey ilerledi ve yeni gelenekçilikle anarşizm arasında kurduğu geçişkenlikler ile anarko sufizm ya da heterodoksi eksenli mistik anarşizmin en tanınan ismi oldu. Jossot’tan Hakim Bey’e uzanan çizgide İvan Aqueli’yi saymak gerekir. Çünkü o da Mısır’da Şazeliye’ye intisab eden bir anarşist sanatçıydı. Kısacası sufizm batıdaki pek çok sanatçı anarşisti, entelektüeli cezbeden bir şey oldu ve olmaya da devam ediyor.
Gerek Aqueli gerek Jossot İslami anarşizmin belirgin özelliği olan post kolonyal karakterde baskın bir rol oyandılar. Jossot’un ilk yazılarında bu yan özellikle baskındı.
Muhammed Abdun İslam’ın batı tarafından kökten dinci, terörist olarak resmedildiğini belirtir. Bu algıya eski oryantalist algının yenilenmiş biçimleri eşlik eder: Baskıcı rejimler, kadınlara dönük ataerkil zulüm uygulayanlar. Bu temsiller karşısında Batıda yaşayan Müslümanların iki seçenekle karşı karşıya oldukların belirtir ya entegre olarak Batının beklentilerine uygun bir evcilleştirilmiş İslam resmi çizeceklerdir-ki liberal İslam bu temsile uygun bir biçim alır- ya da Derridacı bir tutumla klişeleri ters çevirerek batıyı kendi gerçeği ile yüzleştirme yoluna gideceklerdir. Anarca İslam’ın bu ikinci yolu tesmil eden Deleuzien göçebe öznellik ve devrimci özne olmak misyonu ile bunu yaptığını belirtir. Ki anarşizm etik değerleri ile Müslümanlar için yepyeni yolların açılmasına olanak verecek zenginliktedir.[21]
İşte Jossot tam da bunu yapmaya çalışır. Jack Ellul gibi Jossot ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayan bir konumda tutulmaktan şikâyet eder. Anarşistler, dinle anarşi arasında uyumsuzluk olduğunu düşünerek, onun dinle anarşi arasında kurmaya çalıştığı bağlantıları reddetmektedirler, diğer yandan da Müslümanlar onun anarşist yorumlarını bidat yani dinle uyumsuz yenilik kapsamında görerek onu dışlamaktadır. Ancak Ellul gibi Jossot da yılmaz ve ince ince, nakış nakış Müslümanlığın akılcı, ilerici ve özgürlükçü ( bu kavramların da tartışmaya açık olduğunu unutmamak gerekir) bir inanç sistemi olduğunu kanıtlamaya uğraşır.
Ona göre İslamda rahipler vb. hiyerarşik bir yapılanma yoktu, dogmalar, mistik yanlar yoktu. İslam akılcıydı, özgürlükçüydü, Allah’a iman kişisel bir tecrübeydi ve iman etmiş kişiyi aforoz etmek de mümkün değildi. Birisi kelime-i şehadet getirdiği andan itibaren kendi istemedikçe hiç kimse onu dinden çıkaramazdı. Bu yönler İslam’a anti- otoriter bir nitelik kazandırmaktaydı. Ona göre İslam devlet olmadan yönetim ve sömürü olmadan ticaret ekseni ile mülkiyet ve siyasi otorite konusunda farklı bir anlayış oluşturmaktaydı.[22]
“İslam bana hayat verdi” diyen Jossot Allah’tan başka büyük olan hiçbir şeyin olmadığını belirterek[23] günümüz anarşist İslam’ının temel düsturu olan Allah’tan başka bir güç, otorite yoktur bu nedenle de tüm dünyevi otoriteler, devletler gayrı meşrudur tezinin hazırlayıcısı oldu.
Jossot tasavvufun züht ve fakr anlayışında da hem mal anlamında bir mülksüzlük, hem de iktidar anlamında bir mülksüzlük görür ve züht ve fakr’dan sadeleşmeyi, yalınlaşmayı ve otoriter fazlalıklardan kurtulmayı anlayarak nefsin yokluğunun ya da onun ilahi kozmos tarafından emilmesinin kişiyi mutlak bir özgürlüğe kavuşturacağı kanısına varır.
Mohamed Jean Veneuse ve Anarca İslam
Hakkında pek de bilgi olmayan bu gizemli isim Anarşist İslam anlayışı bakımından önemli bir isimdir. O post yapısalcılık ve post kolonyalist perspektiften hareketle bir anarşist yapı bozum düşüncesi geliştirerek Anarca İslam ve Büyük Anarşi adıyla bilinen tezler geliştirdi. Temel yöntemi anarşist ictihat olan Venus bunun için yapısalcılık sonrası düşüncelerden (Foucault, Deleuze, Derrida) ve sömürge sonrası düşüncelerden faydalanır. Tezlerini büyük oranda buradan türetir.
Klasik ictihat gibi temel kaynaklarda (Kur’an ve sünnet) tezi destekleyecek bir kanıt bulunamadığında akli yollara başvurarak hüküm çıkarma yöntemini anarşist bir yönetimsellikle dine uyarlar. Dinsel metinlerde ya da gelenekte anarşizme uzlaşan verilere dayanarak dinle anarşinin uzlaşımı için kanıtlar türetmedir. Venüs bu yola başvurur.
Anarca İslam adıyla yayınladığı broşürde bu yöntemi nasıl ve ne için kullandığını şöyle ifade eder.
“Bu tezde antikapitalist ve otoriter ilkelerin varlığı konusunda İslamdaki anlam ve uygulamalar hakkındaki iddialarım için metinsel bir delil göstereceğim. Ek olarak, anarşizmi besleyen İslam’ın yorumsal geleneğini göstermek için bu ilkeleri benim yeniden yönlendirmem için Kuran’ın gerçeklerini sunacağım”[24]
Venüs de diğer Müslüman anarşistler gibi geleneğin otoritesini kabul etmez. Kitap sürekli kendini yenileyen bir niteliği sahip olduğu için sabit, değişmez bir yorumda oluşturulamaz. Bu nedenle geçmişte kabul edilmiş yorumları, bugünün Müslümanları farklı bir zaman ve mekânda yaşamaktan dolayı, o yorumları oluşturan koşullar bugün geçerli olmadığı için kabul etmek zorunda değildir.
O İslamın sömürge karşıtı bir direniş örmekte post yapısalcı düşünceden beslenen bir sömürge sonrası literatürden feyz alacağını belirtir ve İslamdaki anti- emperyalist ruhu bu kaynaklar eşliğinde yeniden yorumlar. Ama post-kolonyal düşünce esas modern anarşizmin beyaz aydınlanmacı yorumlarını ters yüz etmek, özcü din karşıtı anarşist fikrileri geçersizleştirmek için gereklidir. Anarşist İslam tam da bu eksende modern anarşizmin anti-teist yorumlarını geçeriz kılarak onların din kurgusunun batının söz merkezci, özne merkezci ve aydınlanma eksenli anlayışı içinde özcü din okumasını reddeder.
Al Azmeh’in deyimi ile tek bir İslam yoktur, İslamlar vardır. Her İslam anlayışı belli coğrafyaların, belli zamanlarınve belli koşulların ürünüdür. Bu nedenle sabit ve değişmez bir İslami özden söz edilemez.[25]
Venüs bu eksende Nietzche’nin “Tanrı Öldü” sözüne eleştiri getirir, Tanrı’nın yaşadığı ya da öldüğü yönünde elimizde somut bir kanıt yoktur. Dinlerin pasif bir boyun eğme, otorite karşısında evcilleştirici bir itaat kültürü geliştirdiği yönünde Emma Goldman’a dayanan anarşist anti- teizm eleştirilerinin bir geçerliliği olmadığı gibi Avrupa merkezcidir de. Goldman’ın evcilleştirici itaat eleştirisi evrensel değildir belli bir dönemde Avruda geçerli olan Hıristiyanlık ile ilgilidir. Ancak anarşistler, Bakunin ve Goldman’ın eleştirilerin ayrımsızca tüm dinler için kullanarak batının oryantalist ve Avrupa merkezci paradigmasını yeniden üretmektedirler. [26]
Anarşik İslam bu nedenle Batılı klasik anarşizme bu zemin üzerinde karşı çıkar, özellikle din konusunda dogmatik ve özcü bakış açısını öne sürer. Post anarşizm Batılı klasik anarşizmin özcü ve dogmatik bakış açısını paylaşamaz. Yani post anarşizm klasik batılı anarşizme göre-farklılığa elverişli anlayışı nedeni ile- dine daha açıktır. Ayrıca post anarşist teori, anarşizmin diğer yorumsal geleneklerinden kendisini farklı kılmaktadır, özellikle batılı klasik anarşizm, Foucaultcu iktidar analizini tanır. Post anarşist teori iktidarın tek bir merkezi olduğu tezini kabul etmez.
Venüs anarşist ictihat yöntemini uygularken post anarşist düşünceden beslendiği için ortaya koyduğu tezlerin Müslümanları ve İslam’ı temsil etmediğini belirtir. Dahası Anarka İslam yorumunu geliştirirken İslam’la Müslüman kültür arasında ayrım yaptıklarını ve bunların arasında bir denge sağlayarak ne kültürü veri kabul ettiğini ne de kültürü tamamı ile red ettiklerini belirtir.[27]
Venüs modern kapitalist devletin insanların kimliklerine el koyan onları belirleyen bir konumdadır. Irk, cinsiyet, sakatlık vb. pek çok hiyerarşik kategori oluşturarak bireyleri konumlandırır. Deyim yerindeyse yerlerini saptar. Kapitalizmde benzer biçimde kişilerin kimliklerini oluşturur. Odipal üçlü denilen arzu modelinde (anne, baba ve çocuk üçlüsü) arzuyu kodlayarak akışları kesmeye, arzunun akışkanlığını durdurmaya çabalar. Dağıttığı kimliksel roller ile bireyleri kodlayarak, yeniden yerleştirerek sabitlerken onları aynı zamanda sermaye hareketleri ile uyumlu hale getirir. Buna direniş stretejisi olarak Anarka-İslam Müslüman bir anarşist gibi yeni bir siyasi kimlik inşa ederek benimsenen ikili temsiller ile, mikro-otoriter ve kapitalist çalışmalardan geçici olarak da olsa kurtulma izni verir. Anarca İslam kimliklendirenin devlet olduğu bilinciyle aşkın bir Tanrıya referansla bu kimlikleri dağıtmış olur. Bunu yaparken de Anarşist ve Müslüman kimliklerin tek bir öznede toplanmadığını bunlar arasındaki gerilimin öznelliği hem bozduğunu hem de yeniden inşaa ettiğini belirtir. [28]
Venüs Anarca-İslam anlayışını oluştururken anti otoriter olarak yorumladığı üç ögeyi sahiplenir. Şura (ortak akıl ya da istişare meclisi), İcma (ulemanın fikir birliği) ve Maslahat (kamu yararı).
“Şura, İcma ve Maslahat’ı anarca-İslam’ın bireyler ve toplumlar arasındaki mikro-otoriter uygulamaların asgariye indirilmesi olarak, birer mikro-anti-otoriter konsept ve pratik olarak okuyorum. Bu konsept ve pratikleri otorite karşıtı bir gözle okuduktan sonra şura, icma ve maslahatın birlikte anarca-İslam’ın otoritenin mikro formlarına karşı birer direnç noktası olduğunu tanımlayabirim, daha doğrusu bu üçünün birlikteliğinde otoritenin mikro formlarına karşı olan karşıtlık hakkında bilgi verebilirim.”[29]
Venüs kurumlaşmış din algısına karşı çıkarken bu yapılanmaları savunur. Diğer yandan o anarşistlerin Tanrı’nın mutlak olarak gasbediliği tezine itiraz eder. Gasbedilen O’nun özü değil onun kurumlaşmış yapı içinde tanımlanan biçimidir. Bu analize göre, anarşistler Tanrı’ya direnme ile kurumsallaşmış inanca direnmenin arasındaki farkın ayırdına varmalıdır. Anarşistler Tanrı’ya karşı direndiklerinde aslında direndikleri Tanrı değildir. Aslında direnç gösterdikleri şey kurumsallaşmış inançtır. Bu ikisi arasında büyük fark olduğu için ikisi karıştırılmamalıdır.
Mülk konusunda da bizdeki İslami solculardan daha Müslümanca bir yorum geliştirir. Mülk Allah’ındır ayetinden yola çıkarak yönetsel işlevlerinde, mal anlamında mülkiyetin de bireylere kullanım olarak emanet edildiğini, emanetle beraber yükümlülüğün de yatin edildiğine dikkat çeker.
“Anarca-İslam’da mülkiyet mutlak olarak Tanrı’nındır, insanlar ise sadece Tanrı’nın mülkiyetinin birer bekçisi/emanetçisidirler. Bundan ötürü kapitalizmde olduğu gibi özel [mülkiyet] olarak biriktirilmez, mülkiyet kamusal olarak [tanrının mülkiyetinin] bekçiler[i] arasında dağıtılır. İkincisi, emanetçi/bekçi’nin kavram ve pratiğini anti-kapitalist bir okumayla sunuyorum. Emanetçi geçici bir şekilde tanrının mülkiyetinden faydalanır. Emanetçinin rolü, bir boçlu olarak, kapitalizmdeki ‘sahiplik’ten radikal bir şekilde farklıdır. İki çeşit emanetçiden söz edilir: toplumsal ve bireysel. Toplumsal emanetçi, küçük birlikteliklerden, ‘küçük firmalardan oluşan’ ortak ekonomik birliktelik olarak tanımlanır (Awan, 1983: 30). Fakat toplumsal emanetçiler tercih edildiği halde bireysel olanlar kabul edilmez; zira toplumsal olanın unutulmaması için bireyin ve arzularının kölesi olarak yaşamamalı. Yani, bireysel emanetçilere “zengin toplumların doğuşu ve bitişi kolektif bireyselliğin özgür olduğu yerde olur” sözündeki gibi durumlerda ruhsat verilir (Guattari, 1985: 17). Fakat bireysel emanetçilere ruhsat verildiğinde onlara bireysel arzuları ve toplumsal hakları arasında eşitliği sağlamaları için üç kısıtlama getirilir. İlk kısıtlama doğal kaynakların mülk/emanet edilmesidir. Yani, tüm topluma ait olan ve fertler arasında kullanım hakkının eşit dağıtılması gereken su veya petrol gibi doğal kaynaklar. İkincisi, emanetçilik bunlara zarar veriyor, kötü kullanıyorsa, toplum bunları diğerlerinin zararlarından korumak için emanetçilere müdahele eder (Ahmad, 1991: 33).[30]
Bu sorumluluğu iktidara devreden Batılı liberal demokrasiden farklı olarak insanlar arasında yatay bir ilişki kuran ve Hz. Ömer’e “eğrilik görürsem kılıcımla düzeltirim” diyen Selman’ın bütün müminleri aynı anda otorite kılan, iktidar yapan bir anlayıştır. Şura’nın batı demokrasilerinden çok daha ileri bir demokrasi vaad ediyor olmasının nedeni de budur, sorumlu birey ve birbirini uyaran, düzelten topluluk otoritesi, erki İktidarın yabancılaşmasını engeller ve iktidarı cemaatin kendisine bırakır.
“Tanrı’nın Şura zorunluluğuyla yani ‘şura’yı istemesiyle yapmak istediği mikro faşizmin toplumda oluşmasını engellemektir. Şura yardımıyla Müslümanlar iktidarın mikro formlarına karşı, faşizmin mikro formlarına karşı bir direnci ayakta tutmaktadırlar. Şuranın uygulanmasıyla hem bireysel hem de kolektif olarak dışsal otoritenin yaptırımı minimum seviyeye getirilir… Şura’nın kolektif uygulanmasıyla amaçlanan, toplumsal faydaya karar verenlerin ortak karara varmalarıdır. Karşılıklı sorumluluk buradaki en güçlüü etkendir çünkü: ‘Sen benim yararımı düşünürsen, ben de senin yararını düşünürüm’. İcmanın, yani anarca-İslam’ın ikinci mikro otorite karşıtı olan kavram ve pratiğinin, yürürlüğe konması Şura’nın toplumsal olarak uygulanmasıyla olur… Kur’an’ın emrettiği şurada bir kişinin diğerlerinin tavsiyelerini öğrenmesi değil diğerleriyle beraber eşit statüde karar alma mekanizmalarında bulunması, karşılıklı fikirlerin alışverişi neticesinde ortak karara varılması demektir”[31]
Böylece Venüs, anarşinin hedeflediği doğrudan demokrasininve kurumlaşmış dinin de kurumlaşmış otoritenin de İslam içinde yer almadığını ortaya koyarak anarşi ile İslam arasında var olan fikri yakınlıklara dikkat çekmiş olur.
Yer yer Batı düşüncesinden kaynaklanan sorunlara sahip olsa da Venüs tarafından ortaya konan Anarşist İslam yorumu en özgün ve İslami kaynaklara gönderme yaparak dinin kendi anlam dokusu ile en uyumlu olan yorumdur. Zira Hakim Bey de gördüğümüz heterodoksi eksenli İsmaili İslam mistisizmi İslam’ın içinde olmayan bir mistisizm anlayışı inşaa eden ve oryantalist bir algıyı tahkim eden bir yorumdur. İlginçtir Hakim Bey anarşistlerin bir bölümü arasında epey popüler olurken ve sürekli ona referanslarda bulunulurken. Jossota, Venüs’e pek de atıfta bulunulmaz. Bu da Batılı anarşist algının hala ontolojik emperyalizm zemininden benzeştirici özne tasavvurundan kopamadığını ortaya koymakta.
Hakim Bey ve Ontolojik Anarşizm
Levinas, batı düşüncesinin etik değil ontoloji eksenli olduğunu belirtirken ontolojinin soğurucu, sindirici ve aynılaştırıcı bir yönelim içinde olduğunu kaydeder. Aynı şekilde Edward Said’in Batının doğu algısına ilişkin yaptığı eleştirilerde başvurduğu çerçevede Batı düşüncesinin bugünden dek aynılık eksenli Parmenidesçi metafizik kavrayıştan kurtulamadığını ortaya koyar.
Hakim Bey’in ortaya koyduğu heterodoks anarşizm tezide gizemli, kalıplara sığmayan bir mistisizm içeren oryantalist imgelerden kurtulmuş değildir. Nasr’ın asistanlığını yapması nedeni ile onun gelenekçi ve İsmaili batıni yorumlarından referans alan bir İslam algısı söz konusudur. Eşcinsel ilişkide bulunan, esrar çeken, kendini hiçbir anlayışla kayıtlı görmeyen, yer yer neo- pagan anlayışlarla flört eden bir sufi anarşizm yorumu karşımızda yer alır. Hakim Bey’in yorumlarında sufizmin fakr, zühd takva vb. anarşizm lehine yorumlanacak ögeleri yer almaz, bunun yerine ayinsellik, şarap ve şiirle yoğrulmuş bir mistisizm sufiliğe yedirilir.
Hakim Bey’in Radikal Bohemlik şeklinde sunduğu sufi anarşizmi tamamı ile gnostik İsmaili sufizm biçimidir ve onlarda bir tür Amerikan karşı-kültürcülüğü ve “yaşam tarzı anarşizmi”ile sarmallanmış beatnik bir sufizm biçimi çağrıştırır nitekim kendisinin derin anlamını çok iyi bildiği hafızın sufi sembolizmi içeren “Seccadeni Şarapla lekele” çağrısı, bağlamından koparak şarap içen, üfleyen (yani esrar ve marihuana çeken), raks eden ama selefilik gibi radikal bir meydan okumadan çok bir “iç deneyim” ya da bir tür kurtarılmış bölge olan, ama kültür endüstrisi ve yasadışı küreselleşme tarafından rahatça emilerek içi boşaltılabilecek olan bir gösteriye dönüşür. Bu anlamda Hakim Bey sufizmi Ashab-ı Suffa sufizminden de Kalenderi dervişlikten de farklı olan bir sufi simulacrumu olmaktan öteye ne yazık ki geçemez.
Neyse daha en baştan kurguladığımız bu eleştirle, girişten sonra onun post-modern anarşizminin imkânları ve ontolojik anarşizmini ele alabiliriz.
Asıl Adı Peter Lamborn Wilson olan yazar, şair, denemeci, İran’dan döndükten sonra mensubu olduğu MOC (Moorish Orthodox Churchof -Mağribi Ortodoks Kilisesi) geleneğine uyarak kendine yeni bir isim seçer -ki bu isim mülhit Fatımi-Nizari halifesi Hakim Billah’a dayanır- bu adı bilinçli olarak kendi öğretisi ile uyumlu olduğu için seçer. Hakim kavramı bugün yasama sürecinin hükmedicisi anlamına gelen yaygın kullanımının aksine “hüküm veren” değil “hikmet sahibi”, “bilge kişi” manasındadır ve gene MOC geleneğince adının sonuna çeşitli Orta Asya-Türk boylarında kabile lideri manasında kullanılan Bey sıfatını alarak bir geleneği üstlenmiş olur.
Kolombiya Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Hakim Bey, 60’ların sonunda Türkiye, İran, Pakistan, Afganistan Hindistan ve Java’yı içine alan uzun bir seyahate çıkar. Batı Bengal’de Ganeş Baba’yla tanışır ve Kali müritlerini, mülhit Müslüman mistikleri, anarşistleri ve aşırı solcuları bir arada bünyesinde barındıran Bengal Terörist Partisi’nin eski bir üyesi olan Sri Kamanaransan Biswas’la Tantra öğretisi çalışır. Kanunsuz dervişlerin piri Lal Şahbaz Kalender de dahil olmak üzere söz konusu coğrafyadaki pek çok sufi türbesini ziyaret eder.
Java’da bulunduğu yıllarda henüz Vahabilerin katı sünnetçi geleneği İslam coğrafyasını büsbütün ele geçirmemiştir. Hakim Bey, Muhammedî Pasifik adalarının balta girmemiş ormanlarında davullarla yapılan namaz çağrısı da dahil olmak üzere – çünkü çıplak insan sesi çöl içindir, ormanda tam-tamlar daha makbul sayılır – İslam uygulamasının çok sesliliğine pek çok farklı örnekle şahit olur. Bugünse maalesef tüm dünyada minareler teknolojinin çirkin hoparlörleriyle süslenmiştir ve eski bir dostun bir mantar sabahında şaşkın bakışlarla ne diyeceğini bilemeyen bir ihvana söylediği gibi “o cızırtılı teçhizatın içerisinde hoca efendi değil, şeytan konuşuyor” ihtimali de hiç yabana atılır gibi değildir.
1974’ten Ayetullah Devrimi’ne dek İran’da bulunan Hakim Bey, Seyyid Hüseyin Nasr’ın kurucusu olduğu İran Kraliyet Felsefe Akademisi’nde dilbilim çalışmaları yürütür. Akademi’nin İngilizce yayın yönetmeni ve Sophia Perennis’in editörüdür. Seyyid Hüseyin Nasr, Toshiko Izutsu, Henri Corbin ve daha pek çok başka isimle beraber çalışır. 1980’de Şah devrilip de mollalar devrimin diğer güçlerini, sufileri, sosyalistleri, mücahidanı, Ali Şeriati yandaşlarını tasfiye etmeye başladığında o da İran’dan ayrılarak Amerika’ya döner.
1980’lerde Guenoncu neo-tradisyonalizmden uzaklaşarak anarşist ve sitüasyonist düşüncenin heterodoks İslam ve neo-paganizmle harmanlanmasından müteşekkil bir düşünce sistemine ulaşır: Ontolojik Anarşizm:
“Bizler Nizarî-İsmailî Bâtınileriz; yani manevi silsilemizi Alamut’un yedinci ve son Pir’i, ‘Kaçık’ III. Alâeddin Muhammed üzerinden (ve kesinlikle Ağa hanlar üzerinden değil) Hasan Sabbah’a dayandıran Şii mülhitler ve fanatikleriz. Radikal vahdetçiliği ve saf ahlak kuralları karşıtlığını benimsiyoruz ve tüm yasa ve otorite biçimlerine Kaos adına karşı çıkıyoruz.”[32]
Mağribi Ortodoks Kilisesi, adının tüm çağrışımlarının aksine aslında ne ortodokstur ne de bir kilise. Kimilerinin bir ahir zaman peygamberi saydığı yarım kan Mağribi ve yarım kan Cherokee, Çingene seyyahların yoldaşı, demiryolu bekçisi, sirk sihirbazı, mistik Nobel Drew Ali’nin 1913’te Yeni Dünya’da Afrikalı Amerikalıların aslen Mağribi ve dolayısıyla Müslüman oldukları iddiasıyla kurduğu Amerika Mağribi İlim Mabedi’nin (Moorish Science Temple of America) bir uzantısı olan MOC, 1964’te Beatnikler ve Mağribi Sufiler tarafından kurulmuştur ve İsmaililik, Çiştiye ve Bektaşilik miraslarını sahiplenerek bunları Tantra ve Tao felsefesiyle bağdaştırır. Wilson, 60’larda vaiz Walid el Taha aracılığıyla Kilise’yle tanışır ve bugün kendisi de Mağribi Ortodoks Kilisesi’nin önemli vaizlerindendir…
“Bir bakış açısına göre ontolojik anarşizm alabildiğine yalındır, tüm niteliklerden ve iyeliklerden arınmış, KAOS’un kendisi kadar fakir – ama başka bir açıdan bakacak olursak Katmandu’nun Mistik-Mabetleri ya da bir simya alametler kitabı gibi şatafatlı bir biçimde filiz vermektedir.”[33]
Ontolojik anarşizm, anarşizmi bir ideoloji ya da ulaşılacak bir ideal olarak değil bir mevcudiyet olarak ele alma çabasıdır. Burası değilse neresi, şimdi değilse ne zamandır? Büyük iktidar yapıları ve söylemleri içinde boğulan gündelik hayatta, öz-iktidar yahut “muktedir nefs” yahut “hür kral” olarak anarşistin varlığına işaret eder: Çocuk oyunlarında, bir ayaklanmada, bir partide, bir işgal evinde, bir yemek kolektifinde, şehrin sokaklarını avare dolaşırken ve neo-göçebe cemaatlerin özgün buluşmalarında. Anarşi, doğrudan ve dolaysız bir hayatın tecellisidir; yol olmayan bir yol, geçitsiz bir geçit. Ve kimilerinin yaşam tarzı anarşizmi ithamlarına rağmen Bey’in çağrısı gayet açıktır: “Bir yaşam edinin, yaşam tarzı değil.”
80’lerin ortasında bir grup yazarçizer taifesiyle beraber Autonomedia yayın kolektifini kurarlar ve anarşizm, otonomcu Marksizm, siber-feminizm gibi konularda pek çok önemli kitap yayınlarlar. Bey, uzun bir süre New York’ta bir yandan yayın kolektifi faaliyetleriyle uğraşırken bir yandan da Central Park’ta Serbest Kürsü’de hafta sonları halka açık vaazlar vermeyi sürdürmüştür. Nasır Hüsrev’den, Fahruddini Iraki’den, çeşitli Nimetullahi tarikatı ve Pers sufi şairlerinden yaptığı çevirilerin yanı sıra mülhit İslam geleneği, Kelt kültürü, korsan ütopyaları, sanrı uyandırıcı maddelerin kullanımı, gizemci kültler, Nietzsche ve Stirner, 19. yüzyıl anarşizmi, Fourier ve ütopyacı sosyalizm gibi çeşitli konularda kaleme aldığı makalelerinden oluşan yirmiyi aşkın kitap yazmış olmasına rağmen 90’lı yıllarda kaleme aldığı TAZ (Temporary Autonomus Zone – Geçici Otonom Bölge) Hakim Bey’in en çok bilinen ve en çok tartışılan çalışması olmuştur.
Hakim Bey, TAZ’da Ontolojik Anarşi kuramına dayanarak anarşinin çeşitli otonom bölgeler dahilinde hâlihazırda tezahür ettiğini öne sürer. Babil Kulesi çatlaklarla doludur ve bu çatlakların, boşlukların içerisinde özgürlüğün ve anarşinin tecrübe edilebileceği sığınaklar yaratmak pekâlâ mümkündür ve hatta mümkün olmanın da ötesinde bunlar mevcuttur. Mesele bunların öz-farkındalık kazanarak kendi aralarında yeni bir ağ oluşturması ve yoğunlaşarak şiddetlenmesidir. Yeterli yoğunluğa ulaştığında taşın içerisine sıkışmış bir damla su koca bir kayayı boydan boya yarabilir. Bey, TAZ için model olarak Net (Şebeke) ve Web(Ağ)’i gösterir. 90’larda internet kültürü hayatımıza yeni yeni girerken Hakim Bey bunların özgürlükçü potansiyellerinin farkına varmış ve bunu sanal olmayan uzamda bir model olarak kullanmayı önerirken, sanal uzamda da bu özgürlük adacıklarının ağ örüntüsünün nasıl oluşturulabileceği ve yoğunlaşma ve şiddetin nasıl tatbik edilebileceğini sorgulamıştır. Ancak, potansiyel risklerin de farkındadır ve TAZ bir yanıyla Şebeke’deki korsanlara düzülen bir methiyeyken bir yanıyla da onlara açık bir meydan okuma ve kışkırtmadır.
TAZ’ın yayınlanmasından sonra Hakim Bey bir yandan gündelik hayatın içerisinde bu otonom bölgeleri yaratmaya çalışan pek çok grup tarafından (bilhassa Rave’ciler ve Reclaim The Streets oluşumları, Squatçılar ve Food Not Bombs gibi yemek kolektifleri) sahiplenilirken bir yandan da sanal uzamda karşı-Şebeke’nin, Ağ’ın yaratılması için mücadele eden internet kurtlarının Avrupa ve Amerika’da düzenlediği pek çok konferansa konuşmacı olarak davet edilmiştir, tuhaftır ki bu toplantılardaki konuşmacılar arasında bir bilgisayar sahibi olmayan yegâne kişi belki de Bey’in kendisidir ve makalelerinin çoğuna internette ücretsiz ulaşmak mümkün olsa da Bey’e netten ulaşmayı umanlar bugün de hayal kırıklığına uğrayacaktır… Zaten TAZ ve Ontolojik Anarşi kuramlarının en önemli ayaklarından birini de Immediatism (Dolaysızlık) yaklaşımı oluşturmakta ve Hakim Bey ikinci el, yabancılaşmış, soyutlanmış tüm ilişkilerin yerine doğrudan, dolaysız ilişkileri koymayı savunmaktadır. [34]
Hakim Bey, kapitalizmin yarattığı totaliter dünya içinde belli bir yere sabitlenmiş bir devrimci muhalafetin anında yok edileceği düşüncesindedir, bu yüzden bir tür göçebe varoluş kurgular, kapitalizmin ara bölgelerinde oluşan çatlaklarda açan yaban çiçekleri gibi anarşist muhalefette bu ara bölgelerde çöldeki vaha misali soluklanır. Ancak devasa gözetim makinası, tekno bürokratik baskı aygıtıyla kapitalist devlet bu tür yerlere sızar.
TAZ adını verdiği geçici otonom bölgeler birbiri ile ağımsı bir bağlantı içinde olan geçici direniş bölgeleridir. Öte yandan Hakim Bey tıpkı Karşı-Kültür teorisyeni Thedor Rozsak gibi mevcut düzenin bilincimizi de işgal ettiği kanısındadır. Bu nedenle tıpkı göçebe direniş ağları gibi bilincinde psişik bir direnin adası oluşturmasından yanadır. Anarşizmin komünist forumlarında görülen devrimci kateşizmden, sürekli sınıf fetişizmi yapan ya da basbayağı bildik sol dil içinden konuşan hayatı es geçen, yaşamı ve bireyselliği unutan bir anarşizme karşı doğu bilgeliğinden, uyarıcılardan, farklı müzik türlerinde ve şiirden oluşan bir psişik dönüşümden yanadır. Akılcı ve rasyonel bilinç yerine sezgisel, mistik aydınlanmalara yer açan maddeci olmayan bir bilinç halinin devrimci başkaldırının önemli bir destekçisi olacağı kanısındadır. Bu nedenle Nizari İsmaililiğinden, Taoculuk ve Zen’den, şamanizmden, pagan ayinselliklerinden özellikle de keltlerden süzülen bir tür post modern mistik kolaj oluşturur. Ontolojik Anarşizm adını verdiği bu anarşizm psişik yönü olan, bireyi, bireyselliği, hazzı, neşeyi ve bilinçsel dönüşümleri içine alan kültürel bir anarşizm türüdür. Bir tür bilinç ve kültür devrimi öngörür. Bu nedenle maneviliği dışlayan anarşist komünizm türevlerinden kaçınarak Muhammed Jean Venüs’te olduğu gibi post-anarşizm ve post-modern anarşizmden, siberpunktan, hacker kültüründen faydalanarak bir tür post modern anarşizm teorisi inşaa eder. Bunu yaparken de Batılı anarşizmin tek boyutlu Batı kültürü yerine farklı kültürlere açık olmayı, manevi bilinç dönüşümlerini kucaklamaktan imtina etmeyen bir Anarşist Bilgelik biçimi oluşturur.
“Anarşizm kendini İsa’nın öğretilerine benzer bir materyalizmden ve 19. yüzyılın bayağı, iki boyutlu bilimselliğinden sıyırmalıdır. “Bilincin daha yüksek aşamaları” kötücül papazlar tarafından icat edilmiş HORTLAKLAR değildir sadece. Şark, okült, ve kabile kültürleri gerçek anarşist tarzda “mülk edinilebilecek” tekniklere sahiplerdir. “Bilincin daha yüksek aşamaları” olmazsa anarşizm sona erer, bir sefalet, mızmızlanan bir şikayet biçimi olarak kendi üstüne kapanıp kurur. New Age bok püsüründen arınmış, amansızca heretik ve ruhban karşıtı; tüm yeni bilinç ve metanoya teknolojilerine hevesli olan pratik türden bir “mistik anarşizme”, şamanizmin bir demokratikleştirilmesine, zehirsizleştirilip dinginleştirilmesine ihtiyacımız var.”[35]
Hakim Bey anarşistlerin yıllar boyu anarşinin bir kaos olmadığını söyleyerek kendilerini kısıtlayan devrimci anarşizme karşı isyanın safında yan tutarak, düzensizlik olarak kaosu yabansılığı savunur. Stirneryan bir tavırla hiçe sahip çıkar. Kaosun içindeki yaratıcı karmaşını her zaman yeni olasılıklara açık olduğunu, devingen bir yaşam biçimi doğurduğu kanısı ile Kaosu savunur.
“Hiçbir şey, “şeylerin hakiki doğası” şeklindeki bir kesinliğe dayandırılamayacağından, (Nietzsche’nin dediği gibi) bütün projeler ancak “hiçlik üzerine kurulabilmek”te. Yine de bir proje olmalı –kendimizi “hiçlik” kategorisi içine kıstırmama çabasındayız çünkü. Hiçlikten bir şey yapacağız: bir Ayaklanma, “Şeylerin Doğasının şu veya bu olduğu” iddaasındaki herşeye karşı bir isyan. Uyuşamıyoruz; gayri tabîyiz; Yasanın -Kutsal Yasa, Doğa Yasası, ya da Toplumsal Yasa, istediğinizi seçebilirsinizgözünde hiçliğin de aşağısındayız. Değerlerimizi hiçlikten çıkaracağız ve bu keşif eylemiyle sürdüreceğiz hayatımızı. Hiçlik üzerine enine boyuna düşünürken, tanımlayamasak da, paradoksal şekilde (sadece metaforik de olsa) onun hakkında bir şeyler söyleyebiliriz: bir “kaos” olarak görünür bize. Hem kadim bir mit olarak hem de “yeni bilim” olarak, kaos, projemizin yüreğinde yatar… Anarkizm bile sanki doğal bir yasanın arayışında, maddeye içkin bir ahlaksallığın, bir entelekyanın [bireysel olgunluğa erme –ç.n.]ya da varlığın-amacının peşindedir. (Bu noktada Hristiyanlardan farklı durumda değildirler, Nietzsche’nin de inandığı gibi -hınçlarının derinliğinde radikalleşebilirler ancak). Anarkizm “devletin ilga edilmesi gerek”tiğini söyler, ama bunun yerine daha radikal bir düzen biçimi tesis etme niyetiyle… Bunun karşısında Ontolojik Anarkizm, hiç bir “devlet”in kaos içinde “var” olamayacağını, (belirlenmeden kalan) kaos dışındaki bütün ontolojik iddiaların geçersiz olduğunu, ve bu yüzden yönetime dair her tür çabanın imkânsızlığa mahkum olduğunu söyler. “Kaos hiç bir zaman ölmemiştir.” Kutlama amacıyla saf bir “varoluşsal özgürlük” içinde doğrudan ve kendiliğinden biçimde tahayyül etmediğimiz ve üretmediğimiz her “düzen” biçimi yanılsamadan ibarettir.”
Hakim Bey Kaosyen bir şenlik olarak devrimin yerine arzuyu koyar Mistisizme sahip çıkmasının nedeni de bu arzu meselesidir.
Bir anarşist olarak Hakim Bey devlete olduğu gibi dine de karşıdır. Din yerine manevi arzuyu, mistik esrimeyi ve bilinçsel değişimi, orji olarak cinselliği-hatta pornografinin bir öğretim biçimi olarak değerinden dem vurur Hakim Bey- arzunun göçebe ayaklanması için yardıma çağırır. Bunlar isyanın kardeşleridir onun için.
Kısacası Hakim Bey’in anarşizmi için bir ontolojik çorba tanımı yapılabilir. Saksofon eşliğinde caz dinleyerek, sipsilerde esrar çekerek yahut cankilerin koluna vurduğu eroin şırıngası eşliğinde sanrılara dayalı bilinç değişimleri yaşarken kapitalizm ve tekno-bürokratik totalitarizim yaşamın tüm alanlarını işgal etmekte. Sistemin arzu ettiği anarşizm de bu zaten. Tüm eleştirilerine rağmen o ortodoks bulduğu anarşistler devletin en tehlikeli bulduğu terör örgütü listelerinde boy gösterirken diğer yandan da kaldırım taşlarının altındaki hayatı salladıkları molotoflarla, şenlikli ama bir o kadar da sert gösterilerle isyan olarak yaşamaktalar.
Aşırı seküler ve rasyonalist görüşleri, avrupa merkezci beyaz anarşizmi nedeni ile pek çok eleştiriye maruz kalsa da Bookchin bu tarz anarşizmi yerden yere vurmakta haklıdır-ki en büyük muhalifi ve eleştirmeni Bob Black’de bu sefil hippi anarşizminin mistik çobasına onun kadar sert eleştiriler getirmektedir.
Anarşizmi narsist bir burjuva benlikçiliğine, sufizmi bir New Age soytarılığına çeviren Bey için Bookchin’nin şu tespitlerine katılmamak mümkün değil.
“Elbette bu görüş, kapitalist kültürün butiklerini, uzun saç, sakal ve kotların, yüksek modanın girişimci dünyasını ettiğinden daha fazla reddetmeyecek. Ne yazık ki, hapishanelerdeki mahkûmların da en katı anlamıyla kanıtlayabileceği gibi, bu dünyada çok fazla insan -“simülasyon” ya da “rüya”sız- kendi derilerine bile sahip değil. Sıkıntılı anların¬da Beyin manifestolarını oyalayıcı bulabilecek olan ayrıca¬lıklı küçük burjuvalar haricinde hiç kimse, fani sefalet alanı¬nın dışına “bir rüya politikası” ile kayamadı. Bey’e göre, aslında, klasik devrimci isyanlar bile, Foucault’nun “sınır deneyimleri”ni andıran, kişisel bir tatmin’den pek fazlasını sunmuyor. “Başkaldırı, bir doruk deneyimi gibidir, diye bize garanti veriyor… Bununla birlikte isyan, Bey için halüsinojenik bir “trip” ten pek fazlasını ifade etmez; öte yandan Bey’in onayladığı Nietzche’ci Üstinsan, “reform için ajitasyonla, protestoyla, hayali rüyalarla, her çeşit ‘devrim şehitliği’ ile zaman kay¬betmeyi küçük gören” bir “özgür ruh”tur. Tahminen rüyalar, “hayali” (yani; toplumsal açıdan sorumlu) olmadığı sürece gayet iyidir, Bey, daha çok “şarap içer” ve “özel bir epifânisi” vardır; bunlar kartezyen mantığının sınırlamalarından kurtulduğu kesin olan zihni mastürbasyondan pek fazlasını ifade etmez.”[36]
Bookchin’nin katı sekülerizmi ve hala çıkmamış candan umut kesilmez cinsinden aydınlanma bağlılığı bir yana bırakılacak olursa ki Hakim Bey tipi zihniyetleri de doğuran Aydınlanma adına ortaya atılan materyalizmden başkası değildir.
Buraya kadar değerlendirdiğimiz İslami anarşizmler içinde en tutarlı ve gerçek bir devrimci ruh esinleyeni Muhammed Jean Veneuse oldu. Kuşkusuz Yakup İslam’ın çabaları da anlamlı olmakla birlikte fazlası ile İslamofobi korkusu ile şekillenmiş ve Batının sevgi barış vb. söylemlerine uyumlandırılmış bir biçim taşımakta.
Ancak gerçek bir Müslüman anarşizmin yeri ontolojik emperyalizmden malul Batı değil bu topraklar olacaktır. O yüzden hem Müslümanlara hem de Batının çöplüğünden geçinen seküler modern anarşizmi, bu toprakların pozitivist ruhu ile kaynaştıran bir tür anarko kemalizmin içselleştirilmiş oryantalizmi ile malul olmamış anarşistlere düşüyor. Bu kitabı bu kaygılar ile kaleme aldım. Ancak bu toprakların ruhu ile uyumlu bir yerli anarşizm yolunda atılan bu ilk adım, çok daha geniş kapsamlı olarak Anarşi ve İrfan ile Göçebe Ay Ahşap Medeniyet çalışmalarında işlenecek.
(Bu yazı Dilaver Demirağ, Anarşizm: Unutulmuş Olanı Hatırlamak, Okur Kitaplığı Yayınevi, Temmuz- 2O12, kitabının aynı adı taşıyan bölümdür)
Dipnotlar
——————————————————————————–
[1] Bakunin, Tanrı ve Devlet, Çev: Sinan Ergün, Öteki Yayınları, İstanbul -2000, s. 25
[2] Wikipedia, Dini Anarşizm Maddesi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Dini_anar%C5%9Fizm
[3] Jack Ellul, Anarşi ve Hıristiyanlık, Çev: Ali Toprak, Karşı Yayınları, İstanbul 2010, s: 12
[4] Lev Nikolayeviç Tolstoy, Tanrının Egemenliği İçimizdedir, Mistik Bir Din Değil Yeni Bir Yaşam Anlayışı Olarak Hıristiyanlık, Kaos, Yayınları, İstanbul-2005 s. 242.
[5] Tolstoy, age, s. 338, 339
[6] Dinsel Anarşistler Varmıdır, http://anarsistbakis.wordpress.com/2008/09/08/dinsel-anarsistler-var-midir/
[7] Salman Sayyid, Fundementalizm Korkusu, Avrupa Merkezcilik ve İslamcılığın Doğuşu, Çev: Ebubekir Ceylan & Nuh Yılmaz, Vadi Yayınları, Ankara 2000, s:9
[8] Susan Buck Morss, Küresel Bir Karşı Kültür, Çev: Süreyya Evren, Versus Yayınları İstanbul 2007, s:12
[9] Orj. Muslim Anarchist Charter, http://www.bayyinat.org.uk/manarchist.htm , türkçesi, Anarşist Müslüman Bildirisi, http://tr-tr.facebook.com/pages/anar%C5%9Fist-m%C3%BCsl%C3%BCman/243893843216?sk=info
[10] Roger White, Post-Kolonyal Anarşizm, çev:Kürşat Kızıltuğ, http://qijikares.blogspot.com/2011/02/post-kolonyal-anarsizm-roger-white.html
[11] Yakub İslam, Captain Jul’s Mission Blog, Posts belonging to Category eurocentrism, Eurocentrism, http://www.steampunkshariah.info/?cat=432
[12] Jason Adams, Batı Dışı Anarşizmler, Küresel Bağlamı Yeniden Düşünmek, Çeviren: Hale Alpmen, Murat Düzenli http://www.ozgurhayat.Org/3.php?a=1,
[13] Sharife Gemie, Fatimanın Duruşması, çev. Alişan Şahin, http://www.itaatsiz.org/index.php?option=com_content&view=article&id=104:fatimanin-durumasi-anarsistler
[14] Against Colonialism and fundamentalism…http://www.anarkismo.net/article/8555
[15] Cindy Milstein, Anarchism’s Promise for Anticapitalist Resistance, http://www.zcommunications.org/anarchisms-promise-for-anticapitalist-resistance-by-cindy-milstein
[16] In the Name of Allah…, Islamophobia – a working definition, The Daily Terror http://www.bayyinat.org.uk/terror.htm
[17] Adı geçen blog (agb)
[18] http://www.bayyinat.org.uk/manarchist.htm
[19] http://sukutsuretinde.blogspot.com/2011/02/anarsist-musluman-bildirisi.html
[20] http://www.steampunkshariah.info/?p=15268#comment-393
[21] Mohamed Abdou, Anarca İslam, http://qspace.library.queensu.ca/bitstream/1974/5139/1/Anarca%3AIslam-MAthesis-Submission%20Copy.pdf çev: Nilgün Gökçen Demirağ
[22] Henri-Gustave Jossot, http://ita.anarchopedia.org/Jossot
[23] AbdulKarîm Jossot , Et le sentier d’Allah
http://al.alawi.1934.free.fr/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=50
[24] Anarca islam, http://theanarchistlibrary.org/HTML/Mohamed_Jean_Veneuse__Anarca-Islam.html çev: Erdal Kurgan, Zehra Avar, Nilgün Gökçen Demirağ
[25] Aziz Al-Azmeh, İslamlar ve Moderniteler , Çev: Elçin Gen, İletişim Yayınları, İstanbul-2003, s:73
[26] Muhammed Jean Veneuse, age
[27] age
[28] age
[29] Age
[30] age
[31] Age
[32] (Peter Lamborn Wilson), Hakim Bey, TAZ, s:3
[33] Hakim Bey, Age, s:4
[34] age
[35] Age
[36] Hakim Bey, Ontolojik Anarşi, http://www.sanalteori.net/index.php/nisanmayis2009/81
* Steampunk, siberpunk’ın Victorian çeşididir. Sanayi devriminin başlangıç yılları olduğu için çarklar, buhar makineleri vb. o dönemin teknolojisini ifade eden bir atmosfer içinde anlatılır. Tasnem projesi de modern öncesi ilam medeniyetinin yaratılan karakterler ile anlatan bir proje olduğundan steampunk bir biçime dayanır.
İtaatsiz.org