Şef, son kurban ayininde kendini aynada dikkatlice inceleme imkânı bulmuş ve kuşku duymadığı kimliğine rağmen ilk defa “Kimim ben?” sorusunu, kendi kendine gerçek bir yanıt almak için sormuş oldu. İşte PB’nin hesaba katmadığı bu soru, paradoksal biçimde örtbas edilmek için kurban gerektiriyor; her örtme girişimi daha çok soru sahibi üretiyordu. Ve her soru, doğrudan çelişkilere yönelip, gettonun kapalı havzasının uyuşturucu etkisi yaratan tekli dünyasını biraz daha yırtıp kaosun çoklu evreninin varlığından haberdar ediyordu kulları.
Kurbanlar niçin kurbandı? Yarın şef niçin kurban edilecekti? Kimler neler demiş ve neden “iblis listelerinde” tövbesi asla kabul edilemez düşmanlara dönüşmüşlerdi? Ve kimler hangi cüretle Tanrı adına bu denli fütursuzca konuşabiliyorlardı? Sorular, başka soruları ve onlar başkalarını tetikledikçe, karın ağrısı bir bilinç olarak doğuyordu…
Dün huşuyu paylaştığı, birlik ve beraberlikten fenafillâha ulaştığı “dost”larını (aslında Politbüro şeflerinin dostları olmaz, misyonları olur) bir bir istiare ayinlerinde (politbüro istişare etmez, istiareye yatar ve sonuçları deklare eder) kurban eden şef, sıra kendisine geldiğinde sunağa boynunu uzatmaktan imtina etmeyeceği daha derin bir bilişe de ulaşmış oluyordu:
“Diz çökmedik bu da size dert olsun!”
