Bugün ev arkadaşlarımızla birlikte Eyüp sahiline pikniğe gittik. Erken saatlerde henüz pek fazla aile yoktu. Tek tük gruplar, ekseriyetle de çiftler… “Aileler”in “çiftler”le ilgili genel yakınmalarını orada da gözlemek mümkündü. Sarmaş dolaş oturmalar, birbirinin kucağına yatmalar vs. Böyle şeyleri kınamak aslında hepimiz için çok kolay. Bilhassa da “çift”in bayan olanı tesettürlüyse… Yıllardan beri “türbanlıların parklarda erkeklerle neler yaptığı konusunda” hepimiz oldukça bilgilendik, biliyorsunuz. Fakat insan yaşı ilerledikçe, hayatı ve imtihanları değiştikçe bazı şeyleri kınamanın çok kolay bir yol olduğunu görüyor ve bazı meselelerin altındaki mekanizmaları fark edip konuya bu açıdan yaklaşmak isteyebiliyor.
İlk ele almak istediğim şey şu “türbanlılık” meselesi. Bu ülkenin dindarları on yıllardır çok çekti. Bunlardan en simgesel olanı da başörtüsü sorunuydu elbette. O günler büyük ölçüde geride kaldı. Herkes bu konunun gereğinden fazla büyütüldüğünü anladı artık. Laikler uzaylı gibi gördükleri tesettürlülerin onları yemediğini gördü ve tesettürlüler karma eğitim kurumlarında yerlerini alarak ayrımcılığa tâbi tutulmadan eğitim almanın nasıl bir şey olduğu tattılar. Bu “tatma”nın bizi kimi zaman dünya meşgalelerine fazlasıyla düşürdüğü ve iffet muhafazasını zorlaştırdığını yadsıyamayız elbette. Ama hayat işte. İmtihanlar asla bit(e)mez. Tesettürlülerin de onları savunan mücahid erkeklerin de en büyük “mesele”leri ellerinden alındığı için bunların büyük kısmı “cihad” boşluğuna düştüler. (söz konusu cümlelerden yazar berî sanılmasın) Bizler aslında cihadın eyleme gitmekten, ümmet meseleleri hakkında heyecanlı konuşmalar yapmaktan, sosyal medya mücahidliğinden ve devletlerin Müslümanlara nasıl zulümler yaptıklarını konuşmaktan ibaret olmadığını yavaş yavaş anlıyoruz. Bu bir süreç. Dindar kızların eğitim kurumlarında yerini almaları onların laiklerle daha rahat, kimlik bunalımı yaşamadan temas kurmalarını sağladı. Laik olmayan ama başörtülü de olmayan bir kız grubu da var elbette. Zaten klişe olarak söylendiği gibi insanları şucu bucu diye ayırmanın onları tanıdıkça anlamını yitirdiğini hakkal yakîn olarak görmekteyiz. Buradan varmak istediğim nokta şu: olaylara “zorlu toplumsal süreçler” gözlüğünden bakmadığınız zaman, insan tipleri arasında kesin çizgiler olmadığını, bunların ne kadar geçişli olduğunu fark edebiliyoruz. Bizlerin kimi zaman hatalı olarak “açık” tabir ettiğimiz bir çok kişinin bizden çok daha ahlaklı ve nafile ibadetlere daha düşkün olabileceğini çok gördük bu zamana kadar. Elbette bunun tam zıttı da geçerli. Ama toplum bunun zıddını kabullenmeye henüz tam hazır değil gibi.
Şu an dindar ailelerin çocuklarıyla yaşadığı temel çatışmalardan biri başörtü örten kızının ya da beş vakit namaz kılan, hafızlık yapan erkek çocuğunun bu vasıfları tabiri caizse bir “ahlak paketi” içinde aldıklarını zannetmeleri. Sanki bir tarife var ve bunu gidip satın alıyoruz bir yerden:
Kız-erkek evlat paketi 1: (kız için başörtülü), namaz kılıyor, tecvidsiz Kur’an-ı Kerim okuyor, (erkek/kız) arkadaşı yok.
Kız evlat paketi2: başörtülü ve pardesülü, tecvidli Kur’an-ı Kerim okuyor, erkeklerle muhatap dahi olmaz.
Erkek evlat paketi2: namazlı ve cumalı, Kur’an ezberi yapıyor, kızlarla işi olmaz, sigara içmiyor.
Yazması çok eğlenceliydi, böyle bir şey olmadığını bilmekse acı bir gerçek.
Bizlerin böyle saçma bir ruh hâline bürünmemizde bu toplumsal çalkantıların büyük rolü oldu. Elbette İslam’ı yalnızca kadınlar üzerinden anlamaya ve yaşamaya çalışan sıkıntılı zihniyetin buradaki rolü de göz ardı edilemez. Fakat bu konudaki anormalliklerin zamanla düzeleceğini umuyor ve bekliyoruz. Bunu çözümlemek için ilk yapmamız gereken insandaki “nefs” gerçeğine odaklanmak. Bizde İslami ve kültürel bazı uygulamaların aslında ne kadar hikmetli olduğunu biraz düşününce görebiliriz. Bunlardan biri haremlik-selamlık olayı. Bunun hikmetinin acizâne şu olduğunu düşünüyorum: Kadın ve erkek birbirine aslında o kadar meyilliler ki direk ortamları ayırarak baştan nahoş durum oluşması engellenmek isteniyor. Bu yazdığım şeyin sapıkça bir bakış açısı olduğunu düşünenlerin cahil olup olmadıklarını sorgulamaları güzel olur. Bunlar sapıkça şeyler değil. Bunlar gerek dini öğretilerde gerekse bilimsel yaklaşımlarla yaklaşıldığında gerçekliği apaçık gözler önünde olan ve kabullenilip helal daire içine yönlendirilmesi gereken mevzular sadece. Eğer ebeveynler ve toplum da bunun böyle olduğunu kabul ederse gerek flörtleri gerekse parklarda yaşanan her türlü faaliyeti anlamlandırmak daha kolay olur.
Biliyorsunuz ki insanların duyguları ve güdüleri tatmin olmak ister. Eğer biz bunları helal ve mübah olan alana yönlendirmezsek insanlar bunu mutlaka farklı bir yolla yerine getireceklerdir. (Örneğin eskiden savaşlar daha yaygın olduğu için insanlar bu yolla adrenalin ihtiyaçlarını giderebiliyorlardı, şimdiyse kamikazeye biniyorlar.) Şimdi insanların bir cinsel gerçeği var, ve bu durum ergenlik çağından sonra meydana geliyor. Erken ergenlik yıllarında kişinin kendini, duygularını ve bedenini tanıması daha yoğunken, geç safhasında ve yetişkinlikte insanlar istemsiz olarak çevrelerine de ilgi göstermeye başlıyorlar. İslamiyet bunu asla reddetmemiştir. Kur’an-ı Kerim’de zaten bu konuda ayetler var. Bununla beraber Rasulullah Efendimiz(sav.) gençlerin evlendirilmesini, evlenmeye gücü yetmeyenlerin de oruç tutmasını buyurmuştu. O dönemde Rasulullah (asm.) bunu emretmişken, bu kadar fazla cinsel ögeye maruz kalınan bir dönemde bu meselenin ne büyük önem arz ettiğini anlamak için dâhi olmaya gerek yok sanırım. Evet dâhi olmaya gerek yok, fakat modernizm gözlüklerini atmanın gereği var galiba biraz. Şimdi bu sıralayacağım sorunların bazılarına bir çözüm önerisi getiremeyeceğim; ama bunlar sorunların var olduğu gerçeğini değiştirmez:
Zaten 18 yaşına kadar lisede okuyoruz, lisede evlenmek okuldan atılma sebebidir, bilenleriniz varsa. Ancak açıktan devam edebilirsiniz bu durumda. Buna ek olarak üniversite yıllarında evlenmek de ülkemizde hem tam olarak kabul görmemiş hem de çok zor bir şey. Bir çok insan tıp fakültesinde okurken nişanlanmak isteyen birine rahatça “Okul ne olacak?” diye sorabilmiştir. O kişi de bir ara “face’te ilişki durumu güncellemesinin altına “OKULU BIRAKMAYI DÜŞÜNMÜYORUM.” yazmayı düşünüyordu. Zihinlerde okul ve evliliği aynı bağlamda düşünmek neredeyse imkansız şu günlerde. Elbette bunlar ileride aşılacaktır. Ama tek sorun zihinsel meseleler de değil. Maddi meseleler de çok ciddi sıkıntı bu konuda. Hadi hiç kimse sorun etmedi bu insanların evlenmelerini. Peki bunlar ne yiyip ne içecekler? Bireylere tek tek kalabilecekleri yurt imkanı sunuluyor. Hadis dersi yapan hocamın dediğine göre bazı Arap ülkelerinde öğrenci yurdu imkanları evli öğrenci çiftler için de sunuluyormuş. Böyle bir imkanın sunulması, ucuz ve minimal bir dairede konaklamak, aidat vermemek, burs almak gibi şeyler bir çok insanın bu yola girmesini kolaylaştıracaktır. Devlet bununla ilgilenmez, bunlar o kadar da önemli meseleler değil bir çok kişi için, diye düşünebiliriz bu noktada. Kimse kusura bakmasın ama insanların evlenmeleri bu kadar zorlaştırıldığı sürece, ahlaki çözülme çok daha hızlı bir şekilde devam edecektir. Bu bir kehanet değil. Bir sebep sonuç ilişkisi. Kişiler zaten eğitim sürecinde evlenemeyecekleri için kendini bir yere bağlamak istemiyor, varsa ilişkilerine ciddi yaklaşamıyorlar. Ailelerine yansıtamıyorlar çünkü aileler mezuniyete kadar böyle bir şey istemiyorlar. Kimse de “bak baba benim flörtüm var.” demek istemiyor doğal olarak. Aileye yansımayan flört hâli ebeveyn kontrolünden mahrum olduğu için adı konmuş bir ilişkide olacak olandan daha tehlikeli ilerliyor. Başörtülü Kız evlat1 paketive hafızlık yapan Erkek evlat2 paketi olanlar korkunç bir yanılgıyla çocuklarının gönderdikleri şehirlerde dersleriyle meşgul olduğunu sanıyorlar. Bu çocuklar ne kadar kötüler değil mi. Zavallı ailelerinin paralarını yiyip keyif çatıyorlar. Peki ya çocuklarını GSM tarifesi zanneden, onlarla konuşmaya çalışmayan, onların cinsel gerçeğine gözlerini yuman, onlara mezuniyet sonrası evlilik tiradları atan ebeveynler? Peki ya okurken evlenmeyi maddi manevi zorlaştıran, içinde bulunduğumuz toplum? Tek sorumlu gerçekten çocuklar mı?
Sevgililer, sözlüler ya da nişanlılar uzatmalı evlilik öncesi görüşme dönemlerinde çok yıpranıyorlar. Bu yıpranmaların sebepleri arasında, sürekli dışarıda görüşmenin getirdiği maddi külfet, ilerlemiş ilişkinin ahlaki endişelerle bir ileri aşamaya geçememesinin ortaya çıkardığı donukluk, ahlaki endişeler göz ardı edilip ileri aşamaya geçildiği takdirde ortaya çıkan toplumsal dışlanma ve vicdan azabı var. Evleri olmayan ve evlenmeleri zorlaştırılan zavallı aşıklardan şu isteniyor: birbirinizle görüşün ama kötü şeyler düşünmeyecek ve yapmayacaksınız. Bu zoru başaran insanlar elbette var. Ama dediğim gibi bu da duygusal yorgunluklara sebep oluyor; yine de Rabbim bu yorgunlukların mükafatını ihsan etsin. Ama adı üzerinde “zor”. Bu zoru başaramayan gerçekten çok kardeşimiz var. Onlar da cafelerde sevgilisine sarılıp öptüğü için kınadığımız ya da parkta sevgilisinin kucağına yattığı için cıkcıkladığımız merhamet edilesi gruba giriyorlar. Hele kız da örtülüyse, bal kaymak olur. “Neden akıl edip de örtüsünü bağlarken ‘ nefsi arzuları ortadan kaldırma düğmesi ’ne basmayı unuttu!?” diye onu rahatça kınayabiliriz. Biz bunlardan berîyiz zaten. Bizim de bir gün bu duruma düşmeyeceğimize dair elimizde senedimiz var.
Demem o ki a dostlar, bir daha parkta fingirdeşen bir çift gördüğünüz zaman sempati değil ama empati yapın ve Öyle Bir Geçer Zaman ki adlı oldukça fazla cinsel öge içeren ama arada çok hikmetli sözlere de yer verilen o diziden yaptığım şu alıntıyı hatırlayın:
İnsanları yargılamak en kolayı, önemli olan anlayabilmek. Oysa insanlar birbirlerini anlamak yerine yargılamayı tercih ederler, bu daha kolay gelir,onların böyle davranmasının sebebi korkuyor olmalarıdır. evet her olay da her zaman bir suçlu bir kabahatli mutlaka vardır. ama hepsinin arkasında anlaşılamamış kendini başkalarına doğru ifade edememiş insanlar vardır. her son yeni bir başlangıçtır.çünkü en karanlık sonlarda bile hayatı devam ettirecek bir tohum vardır.o tohumun adı insandır.
(Nişanlıların hayırlısıyla tez kavuşması için dua edenlerden Allah razı olsun.)
Hadi bay bay.