Modern dünya, bireyin ve toplumun zihinsel ve iradi özgürlüğünü tehdit eden karmaşık yapılar üzerine inşa edilmiştir. Bu yapıların içinde, özellikle Müslüman toplumlar, kendi epistemolojik zeminlerini inşa etmekte ve korumakta zorlanmaktadırlar. Bilgiye, düşünceye ve özgür iradeye dayanmayan bir toplum, kaçınılmaz olarak edilgen hale gelir ve hâkim güçlerin tahakkümü altına girer. Bugün, otoriter yönetimlerin, popülist söylemlerin ve ekonomik dayatmaların etkisiyle toplumlar, kendi akıllarını ve iradelerini özgürce kullanamamakta, düşünce üretmek yerine dayatılan düşünceleri içselleştirmektedirler.
Özgürlük, yalnızca fiziksel bir bağımsızlık meselesi değildir; asıl özgürlük, bireyin kendi aklı ve bilinci ile hareket edebilme yetisidir. Fakat günümüzde bu yeti, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde köreltilmektedir. Bilgi, eleştirel düşünce ve sorgulama, birçok toplumda tehdit olarak görülmekte ve sistematik biçimde baskılanmaktadır. Kapitalist kültür, yalnızca ekonomik anlamda değil, düşünsel anlamda da toplumları kendine bağımlı hale getirmekte ve bireylerin özgürlük algısını yeniden tanımlamaktadır. İnsanlar, kendi düşüncelerini ürettiklerini zannederken aslında büyük veri algoritmalarının, medya manipülasyonlarının ve ideolojik yönlendirmelerin esiri olmaktadırlar.
Bireyin kendi aklına ve iradesine sahip çıkamaması, toplumların da bağımlı ve edilgen hale gelmesine yol açmaktadır. Toplumların, kendilerine ait bir düşünce sistemi geliştirememeleri, onların sürekli dış etkenlere bağımlı olmasını sağlar. Otoriteler, bu durumu sürdürebilmek için toplumu düşüncesizleştirir, eleştirel bilinci törpüler ve sorgulamayı marjinalleştirir. Bunun en büyük göstergesi, taklit kültürünün hâkim olduğu toplumlarda bireylerin sürekli olarak geçmişten gelen kalıpları tekrar etmesi ve yeni düşünceler üretememesidir. Taklit, bireyi ve toplumu zihinsel ve kültürel olarak felç eden bir unsurdur. Taklit eden toplumlar, sadece geçmişin gölgesinde yaşamakla kalmaz, aynı zamanda geleceğini de inşa edemez.
Bugün birçok toplum, bilim ve düşünce alanında geri kaldığında bunu sorgulamak yerine, “zaten bizim kutsal metinlerimizde bu bilgiler vardı” gibi savunma mekanizmalarına sığınmaktadır. Bu, gerçek bir bilgi üretim sürecine girmemek adına öne sürülen bir bahanedir. Eğer gerçekten bilimsel buluşlar zaten biliniyor olsaydı, bunları Müslüman toplumların keşfetmesi gerekirdi. Ancak, bilgi üretme iradesine sahip olmayan toplumlar, geçmişin bilgisiyle avunarak ilerleyemezler. Gerçek bilgi üretimi, özgür düşünceye, sorgulamaya ve iradeye dayanır. Hazır bilgiyi ezberleyip tekrar etmek, ne aklın ne de bilincin gereğidir.
Akıl ve irade, bireyin kendi hayatının pusulasını oluşturmasını sağlar. Kendi düşüncesini üretemeyen bireyler, başkalarının düşüncelerinin gölgesinde yaşamaya mahkûmdur. Bir toplum, kendi değer ve ilkeleri çerçevesinde bilgi ve bilinç üretmiyorsa, sürekli dış etkilerle şekillenecek ve kendi kimliğini kaybedecektir. Bugün dünya sahnesinde güçlü olan toplumlar, kendi epistemolojilerini, bilim anlayışlarını ve düşünce sistemlerini oluşturmuş toplumlardır. Müslüman dünyası da, kendi özgün düşünce sistemini ve bilgi üretim mekanizmasını inşa etmediği sürece, edilgenlikten ve bağımlılıktan kurtulamayacaktır.
İnsan nasıl kendisi olabilir? Kendi aklını, bilincini ve iradesini özgürleştirdiğinde… Kendi düşünen, sorgulayan ve üreten insanlar, hayatlarının hikâyesini kendileri yazarlar. Bu nedenle, özgür düşünceye ve eleştirel akla sahip çıkmak zorundayız. Özgür düşünceye kıymık batırılmasına müsaade etmemeliyiz. Düşüncemizi güçlendirdiğimiz ölçüde özgürlüğümüzü de güçlendirebiliriz.