اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَلَكَهُ يَنَاب۪يعَ فِي الْاَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهُ ثُمَّ يَه۪يجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ۟ [1] “Bulutlardan yeryüzüne yağmurun inmesi, yere inen yağmur sularının kaynaklar oluşturarak akması, akan sulardan renk renk ekin ve bitkilerin çıkması, bütün bunlardan sonra bitki ve ekinlerin sararıp solmasını görmezler mi? Bu göz önündeki döngüde vicdânının sesini dinleyen, aklını peynir ekmekle yemeyen, içindeki sese kulak veren, aklından zoru olmayan, aklını vicdânının kontrolünde işleten, akılını önyargılara teslim etmeyenler için çıkarılacak dersler vardır.” âyetinde ﻟﺐّ lübb sözcüğü öne çıkar. Araplar azmış birini ceza vererek durdurmaya, ata gem vurmaya ﺣﻜﻢ hüküm, deve semerinin takılmasını engelleyen kayışa ﻟﺐّ lübb der.[2] Ayrıca kişinin kendini frenlemesine, oto-kontrol içinde olmasına حكمة hikmet, yanlışlar yaparak toplumu rahatsız etmeye çalışanları engellemeye حُكُومَة hükümet derler. Araplar, gerdanlığın takıldığı yere لبب lebeb (ç. elbâb), bir işe girişmeye تلبب telebbub, bir kişinin/varlığın akıllı ve zeki olmasına لباب lebâb der.
Arapça’da ﻟﺐّ lebbe, bir şeyin en değerli tarafını veya değişmez nitelikteki gerekli yönünü belirtir. Bir şeyin en seçkin, en değerli yanına لباب lübâb denildiği için akla da bu nedenle ﻟﺐّ lübb denilmiştir. Çünkü akıl da insanın en seçkin ve en değerli yanı olduğundan ﻟﺐّ lübb kelimesiyle anlatılır. Mecazen yamuk, yanlış ve hile yapmayan; aldanmayan, aldatmayan ve aldatılmayan sağlıklı akla ﻟﺐّ lübb denir.[3] ﻟﺐّ Lübb, katıksızlığı/saflığı anlatmasıyla ön yargılardan arınmışlığı da içerir. Başka bir yönüyle ﻟﺐّ lübb, bitkinin yerden bitip büyüdüğü gibi vicdânî değerlerin ve akılcılığın insanda karaktere dönüşmesi sürecidir. İnsanın içindeki kötülük dürtülerini engelleyen her türlü içsel duyuş, anlayış ve hazır buluşlar ﻟﺐّ lübb’dür.
الباب elbâb, aklın tüm işlemlerini içerir. Çünkü Âyette lübb’ün çoğulu olan الباب elbâb’ın dillendirilmesi toplumda aklını sağlıklı kullananların çoğalması gerektiğine vurgu yapması yanında aklın sağlıklı işletim sistemi olarak çalışmasını sağlayan tüm tamamlayıcı parçalara bir göndermedir. Çünkü “hayâl, kelime hazinesi, zihinde resim çizme, duygusallıktan uzak duruş, vicdân değerlerine bağlı yargı üretme” gibi tüm içsel işlemler akıl sağlığının üretim mekanizmalarıdır.
Her ﻟﺐّ lübb akıldır, ama her akıl ﻟﺐّ lübb değildir. Zira عقل akıl iyi-kötü, güzel-çirkin, yararlı-zararlı olanları ayırma ve ona göre karar verme yeteneğidir. Ancak aklın lübb niteliği kazanabilmesi için adâlet, barış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sevgi, acıma, paylaşım ve direniş gibi temel insani değerleri aktif biçimde işletmesi gerekmektedir.
يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ [4] “Anlam derinliği ve inceliğini, olayların arka plân analizlerini, görülenlerin görülemeyen yönlerini kavrama gücünü sadece vicdan, akıl ve sağduyusunu işletenler kavrayabilir; fakat vicdan, akıl ve sağduyusunu işletmeyenler bu özelliklerden uzak kalır. İlgili üstün niteliklere sahip olan kimseler elbette iyi, güzel ve faydalı olanı ayrıştırma yönlerinden çok ileri bir noktada olur. Kimleri yüksek kavrayış gücünü; iyi-kötü, güzel-çirkin, yararlı-zararlı ayrımını sağlıklı biçimde yapanları pek tanıyamaz. Ancak aklını peynir ekmekle yemeyenler, hiçbir önyargı taşımayanlar, kendini kontrol etmesini bilenler; yamuk, yanlış ve hile yapmayanlar; aldanmayan, aldatmayan ve aldatılmayanlar; vicdânî değerler ile akılcılığı karakterine dönüştürenler; içindeki kötülük dürtülerini engelleyerek içsel duyuş, anlayış ve hazır buluşlara kavuşanlar; adâlet, barış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sevgi, acıma, paylaşım ve direniş gibi temel insânî değerleri aktif biçimde işletenler hikmet ve hayır sahibi olmanın ne demek olduğunu bilirler.” âyeti, anlam derinlik ve inceliğini, olayların arka plân analizlerini, görülenlerin ötesindeki gözden kaçanları kavrama gücü olan حكمة hikmet ile iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ve faydalıyı zararlıdan ayrıştırma niteliği olan ﺧﻴﺮ hayır’ı gerçek anlamda lübb sahiplerinin kavrayabileceğini söyler.
اُو۬لُوا ﻟﺐ Lübb sahibi olmak öncelikle önyargısız bir akıl sahibi olmayı gerektirir. Çünkü vicdânının sesini dinleyen, içindeki sese kulak veren kimselere de اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ lübb sahipleri (ulu’l-elbâb) denir.
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ [5] “Aklını peynir ekmekle yemeyenler, hiçbir önyargı taşımayanlar, kendini kontrol etmesini bilenler; yamuk, yanlış ve hile yapmayanlar; aldanmayan, aldatmayan ve aldatılmayanlar; vicdânî değerler ile akılcılığı karakterine dönüştürenler; içindeki kötülük dürtülerini engelleyerek içsel duyuş, anlayış ve hazır buluşlara kavuşanlar; adâlet, barış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sevgi, acıma, paylaşım, direniş gibi temel insânî değerleri aktif biçimde işletenler pek çok söz arasında sözlerin en güzelinin peşinden giderler. Bir anlaşma ve sözün en güzelini seçen bu kimseler vicdân, akıl ve sağduyunun yol gösterdiği kişilerdir.” âyeti lübb sahiplerinin ne olduğu ve ne kadar değerli olduğu konusunda açıklamalar yapar. İnsanlığın en çok ihtiyaç duyduğu ulu’l-elbâb’ın kalemi, kelâmı ve eylemiyle yeryüzünde ses ve soluk olma zamanı gelmiş ve geçmektedir.
اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ Ulu’l-elbâb, dinin sahtesini gerçeği gibi satanların iddia ettiği gibi “beşik uleması, sultan sofrasının kemik yalayıcıları” değildir. Kur’an’ın ulu’l-elbâb/lübb sahipleri dediği kimseler:
- Aklını peynir ekmekle yemeyenler
- Hiçbir önyargı taşımayanlar
- 3. Kendini kontrol etmesini bilenler
- Yamuk, yanlış ve hile yapmayanlar
- Aldatmayan ve aldanmayanlar
- Vicdânî değerler ile akılcılığı karakterine dönüştürenler
- İçindeki kötülük dürtülerini engelleyerek içsel duyuş, anlayış ve hazır buluşlara kavuşanlar
- Adâlet, barış, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sevgi, acıma, paylaşım ve direniş gibi temel insânî değerleri aktif biçimde işletenlerdir.
Yeryüzünün ihtiyaç duyduğu insan tipini Kur’an 1400 yıl öncesinde bu tipoloji içinde belirtir.
[1] Zümer, 21/Elem tere enne’l-lâhe enzele mine’s-semâi mâen fe-seleke-hû yenâbî’a fi’l-arzi sümme yuhricu bi-hî zer’an muhtelifen elvânu-hû sümme yehîcu fe-terâ-hu musferran sümme yec’alu-hû hudâmen inne fîy zâlike le-zikrâ li-uli’l-elbâb(i)
[2] Recep İhsan ELİAÇIK, Yaşayan Kur’ân, Yusuf Suresi, 13. Dipnot, İnşa Yayınları, İstanbul, 2015
[3] Rağıp el-İsfehani, el-Müfredat, L-B-B Maddesi, Çeviren ve Notlandıran: Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007; ayrıca Lisânu’l-Arab, Mekâyisu’l-Luğa, Kâmusu’l-Muhît, Furûg fi’l-Luğa ve Tâcu’l-Arûs’un ilgili maddesine bakılabilir.
[4] Bakara, 269/Yu’ti’l-hikmete men yeşâ(u) ve men yu’te’l-hikmete fe gad-ûtiye hayran kesîran ve mâ-yezze’k-keru illâ ulu’l-elbâb(i)
[5] Zümer, 18/Ellezîne yestemi’ûne’l-gavle fe yettebi’ûne ahsene-hu ulâike’l-lezîne hedâ-humu’l-lâh(u) ve ulâike-hum ulu’l-elbâb(i)