Teğabün Suresindeki 16’cı ayetin “ve men yuke şuhhe nefsihi/Kim nefsinin cimriliğinden korunursa” ifadesi çok dikkat çekicidir. Bu ifadenin öncesinde infak, sonrasında da kurtuluştan söz ediliyor. “Nefsinin Cimriliği”; bu söz, mal ve geçimlik cimriliği ile birlikte gönül, bilgi, ilgi, sevgi, paylaşım ve başka manevi konulardaki cimriliği de içermektedir. Bazı insanlar özellikle bilgisini paylaşmakta ya isteksiz davranırlar ya da hiç paylaşmazlar. Kendilerine soru sorulduğunda ya da bildiği bir konuda açıklama, yorum ve eleştiri istendiğinde ya nazlanırlar ya da isteneni yapmazlar. Bu tutum, belki de geçimlik ve mali infak yapmamaktan daha can sıkıcı ve zararlıdır. Bu konu önemli ve üzerinde durmak gerekir.
“Nefsinin Cimriliği” ifadesindeki nefis kelimesini “kendi”, “Kendisi” ya da başka bir deyimle nefs, “bilinen şahıs”, somut olarak ”kişi” anlamında kullanılırsa, “nefsinin cimriliği” sözünden kişinin kendi kendisine karşı uyguladığı cimrilik de anlaşılır/işin içine bu da girer. Bu nasıl olabilir? Yani kişi kendi kendisine nasıl cimri davranabilir? Aslında bu soru çok önemlidir, çünkü kişinin kendisine cimri davranması, baştan söyleyelim; berbat, felaket ve çok kötü bir şeydir… Bu konu, kişinin kendi sağlığını korumasından tutun, bilgi ve beceri edinme tembelliğine kadar maddi-manevi her ne varsa hepsini kapsar. Örneğin; bir öğrencinin dersine çalışmaması; herhangi bir meslekteki çırak, kalfa ve ustanın daha çok öğrenme çabası içinde olmaması; bir annenin daha iyi çocuk bakımı ve yetiştirilmesi konusunda kendisini geliştirmede gevşeklik göstermesi kişinin kendisine karşı cimri olmasıdır. Aynı şekilde anne-baba, kendi çocukları, kardeşleri ve diğer yakın akrabalarla ve bütün Müslüman din kardeşleriyle iyi geçinme, maddi ve manevi plânda onların yaşamlarına değer katma konularında herhangi bir çaba göstermemek de nefsinin cimriliklerindendir. Şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, söz konusu insanlara karşı cimrilik, pintilik ve hasetlik içinde olmak; aynı zamanda kendine karşı eli sıkı olmak ve cömert davranmamaktır. Bu da kişinin ihtiras ve tekâsür hastalığına yakalandığını gösterir; tedavisi tövbe ve cimriliğin panzehiri olan cömertliktir…
Ayetteki Arapça “Ve men yuuke şuhhe nefsihi” cümleciğinin “şuhha nefsihi” kısmı için tercih edilmiş anlamların bazıları şunlardır: “bencilce hırs”(R. İ. Eliaçık). “nefsinin hırsı”(M. Özdemir). “Açgözlülük” (M. Esed). “Nefsinin cimriliği” (S. Ateş). “Nefislerinin açgözlülüğü”(S.Akdemir). “Nefsinin(koyu) cimriliği” (H. B. Çantay). “Nefsin cimriliği” M. E. Cabiri). “Bencil tutkular” (A. Bulaç). “Nefsin hırsı” (Elmalılı). “Açgözlülük”, 64: 16 ve “başkalarının elindekine göz dikmek”, 59: 9 (M. İslamoğlu). “Nefsin cimriliği” (Ş. Piriş).
Bir de “şuha/şuhha” kelimesinin sözlük anlamlarına bakalım: “cimri, eli sıkı, pinti olmak veya cimrilik yapmaktır. Kısıtlamak, az vermektir. Hırslı, tamahkâr, açgözlü olmaktır” Serdar Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük). “Hırslı, şiddetli bir arzuyla, açgözlülükle birlikte cimrilik etmektir. Adet halini almış cimrilikle ilgili kullanılır. İsmi fail olarak “hırsla, şiddetli bir arzuyla, açgözlülükle birlikte cimrilik eden, kendisinde cimriliğin adet halini aldığı adam ve adamlar anlamında kullanılır”(İsfahani, Müfredat).
Bütün bu söylediklerimiz çerçevesinde ortaya şu çıkmaktadır: bazı insanlar hem kendilerine hem ihtiyaç sahibi başkalarına karşı cimri, hırslı, açgözlü ve bencil olabiliyorlar. Kur’an, böyle insanların bu durumlarından kurtulmalarını öğütlüyor. Yine Kur’an, böyle kişilerin kendilerinde bulunan başkalarına ait haklarını vermede cimrilik etmekle aslında kendilerine cimrilik/kötülük ettiklerini belirterek onları gereği gibi vermeye çağırıyor. Evet, bu son söylediğimde vurgulamak istediğim ilke, insanın başkasına verdiği, aslında kendisine verdiğidir. Şimdi konumuzla ile ilgili iki ayetin meallerini iki ayrı yazardan vermek istiyorum:
“O halde, elinizden geldiği kadar Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. (Onu) Dinleyin ve itaat edin. Ve kendi iyiliğiniz için karşılıksız harcamada bulunun: böylece açgözlülüklerinden kurtulmuş olanlar, işte onlar mutluluğa ulaşacak olanlardır”(M. Esed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir, 3’ncü cilt, Teğabün, 64: 16). “Onun için gücünüz yettiğince Allah’ın öfkesini çekmekten sakının; dinleyin, itaat edin ve iyiliğiniz için karşılıksız harcayın. Unutmayın ki gerçek anlamda kurtulanlar bencilce hırslarına kapılmayanlardır.” (R. İ. Eliaçık, Nüzul sırasına göre Yaşayan Kur’an, Meal-Tefsir, Teğabün, 64: 16).
“Onlardan önce bu yöreyi yurt edinmiş ve (gönüllerine) imanı yerleştirmiş olanlar (arasındaki yoksullara da ganimetin bir kısmı verilecektir), bir sığınak arayışı içinde kendilerine gelenlerin hepsini seven ve başkasına verilmiş olanlara karşı kalplerinde hiçbir haset olmayan, aksine kendileri yoksulluk içinde bulunsalar bile diğerlerini kendilerine tercih edenler. İşte böyleleri, açgözlülükten korunanlardır, onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar!” (M. Esed, a.g.e., Haşr, 59: 9).
“Daha önceden buraları yurt edinmiş ve iman kalplerine yerleşmiş olanlar, göçmenleri sevgiyle bağrına basarlar ve onlara verilenlerden dolayı haset etmezler. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile onları kendilerine tercih ederler. Kim bencilce hırslarından arınırsa işte onlar kurtulmuşlardır” (R. İ. Eliaçık, a. g. e. Haşr, 59: 9).
Yukarıdaki iki ayrı ayetin ortak mesajları var. Bununla birlikte Teğabün suresindeki ayet daha çok evrensel anlamda mesaj verirken, Haşr suresindeki ayetin Medine’deki Ensar diye bilinen Müslümanların, Mekke’den hicretle gelen Muhacir Müslümanlara karşı olan çok olumlu davranışlarına dikkat çekiyor. İkisinde de kişinin cimrilikten kurtulup cömertçe vermesi halinde kurtuluşa ulaşacağını belirtiyor. Bu bağlamda M. Esed, kısa açıklamasında şunları söylüyor: “Hz. Peygamber’in ve Mekkeli arkadaşlarının Medine’ye gelmelerinden önce İslâm’a girmiş olan ve Medine’ye göç edenleri bütün cömertlikleriyle/şefkatleriyle kucaklayarak evlerini ve servetlerini kardeşleriymiş gibi onlarla paylaşmış olan Medine’nin tarihi Ensarı’nı (“yardım edenler”) kapsar. Daha geniş anlamda ise, aynı zamanda İslâm bayrağı altında özgürlük ve güven içinde yaşayan ve inancının gereğini yaşayabilmek için öz yurdunu terk etmiş zorunda kalmış bulunan kimseleri kucaklamaya hazır olan her dönemdeki müminlere işaret eder.” (Esed, a. g. e. 3’ncü cilt, s: 1131, 13’ncü dipnot). “Böylece, cimrilik, açgözlülük ve ihtiras, burada, insanın hem bu dünyada ve hem de öteki dünyada mutluluğu elde etmesinin önündeki başlıca engeller olarak gösterilmişlerdir.” (Esed, a. g. e. s: 1131, 14’ncü dipnot). Muhammed Esed, ayrıca bu ayetlerin Tekâsür suresi ile ilgisini kuruyor. Bu çok yerinde ve uygun bir ilişkilendirmedir. Özellikle de yukarıda da değindiğim gibi kişinin kendisine karşı cimri davranması bağlamında Tekâsür suresinin mesajları çok uygun bir örnektir. Yeri gelmişken hatırlamakta yarar var:
RAHMAN, RAHİM ALLAH ADINA
“1-Bir açgözlülük içindesiniz, 2-mezarlarınıza girinceye dek(süren). 3-Ama zamanı geldiğinde anlayacaksınız! 4-Evet, evet! Zamanı geldiğinde anlayacaksınız! 5-Hayır,(onu)tartışılmaz bir kesinlikle anlasaydınız, 6-(cehennemin) yakıcı ateşini mutlaka görürdünüz! 7-Sonunda onu keskin bir gözle mutlaka göreceksiniz. 8- ve o Gün hayatın nimetlerine karşı yaptıklarınız için mutlaka sorguya çekileceksiniz!” ( Esed, a.g.e. aynı cilt, s: 1301).
“ Tekâsür terimi, ‘çoğaltma için ihtirasla çırpınma’, yani taşınır veya taşınmaz, gerçek veya hayali kazançların arttırma ihtirası anlamına gelir. Yukarıdaki bağlamda bu terim, insanın daha çok konfor, daha fazla maddi servet, insanlar ve tabiat üzerinde daha güçlü otorite ve kesintisiz bir teknolojik ilerleme için çırpınma saplantısını ifade eder. Bu çabaların, başka her şeyi dışlayan bir şekilde aşırı bir tutku ile sürdürülmesi, insanı her türlü kavrayıştan ve dolayısıyla tamamıyla manevi/ahlaki değerler üstüne kurulmuş herhangi bir sınırlama ve kısıtlamayı kabullenmekten alıkoyar. Ve sonuçta yalnız bireyler değil, bütün bir toplum iç tutarlılığını ve dengesini böylece her türlü mutluluk şansını yavaş, yavaş yitirir.” (M. Esed, a.g. e. s:1302, ”1’nci dipnot).
Yukarıda da değinmiştim, ayette (ayetlerde) geçen “nefs / nefis” kelimesini “kendi, kendisi” olarak kullanırsak konu biraz daha somutlaşır. Bu bağlamda Teğabün, 16’daki ikinci cümleyi şöyle tercüme edebiliriz: “İşitin/dinleyin; itaat edin; kendiniz için hayr olmak üzere infak edin. Kim kendisine cimrilikten korunursa, işte onlar kurtulmuşlardır.” Ayetteki “dinleyin ve itaat edin!” ifadesi, hemen Bakara suresinde yer alan, “işittik ve isyan ettik ( 93) ile “İşittik ve itaat ettik (285) ifadelerini hatırlatıyor. “Dinleyin ve itaat edin!” ermininin pratikteki yansıması tam da bu şekilde ortaya çıkıyor: cimriler ve cömertler… Bu anlamda Kur’an’ın mesajları, insanın doğasındaki gerçeklikleri ortaya çıkarıp ona kurtuluşun yollarını gösteriyor. Buna göre insanın borcu(dini), “işittik ve isyan ettik” deyip cimrilik etmemek, tam aksine “iştik ve itaat ettik” deyip cömertlik etmektir…