Eğitim emekçileri uzunca bir zamandır çoğunlukla basın açıklamaları ile yetinir oldu. Her açıklamadan sonra kendilerini şanslı sayarak, görevlerini yerine getirmiş olmanın rahatlığı ile durgun su misali akıp giden yaşamlarına geri döndüler. Oysa iş yerlerine dönmek yerine, üretim dursaydı belki rüzgâr başka esecekti.
Uludere/Roboski’de katledilenlerin çoğu çocuktu. Çocuk yaşta yaşamın tüm yükünü omuzlarına almış, belki sınır ötesinden getirdikleri sigara ya da mazotu satacak, eğitimleri için harcayacaktılar. Belki de harçlık yapacaktılar. Ama hepsi yarım kaldı. Kimyasal silahlarla tanınmaz hale geldiler. Oysa hepsi çocuktu. Yani eğitim emekçilerinin öğrencileri.
Eğitim emekçileri/ aynı zamanda örgütleri Eğitim-Sen onlar için yürüdü. Olayı kınayan açıklama yaptı. Belki Uludere’ye giden heyetin içinde de yer aldı. Yeterli miydi?
Ne yazık ki yetmezdi. Yetmedi. Çünkü eğitimcilerin öğrencileriyle kimseyle kurmadıkları bir diyalogları vardır. Onları hayata hazırlar, mücadeleyi öğretirler. Onlar için kendilerini ortaya koyarlar. Kendi yaşamları ile de model olurlar. Kol kanat gererler. Ama Uludere’de kimyasal silahlarda öldürülen çocukları için eğitimciler sadece açıklama yaptılar. Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, N.Ç, Siirt/Pervari’deki çocuklar için olduğu gibi.
Eğitim emekçileri uzunca bir zamandır çoğunlukla basın açıklamaları ile yetinir oldu. Her açıklamadan sonra kendilerini şanslı sayarak, görevlerini yerine getirmiş olmanın rahatlığı ile durgun su misali akıp giden yaşamlarına geri döndüler. Oysa iş yerlerine dönmek yerine, üretim dursaydı belki rüzgâr başka esecekti. Olmadı.
Neoliberalizmin maskesi düşerken
Kapitalizm, 1970’lerden bu yana krizini çözmek için dünyayı yeniden düzenliyor. Demokrasi, özgürlük, küreselleşme, teknoloji, bilişim çağı gibi kavramları ideolojik argümanlar olarak kullandı, kullanıyor. Esneklik, özleştirme gibi emeğin daha fazla denetlenmesi, sömürünün yoğunlaştırılması anlamına gelecek uygulamaları böylece gizlemeye çalışıyor. Öyle ki küreselleşme adı altında yapılan politikalar sonucu artan yoksulluk ve yoksunlaşma karşısında sorun sistemde değil uygulama problemlerinde diyerek emek sömürüsünü bir kez daha gizliyorlar. Uygulama problemleri denilen krizler artık bu tür söylemlerle kapatılamayacak kadar derinleşti. Dolar, morgıç krizi gibi krizlerle birlikte ülkeler iflas etti, borçları derinleşti. Emekçiler açısından demokrasi, refah söylemleri ile birlikte sunulan küreselleşme, neoliberal politikalarının da maskesi düştü. Yani kralın çıplak olduğu bir kez daha görüldü. Kapitalistler açısından krizi çözmenin en kolay yolu emek yoğunluğunu artırmak ve emek gücüne ödediği ücreti azaltmaktır. Bunun içinde adına kanun hükmünde kararnameler denen, yasa düzenlemeleri ile emekçiler daha uzun sürelerde daha düşük ücretlerle çalıştırılmaya başlandı.
Düşük ücret, daha fazla çalışma, performans, kalite gibi uygulamaların yer aldığı düzenlemelerle hızlı bir şekilde meclisten geçti, geçiyor. Uygulanıyor. Tüm bunlara karşı gösterilen duruş ise ağırlıklı basın açıklaması. Arada bir de grev. Sonrasında yine durgun su misali akan yaşamlara dönüldü. Oysa bu uygulamalara karşı hem ideolojik olarak hem pratik olarak direnebilseydi rüzgâr başka türlü esecekti.
Bu yorganın boyunu kim ayarladı
Öyle ki çalıştıkça yoksullaşıyor, yoksunlaşıyor. Yoksu(n)llaştıkça da ayağına göre yorganını uzat diyenler çoğalıyor. Başbakanından, bakanına kadar harcamalara dikkat edin, her şeye hazırlıklı olun, herkes gelirine göre harcama yapsın deniyor. Ali Babacan, şöyle diyor: “Büyümede bu yıl için yüzde 6’lı rakamlar olabilir. Bundan sonraki dönemde herkesin ayağını yorganına göre uzatması gerekiyor. Çünkü cari açığın teknik tanımı tasarruflarla yatırımlar arasındaki farktır. Bizim yüzde 12 tasarrufumuz var, yüzde 22 yatırım yapıyoruz, aradaki yüzde 10’u cari açık oluyor. Dolayısıyla hem kamu sektörünün hem de halkımızın tasarruflara dikkat etmesi gerekiyor. Önce kazanacağız sonra harcayacağız.” (Milliyet.25.12.2011) Yorgan kimin yorganı, boyunu kim ayarlamış, neye göre ayarlamış hiç bilmiyoruz.
Emekçiler suskun…
Neden harcamaları kısmak, tasarruf yapmak gerekiyor? Demek ki adı konulmamış, hep teğet geçen kriz gelmiş oturmuş. Krizi aşma işi de emekçilerin omuzlarına yüklenmiş, daha doğrusu krizsiz yapamayan kapitalistler kriz söylemleri ile emekçilere tabiri caiz ise her yönlü ayar çekiyor. Bu ayarlar karşısında emekçiler kapitalistler için zenginlik üretirken kendileri daha fazla yoksullaşıyor. Özellikle yaratılan yedek sanayi ordusu ile işsiz olan emekçiler ile işi olan emekçiler karşı karşıya getirilerek ayar çekilmekte. Diğer bir ayar ise güvenlik kaygısı büyütülerek çekiliyor. Güvende olmama duygusu. Korku her yere sinmiş durumda. Ülkeyi teröristler sarmış. Bölünüyoruz, parçalanıyoruz. Kimse sesini çıkarmasın söylemleri, politikaları yandaş medya ile birlikte koro şeklinde sürdürülüyor. Güvenlik bir karabasan haline gelmiş durumda. Öyle ki çocuklar öldürülüyor güvenlik adına, emekçiler suskun; taciz ve tecavüze maruz kalıyor, cezaevlerine gönderiliyor, emekçiler suskun; emek güçlerini her geçen yıl yok pahasına satmaları dayatılıyor, emekçiler suskun.
Emekçiler sustukça güvenlik karabasanı bir kar topu gibi büyümeye devam ediyor.Güvenlik korkusu o kadar büyümüş olmalı ki tepkiler ya hiç yok ya da basın açıklamasının ötesine gitmiyor. Emekçileri karabasandan çıkaraçak güç tek tek her emekçi olduğu gibi sorumluluğun büyüğü elbette örgütlerinde. Sendikalarda. Ama onlar da güvenlik kaygısına takılmış olmalılar ki Roboski katliamında öldürülen çocuklar için üretimden gelen güçlerini kullanamadılar. Yine basın açıklaması yeterli geldi. Özellikle eğitim emekçileri eğitimci olma hallerini unuttular. Öğrencileri için bir günlük grev onların ölümlerini operasyon hatası diyenlere onların yalnız olmadıklarını gösterirdi. Belki başka çocukların kimyasalla öldürülmelerini önlerdi. Belki Kürt halkının mücadelesi ile emekçilerin mücadelesi bir yerde buluşurdu. Belki güvenlik karabasanının asıl egemenlerin karabasanı olduğu anlaşılır, uykudan uyanılırdı. Olmadı… Ama geç değil.
Mürüvvet Yılmaz/ Sendika