Gözlerimi dünyaya açtığımda her şey ben doğmadan önce belirlenmişti. Ait olmadığım aileyi ben seçmedim. Ülkemi, bulunduğum tarihimi, cinsiyetimi, hastalıklarımı seçmemiştim. Bunlar ben doğduktan sonra bana verildiler.
Hangi ülkede doğduğumu seçmeden kader beni kendi iradem dışında belirlenmiş bir yere göndermişti. Bulunduğum toplumum, içinde olduğum tarih, benimde kendimi bu tarihe, bu topraklara ve bu vatana ait olduğumu söylüyordu.
Daha zengin bir ailede doğabilir, daha güzel bir ülkede yaşayabilirdim. Ancak kader bizleri, bizim seçim hakkımız dışında nasıl olmamız gerektiğine kadar yön gösteriyordu. Peki bu bizim suçumuz mu? Kendi kaderimi kendimin seçmediği bir yaşamda ne yapabilirim ki? Benim bu kaderi değiştirmeye gücüm yetmez, çünkü kader her tarafımızı öyle bir kuşatmış ki, düşüncelerim bile bulunduğum toplumumun düşünceleriyle yoğrulmuş.
Eğer Müslüman bir coğrafyada doğduysam, Müslüman olmam kendi dışımda bir iradeyle olmuştur. Eğer Türk tarihini, örf ve adetleri yaşıyorsam, geçmiş atalarımın tarihini tartışıyorsam, bulunduğum toplumsal özellikler sürekli bana ne yapmam gerektiğini dayatıyorsa benim iradem nerede?
Eğer her şey önceden belirlendiyse ve aldığım kararlar bana ait değilse ne yapmalıyım? Kaderimize razı olmalı ve “alnımıza” böyle yazılmış” mı demeliyim. Yaşanan bunca acılar, felaketler, zulümler oluyorsa ve değiştiremiyorsak “kader böyleymiş ne yapalım!” diyerek pes mi etmeliyim?
Tüm bunlarla birlikte biyolojimizin bize verdiği cinsiyet ve bu cinsiyetin toplumda ona verdiği rolleri istesek veya istemesek de uyguluyorsak burada “ben” neredeyim? Tüm bunlar benim dışımda olduğuna göre ben hiçbir şeyden sorumluda tutulmamam gerekir.
Başıma bir felaket geldiğinde, dünyada bu kadar eşitsizlikler yaşandığında ben her seferinde şunu söylemeliyim “Bunlar kaderdir.” Bu sebeple kaderimize boyun eğeceğiz ve ölene kadar bu yaşam böyle boyun eğerek sürüp gidecek. Her haksızlıkta susacak ve acılara karşı hep sabredeceğim. Her sabredişimde susacak ve öğrenilmiş çaresizlik gibi hep içime atacağım. Her “coğrafya kaderdir” deyişimde rezaletlerin, sefaletlerin ve cehaletlerin olduğu bir düzende gücü ellerinde olanların ekmeğine yağ süreceğim. Kaderi içselleştirecek ve kukla haline getirilerek çaresizlikler içerisinde yaşayacağım. Böylece hayatımı birilerini tatmin ederek, ona köle olacak bir şekilde geçireceğim. Her coğrafya kaderdir deyişimde birilerini mutlu edecek ve bizler çaresizce başımızı önümüze eğip açık hava tiyatrosu olan şu dünya döngüsünde çaresizce hep boyun eğeceğim. Dünya nüfusunun yarısının servetinin 26 kişide olduğunu duyduğumda kader demekten başka ne yapabilirim ki? Düzen böyleymiş!
Coğrafyanın kader olduğunu söyleyenler bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde bunlara razı olmak durumundadır. Coğrafya kaderdir demek; uyuşturmakla, donuklaşmakla eşdeğerdir. Sizi sömürenlerin ekmeğine yağ sürmektir. “Böyle gelmiş böyle gider” demektir. Emperyalizmin sloganıdır.
Evet, ben, Sartre’ın dediği gibi kendi yolumu kendim belirleyebilirim. Bulunduğum toplumu, dinimi, ekonomik durumumu ve tarihimi ben seçmedim ama değiştirebilirim. Kendi irademle bana dayatılan tüm değerleri aşabilirim. Başka bir hayata başlayabilir ve tüm öğrendiklerimi silerek yeni bir sayfaya geçebilirim. Haksızlıklara karşı isyan eder ve bu mücadelede ömrümü feda ederek kadere savaş açabilirim. Kaderin olmadığını söyler ve birilerini rahatsız ederek ekmeğine yağ değil zehir sürebilirim.
Platon’un mağara metaforunda olduğu gibi, mağaranın dışında bir gerçek bularak mağarada olanları hakikatin bu olmadığını söyleyebilirim.
Coğrafya kader değildir. Etkiler; bizi zorlar, ancak hayat uzun bir mücadele. Eğer bulunduğum coğrafyada acılar, kederler, zulümler varsa bunlar beni etkiler ama ben irademle, bana verilen aklımla bu “zorlayıcı güce” karşı savaşabilirim.
Hiçbir zaman kadere razı olmamalıyım. Hep bir isyan ruhuyla mücadele etmeliyim. Etmeliyim ki rahatsız olsunlar. Her rahatsız edişimle daha bir azimle haykırayım.
Bufaloların aslanlara karşı birlikte mücadele etmesi gibi birlik olmalıyım. Zulme karşı el ele vererek bana dayatılanları aşabileyim.
Coğrafya kaderimiz değildir. Ama öğrenilmiş çaresizlik bu kadercilik bataklığından daha tehlikelidir.