”Sol emek, adalet, eşitlik, özgürlük gibi alanları nasıl savunuyor ise, 1300 yıl sonra Avrupa’da gelmiş Cebrailsiz bir vahiy ise ve o dönemki Avrupa’nın nasıl ki vicdanın sesi ise, Hz. Muhammed’in ortaya koymuş olduğu, tebliğ etmiş olduğu Kur’an’da kendi döneminin vicdanının sesi, çığlığı ve patlamasıdır.”
25-26 Ocak 2020’de İstanbul Balat’taki İnşa Kültürevi’nde yapılan 2. İslam ve Sol Çalıştayı’na 24 konuşmacı katıldı. Ayrıca yurt dışından ve cezaevlerinden yazılı tebliğler ve video mesajlar sunuldu. İki gün süren çalıştayda Tarhisel Tecrübeler, Çağdaş Tecrübeler, Karşılaşmalar ve Yüzleşmeler, Kişisel Tecrübeler, Kadın, İslam ve Sol başlıkları altında 6 oturum yapıldı. Tüm konuşmaları ”2. İslam ve Sol Çalıştayı Konuşma Metinleri ve Kayıtları” yazı dizisi ile sunuyoruz. Bugün Namık KAYA‘ın konuşma metnini yayınlıyoruz.
Değerli arkadaşlar, değerli dinleyiciler,
İslam ve Sol meselesi gündeme geldiği zaman esasında öncelikle din kavram benim zihnimde ilk şekillenen bir meseledir. Din, Arapça deyn ile aynı eş anlamlı bir kelimedir, borç demektir. Aslında insanın varlığa, eşyaya, varoluşumuza neden olan hayvana, bitkiye, canlıya karşı olan bir borç bilincidir. Bu borç bilinci yasalar içerisinde, hukuk içerisinde, sosyolojik gerçekler içerisinde tezahür eder, ortaya çıkar. Bunların yayılmasına genel anlamda biz ‘’din’’ deriz. Yani esnasında din dediğimizde Kur’an’ın kurumsal anlamda, bugün anlaşılan bir anlamda din yoktur. Daha sonra bu silahların, mezhep kalelerinin, rivayet bombardımanlarının etrafında oluşturulmuş olan din anlayışı ile Kur’an’ın ortaya koymuş olduğu din anlayışının aynı noktaya getirmek aslında Kur’an’a bir defa yanlış sokaktan girmektir. Önce burayı bir düzeltmemiz gerekir.
Şimdi Kur’an dediğimizde, Hz. Muhammed dediğimizde esasında üç meseleyi ciddi anlamda görmemiz lazım. Bugünkü şu konuşmalara baktığımda ben bunların arka planında Hz.Muhammed’in üç mücadele tarzını görüyorum. Kavmiyet, mülkiyet ve cinsiyet mücadelesi vardır Hz. Peygamber’in. İslam dediğiniz temelinde budur aslında. Peygamberlik de budur. Kavmiyet, mülkiyet, cinsiyet tartışmaları, günlükleri, stratejileri ilkeleri nedir dediğimizde, 1400 yıl öncesinin ortaya konmuş olan kaynağıdır Kur’an aslında. Kur’an bu anlamda baktığımızda skolastik bilgiler yeri değildir. Ve çok önemli gördüğüm bir nokta, sürüleşmeye alışmış, hatta öğrenilmiş çaresizliğe alışmış olan toplumlara, ‘’aslına siz çaresiz kalamazsınız, siz ilerleyebilirsiniz, gelişebilirsiniz ve siz makus talihinizi değiştirebilirsiniz’’ mesajı veren bir devrim hareketidir. Buradan bakmak lazım Kur’an’a.
Bunu nereden anlıyoruz? Mesela biz illa sol, sosyalist gibi ifadeler kullanmak zorunda değiliz, ben kendimi bir antikapitalist Müslüman olarak tanımlandığında, hatta antikapitalist de bile gerek duymuyorum aslında ama çağın algısı içerisinde kendimi tanıtmam ve ifade etmem lazım. Bundan dolayı Müslümanın silm barışdan gelen, barışçı bir ifade olduğunu ve dünyaya hakim olan kapitalizmin siyasi, sosyal ekonomik düzenlerininde İslam’ı da yozlaştırmaya çalıştığından dolayı bunlara tepkisel olarak davrandığımı ifade etmem gerekiyor.
Şimdi şöyle bir noktaya gelelim, solun da önemine binaen emek, adalet gibi alanları nasıl savunuyorsa İkbâl’in ifadesiyle; eğer ki 1300 yıl sonra Avrupa’da gelmiş, Cebrailsiz bir vahiy ise (İkbâl böyle söylüyor kapital için), o dönemki Avrupa’nın nasıl ki vicdanın sesi ise, Hz. Muhammed’in ortaya koymuş olduğu, tebliğ etmiş olduğu Kur’an’da kendi döneminin vicdanının sesi, çığlığı ve patlamasıdır.
Mesela bugün Batı 1700’lü yıllarda ortaya koymuş olduğu burjuvazi rejimi dediğimiz şeye esasında biz Kur’an’da zaten hakimiz, biliyoruz. Ağniya, Mele, Müsrif, Müstekbir, Kâniz gibi kelimeleri yanyana koyduğumda dikkat ederseniz, Kur’an zaten kendi çağında egemen sınıfı öyle bir deşifre ediyor ki. Ağniya; zenginler, herşeye hükmedenler, Mele; şişmiş olanlar, Mütref; şımarmış olanlar, kariyer ve konfor şımarıklarını ele alıyor. Murâbi diye tepe oluşturanlardan bahsediyor. İllaki bunu herhangi bir kavramla, belli bir sınıfta sınırlandırılmasına da gerek yok. Özellikle kendimi antikapitalist bir Müslüman olarak tanımlarken sosyalizmin dilini kullanmamı mesela kendi şahsım adına anlaşılmasında kolaylık sağladığı için söylüyorum. Ama daha özel bir platformda toplanıldığında ağniya’yı, mele’yi, mütref’i, kâniz’i konuşurum ve bunun illaki bir şahıs olarak değil bir tipoloji olarak tüm çağlarda var olduğunu biliyorum ve bunların üzerine gitmem gerektiğini düşünüyorum.
Mesela Kur’an’da enteresan şeyler vardır. Ben bunun mutlaka zikredilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Örneğin Haşr 7. ayette geçen ‘’…lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum,…’’ (Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın) müthiş bir ayet. Beni çok çarpan bir ayettir bu. ‘’…lâ yekûne dûleten’’ yani ekonomik anlamda bir devlet olmasın, bir dönüşüm aleti olmasın. Kimler arasında olmasın? El cevap ‘’…beynel ağniyâi minkum..’’ aranızdaki zenginler arasında olmasın. Bu çok önemli bir noktadır. Bunlar daha sonraki çağlarda başka düşünceler, akımlar da elbetteki bizlere mesajlar veriyorlar.
Mesela Müddessir 6. ayette ‘’Velâ temnun testekśir(u)’’ ifadesindeki temenni etmeyin. Neyi temenni etmeyin? Çoğaltmayı temenni etmeyin, yani bireysel zenginlik. Kur’an’ın başta belirtmiş olduğu ‘’murâbi’’ tarzı temenni etmeyin diye karşımıza çıkıyor.
Çok ilginçtir Nahl suresi 71. ayette kendi sahip olduğu nimet ve imkânları kendinden aşağı olan insanlarla paylaşmayan kesimleri kafir, müşrik sınıflaması içerisine alıyor. Böylelikle küfür kelimesinin esasında Tanrı, Allah var yada yoktur meselesi olmadığını, İslam’ın derdinin de bu mesele olmadığını, Kur’an’ın bir teoloji kitabı olmadığını, esasen ezenle ezilenin ilişkisinde inşa edilmiş olan zulüm düzenlerine 1400 yıl öncesinde çölün ortasında ortaya çıkmış bir vicdan patlamasıdır. Kur’an’a ve Hz.Muhammed’e böyle bakmak lazım. Bu manada baktığımızda tüm çağlardaki büyük seslere ve devrimci seslere bundan dolayı kucak açmak, onlara sahip çıkmak, Müslümanlığın, vicdan sahibi olmanın, sosyalist olmanın, komünal düşünmenin esasında gerekleri olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Kur’an toplumu mustazaflar, müstekbirler diye ikiye ayırıyor aslında. Mustazaflar dediğimizde zaafa uğratılanlar, müstekbirler dediğimizde biraz evvel söylediğimiz Ağniya, Kâniz, Mele, Müfret Müstekbir sınıfları.
Bunların içerisinden bakıyorum Kur’an ilginç kelimeler kullanıyor. Mesela fakir çok bildiğimiz bir kelime. Omuzu kırılmış deve üzerinden öyle bir örnek yapıyor ki, işi olmadığından dolayı temel ihtiyaçlarını karşılayamayan. Miskin; işi var, aşı var ancak temel ihtiyaçlarını karşılayamayan. Bâis; dilenmek zorunda kalanlar. Mümlig; vücudunu artık satmak zorunda kalmış olan. Esasında Kur’an bu kelimelerle alttakilerin neler olduğundan bahsediyor bize.
Günümüzün de problerinden olan, zorla evlendirilen genç bakireler meselesi. Tâ o zamandan başlamış olan kadim tarih içerisinde devam ettirilen, cariyeleştirilen bu kadın tipolojisini problemlerini gündeme getirerek çözüm üzerine yoğunlaşıyorum.
Mesela Rigâb kelimesinin üzerinde de durmak lazım. Hatırlıyorum yıllar önce bizim İnşa’nın Fatih’teki eski yerinde ‘’fekku ragabe’’yi (Beled 13. ayet) asmışlardı. Ben onu gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Hakketen fekk kelimesi Arapçada çok değerli bir kelimedir. Yani prangaları paramparça etmek, zincirleri çatır çatır kırmak, öyle sert bağlanmış olan bağları tek tek söküp atmak. Ragabe ise, alınması ve satılması ihtimali mümkün olan, imkânı olan mal demektir. Yani köleleri anlatıyor.
Mekke döneminin henüz daha ilk yıllarında vicdan elçisi olan Muhammed’in bize sunmuş olduğu bu ayetlerde şunu görüyoruz; kölelik düzenlerini yerinden, kökünden yok etmek. Buradan şu sonuca geliniyor. Peki İslam tarihinde niye yok edilmedi? Zaten bunun nedenlerini sayın konuşmacılar biraz evvel izah ettiler aslında. Bu sebeple oraya hiç girmeyeceğim.
Yine Kur’an’da dikkatimi çeken ezilenler sınıfı içerisinde ‘’Nisa’’ kadın. Kur’an’da bir sure adı. Tevrat’ta, İncil’de bir sure adı olarak görmedim ama Kur’an’da bir sure adı. Çünkü bu mesele öyle bir noktaya gelmiş ki, artık çözümsüz noktaya gelmiş. Şöyle bir şeyi düşünebiliyor musunuz? Bir kadının kocası ölüyor ve kadın matemi yaşadıktan sonra dışarı çıktığında, hangi erkek ilk olarak üzerine özel eşyasını atarsa o erkeğin malı oluyor. Bir kadın eşini bir kaç kadınla paylaşmak zorunda kalıyor. Bebekken öldürülüyor, babasının borcu varsa umumhanelerde sermaye olarak kullandırılıyor. Böyle ciddi bir meselenin olduğu, toplumsal bunalımın yüksek olduğu bir dönemde bir anneyi düşünüyorum. Çocuğunu babası yoksulluktan dolayı, köle olmasın, sermaye olmasın diye gitmiş bebeği gömmüş. Anne hüngür hüngür ağlıyor ve bir ses Mekke sokaklarında ‘’Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı öldürüldü’’ diyerek tehditvari bir cümle söyleyerek sokaklarda dolaşıyor. Bu sözün o çağlarda, o anne üzerindeki psikolojisini düşündüğümüzde hakikaten çok devrimci, vicdana dokunan, insanın sinir uçlarına dokunan cümleler olduğunu görüyoruz.
Bundan dolayı Kur’an’ın ezilenlerin yanında olduğunu, bunların hareketi olduğunu söylüyor. Ancak Kur’an çok gerçekçidir. O realiteyle içli dışlıdır ki her ezileni de aynı sınıfa koymuyor. Mesela Kur’an-ı Kerim’de mustazaf dediğimiz grupları üçe ayırıyor Kur’an. Mesela bir tanesi Kasas 5. ayette geçen ezilmiş ve ezilmişliğinin farkında olan ve bunun için mücadele eden gruplardan bahsediyor. Ve ‘’Bunlar mutlaka ileride hakettikleri yerlere gelecekler’’ diyor.
İkincisi ezilmiş, hiç bir güç ve imkânı elinde olmayan, mahrum olan, mağdur olan, yok mu bizi kurtaracak diyen ezilmişlerden bahsediyor. Bunlar zaten mahrum kelimesi ile anlatılır. Kur’an’daki mahrum, haram edilmiş insanlar. Yani nedir? Gücüm var, imkanım var, yeteneğim var, donanımım var ama sana alanlar açılmıyor. Hareket ettiğin zaman, başını kaldırdığın andan itibaren yok ediliyorsun. Bunlar da zaten tamamen mazur ve bunlara mutlaka yardım edilmesinden bahsediliyor.
Bunu özellikle söylemem lazım Sebe suresi 31-33. ayette geçer. Ezik çoğunluk, sürüleşmiş çoğunluk ve ezen egemenleri hakim kılan bir çoğunluktan bahsediyor. Eziklerden ve ezilenlerden bahsediyor. Bunlar içselleştirmişler, kabullenmişler ve mevcut olan iktidar düzenlerinden nemalanmak derdine düşüyorlar. Asıl esasında Firavun düzenlerini ayakta tutan da bu ezilmişler sınıfıdır. Maalesef yeryüzünde Firavunlar asırlardır devam ettiyse, Mezopotamya da Nemrutlar asırlarca devam ettiyse temel sebebi ezilen insanların mevcut sistemi içselleştirip ondan yararlanma yoluna gitmeleridir. Bunu çeşitli isimlerle güncelleyebiliriz.
Şöyle bir tarihe bakıyorum, insanlar bugün övdüklerini dün dövmüşler. Mesela Kütüb-i Sitte yazarlarından bir tanesi linç edilerek öldürülüyor. Taberî’nin evi başına yıkılıyor ama zamanla bakıyoruz, Taberî’yi tarihin en büyük İslam tarihçisi diye anlatılmaya başlanıyor. İmam Malik zaten kolları kopana kadar orada tutuluyor. İmam Azam hem Emevi hem Abbasi iktidarları tarafından mağdur edilmiş ve şehit edilmiş bir insandır.
Kur’an-ı Kerim bu sistemi hırsızlık üzerine bina edilmiş bir sistem olarak niteliyor. Bu çok önemli ve Kur’an’da bunlarla ilgili “Semmaune li’l-kezibi ekkâlune li’s-suht …’’ ifadeleri geçer. Bunlar çok önemlidir bence çünkü bir tanesi yalandan medet umuyor, öbüründe ise çalarak yiyicilik yapıyor. Yani hortumculuk yapıyor. Kur’an’daki müsrif kelimesini de çok iyi anlamak lazım zaman içerisinde anlam çarptırılmasına uğratılmıştır. Normal ve meşru olarak kazanmış olduğunuz malınızdan gereksiz, lüzumsuz yaptığınız harcamalar Kur’an’daki adı israf değil, tebzir’dir. O tebzir yapan bir insan, kötü bir şeydir bu. Ama israf ise birilerinden hortumlarsınız ve hesapsızca harcarsınız. Bunu yapan adamın adı müsriftir. Ve Kur’an bu müsrif sınıfı egemen sınıf olarak görüyor. Bunlarla zaten bizi mücadeleye davet ediyor.
Hz. Muhammed’in Kur’an’ın metni ile birlikte Medine’de inşa etmiş olduğu sisteme baktığımızda, bir Peygamberin din devleti kurmadığını görüyoruz. Bu çok ilginç. Saltanat devleti de kurmuyor. Orada bakıyoruz adalet, maruf, himaye, emniyet, dif’a, sulh, bağy, şura gibi ifadeler geçiyor ve bunlarla bize bir mesaj veriyor. Yani bir medeniyet inşa edecekseniz, din dediğimiz şey birisinin öbürüne karşı sorumluluğu, ortak hayat kurmak, birliktelik anlamında bir bütünlük ise o zaman şu şu ilkler prensipler üzerinde birleşen bir dünya düzeni kurmaya çalışıyor. Yoksa daha sonra üretilmiş olan İslam Devleti, İslami Devlet gibi ifadelerin esasında karşılığı şu olmalı. Geleneksel fıkıh üzerine inşa edilmiş din değil; barışı tesis etmiş, tevil etmiş bir din olduğunu anlamamız lazım. Bir defa İslam -la ile başlayan -illa ile devam eden bir harekettir. Yani önce red üzerine başlar. Mevcudun statükoyu, statüko üzerine üretilmiş olan yanlışları önce red edeceksiniz ki, –illa diyeceksiniz. -illa’yı iki kelime üzerine bina etmek zorundayız. Geleneksel ifadesiyle, Kur’an ifadesi ile söylersek İslam ve İman yani barış ve güvendir. Yeryüzünün neresinde barış ve güven varsa, oradaki barışçıların adı Müslim yani Müslüman, güvenilirlerin ismi de Mü’min’dir. Yani israf ekonomisine karşı infâk ekonomisi olacak, müşrik ideolojisine karşı Mü’min ideolojisi inşa edilmelidir. Kur’an’ın bütün derdi tasası buydu.
Bir de dulet ve devlet kelimesiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Vezn, vasat, gıst, gısmet, dulet, devlet, hulk gibi kelimeler geçer. Kur’an’da hakikaten gözden kaçan meseleler var. Kur’an ilkeler koyan bir kitaptır. İlkeler koyarken bizim karşımıza iki kelime çıkarıyor. ‘’dûleten beynel agniyâi..’’ biraz evvel söylemiştim. Bu devlet diye okunabiliyor. Şimdi biz nimet ve imkanların yani ekonomik mülkiyetin tek elde toplanmamasını çok önemsememiz lazım. Bu Kur’an’ın çok temel ödevlerinden bir tanesidir. Aynı zamanda bu ifadeyi devlet olarak okuduğumuzda başka bir tarih içerisinde de, siyasi, ekonomik, askeri, hukuki güçlerin tekelinde toplanmaması gerektiği, paylaşılması gerektiği, bugün modern dünyada bahsettiğimiz yasama, yürütme, yargılama, özgür basın, sivil toplum gibi sıraladığımız esasen özgür toplumu var eden özgürlükçü unsurların, bir arada, özgür, karşılıklı sorumluluk ve görev içerisinde çalıştığı bir düzenden bahsediyor. Esasında Kur’an’ın hedeflemiş olduğu bu özgür, adil, eşit ve barışçı bir dünyadır. Az önce söylendiği gibi sol Müslümanlardan, müslümanlar soldan soğutuluyor. Böylece tarihte aslında aynı duygudan, aynı düşünceden, aynı vicdandan patlamış farklı coğrafyaların sesleri birbirinden ayrılıyor, işte şu ortam ayrılmış olan bu noktaları tekrar birleştirme çabası….
Bunun için katılan herkese teşekkür ediyorum.
adilmedya.com