“Alevilere yönelik saldırıları, ayrımcılığı, dışlamayı ve nefret söylemini cesaretlendiren asıl kaynak; bizzat devletin dinsel, ideolojik aygıtları ve siyasi iktidar tarafından üretilen Alevi politikaları ve söylemleridir.”
Turan Eser
Aleviler sessiz, sedasız ve şatafattan uzak Muharrem orucunun ilk gününde oruçlarını açmak için bir araya geldikleri Cemevlerinde saldırıya uğradılar.
Saldırılar eş zamanlı olarak Ankara’nın üç ilçesinde bulunan cemevlerine düzenlendi. Bir Alevi kadın bıçaklandı ve hastaneye kaldırıldı.
Yezid’e lanet okunan bir günde, belli ki, planlanmış ve tasarlanmış bir organizasyon ile Alevilere ve cemevlerine saldırıldı.
Aleviler her zaman olduğu gibi, yine Anayasa’da güvence altına alınan “can ve mal güvenliğinden” mahrum bırakılmıştır. Madımak otelinde korunmadıkları ve katledilmeleri devletçe izlendiği gibi.
Maraş’ta, Çorum’da, Malatya’da yok edilmeleri engellemediği gibi.
Çünkü Aleviler kimsesizdi, sahipsizdi! Eşit yurttaşlık haklarından mahrumdular!
Ulusal Güvenlik Politikalarından sorumlu İçişleri Bakanlığı, söz konusu Ramazan orucu olduğunda, “Ramazan ayının huzur ve güven ortamında geçmesi için” genelge yayınlarken, Alevilerin “Muharrem ayı orucu huzur ve güven ortamında geçmesi için genelge” yayınlamaz!
Ama laikliğe aykırı işlerle uğraşıyor.
Ne yapıyor; Cemevlerine ziyaretler düzenliyor ve rapor hazırlatıyor. 81 il valiliğine gönderdiği genelgede “Muharrem ayında Yas-ı Mateme ortak olma ve oruç açma lokmalarına vali ve kaymakamların da katılımıyla Cemevi yöneticileri, vakıf veya derneklerdeki vatandaşlar ve kanaat önderleriyle birlikte olunması” gibi bir talimatta bulunmak suretiyle, Cemevleriyle kurdukları ilişki biçimin merkezine, Alevi asimilasyonu ve oylarını elde etmek hedefler koyuyorlar.
Oysa “laik devlet” adına kamu hizmeti yürütenlere “inanç işlerine katılın” talimatı verilmez. Cemevlerine ve kurum yöneticilerine “güvenlik politikası” gözlüğünden bakmaz! Bu tavır laikliğe aykırıdır. Din, vicdan ve inanç özgürlüğü ilkeleriyle bağdaşmaz. İnanç ve Matem orucu gönül ve sivil hayatın işidir. Bir emir, talimat ve devlet müdahalesiyle yaşanmaz.
İçişleri Bakanlığı Matem orucu düzenlemez ya da 16-17 ve 18 Ağustos’ta yapılan geleneksel Hacı Bektaş Veli Anma etkinliklerine karşı, valilere talimat vererek, bindirme kıtalarla, Hacı Bektaş ilçesinde 15 Ağustos’ta alternatif AKP Hacı Bektaş Veli Anma etkinliği organizasyonuna girişmemeli.
Hacı Bektaş Belediyesi’nin ev sahipliğinde ve Alevi kurumlarının ortaklaşa hazırladığı geleneksel etkinliklerin güvenliğini sağlamalı ve geçmişte olduğu gibi hükümet olarak, bu etkinliklerde mevcut olan protokollerdeki yerlerini alabilirler.
Dolayısıyla İçişleri Bakanlığı bir Alevi asimilasyon politikasına değil, Alevilere yönelik, ayrımcılık, nefret, saldırılar ve linç girişimlerine karşı bir “güvenlik politikasına” ve hükümet olarak ta Alevilerin eşit yurttaşlık ve eşit haklar talebine karşı hukukun evrensel değer ve ilkelerine uygun bir eşitlik politikasına sahip olmalıdır.
Ankara’da Cemevlerine yönelik saldırılara “meczubun biri” ya da “bunlar ferdi ve münferit olaydır” diyerek geçiştirilecek kadar basit değildir.
Belli ki bir provokasyon yaratmak, toplumsal çatışma ve kutuplaşmaları derinleştirmek isteyen odaklar var. Aleviler bugüne kadar kendileri üzerinden geliştirilmeye çalışılan tüm provokasyonlara izin vermediler ve bu girişimleri boşa çıkardılar. Fakat manidar şekilde Alevilere yönelik, saldırı, nefret söylemi, linç girişimi ve katliamlarda yer alanlara “cezasızlık ilkesi” uygulandı! Devletçe korundular ve kollandılar!
NEFRET VE AYRIMCILIK SÖYLEMİ ŞİDDET ÜRETİR
Alevilere yönelik saldırıları, ayrımcılığı, dışlamayı ve nefret söylemini cesaretlendiren asıl kaynak; bizzat devletin dinsel, ideolojik aygıtları ve siyasi iktidar tarafından üretilen Alevi politikaları ve söylemleridir.
Ankara’nın üç ilçesinde yaşanan saldırılar, özellikle Alevilerin bir arada yaşadığı bölgelerde iktidar tarafından çoğunluk inancı üzerinden sosyal baskı mekanizmaları ve dinci gericiliğe dayalı tahakküm kurulmaya çalışıldığı da sır değildir.
Devletin eğitim sistemi, resmi din anlayışı, iktidar siyaseti ve iktidar vesayeti altına alınmış yargı üzerinden üretmiş olduğu ayrımcılık ve ötekileştirme, Sürgü kasabasında ramazan davulu ve tekbir eşliğinde “Sürgü Alevilere mezar olacak” gibi nefret söylemi ile ya da dün Ankara’da yaşandığı gibi Muharrem orucunun ilk gününde gelir. Fakat bu saldırlar arasında fark yoktur. Hepsi aynı makro ayrımcılık ve nefret söyleminden beslenmiştir. Madımak otelinde insan yakanlar aynı politikalardan cesaret almışlardır!
MEZHEPÇİLİK TOPLUMSAL BARIŞA ZARARDIR
Her yurttaşın cam ve mal güvenlik hakkı vardır. Alevi diye ayrımcılık yapılamaz.
Alevilere yönelik sosyal baskı mekanizmaları AKP döneminde daha da güçlendi. Son dönemlerde Alevilere yönelik olumsuz ve çirkin gelişmeleri, AKP’nin kindar ve dindar gerici neslin yetiştirilmesine ilişkin politikasının sonuçları olarak okumak gerekir.
Hükümet ve Diyanet sürekli “Cemevi ibadet yeri değildir” ya da “camiden başka ibadet yeri yok, Aleviler camiye gelin” diye ideolojik fetva verirse, mahallenin davulcusu da, mahallenin dindar ve kindar nesli de, Alevilerin dini inançlarına saygı göstermek yerine, inançsal farklılıklarından ötürü baskı uygulamayı, nefret söylemine ya da fiziki saldırıya sığınır!
Malatya’da 3 Hıristiyan dindar, kindar ve milliyetçi gençler tarafından katledilmiştir. Farklı kimliklere yönelik nefret ve kindarlık politikası bu saldırıların cesaret kaynağıdır.
Sistematik şekilde Alevi nefret ve ayrımcılığı siyaseti üretenler, “bunlar Alevi”, “dedeleri yargıdan temizleyeceğiz” diyerek, Sivas katliamının faillerini savunarak, Alevilere karşı sürekli ve aktif şekilde nefret propagandası yürüten İslamcı medya ve cemaatler, bu topraklarda arzu edilen eşitlik hukukuna dayalı toplumsal barışa izin vermiyorlar.
Ankara’da Alevilere ve Cemevlerine yönelik saldırı ve tehdit ortamına karşı sessiz kalmamalı. Hak, adalet ve vicdan sahibi herkes saldırıya uğrayan cemevlerinin yanında yer alarak, toplumsal barışı inşa edecek dayanışma örgütlenmelidir.
Elbette sadece dayanışma yetmez. Başta eğitim sistemi ve müfredatlarında ayrımcılık, nefret söylemi, şiddet dili, etnik ve dinsel milliyetçilikten arındırılmalıdır. Farklı ama eşitlik hukuku içinde birarada yaşamanın olmazsa olmaz önemine dair radikal kararlar alınmalıdır.
Devlet, hükümet, TBMM, yargı ve siyasi partiler Alevilere yönelik baskı, ayrımcılık ve nefret üreten politikalarla yüzleşmelidir.
Aleviler yalnız değildir. Alevilere ve cemevelerine yönelik saldırının tüm sorumluları yargı önüne çıkarılmalıdır.
Cemevlerine saldırı, farklılıklara tahammülsüzlüğün dışa vurumudur. Bu tahammülsüzlüğü üreten politikaların, toplumsal kutuplaştırmaya sığınanların nasıl bir kin ve düşmanlık ürettiğini, beslediğini ve kolladığını göstermektedir. Alevilerin ne kadar ciddi ve büyük bir tehdit ve tehlike altında olduklarını bir kez daha gözlerimizin içine sokarcasına göstermiştir.
Bu saldırıların gerçek sorumlularının sadece saldırıyı düzenlediği için gözaltına alınan kişi olmadığının, bu türden saldırılarının ortaya çıkmasına ortam ve iklim hazırlayan, cesaretlendiren, bu saldırıların üzerine yeterince gitmeyen, cezasızlık ilkesini uygulayan, bu türden saldırıları örtbas etmek isteyen ve sorumluluklarını yerine getirmeyen herkes bu saldırıların suç ortağıdır.
Aleviler her türlü sinsi provokasyonlara ve yeni katliamlara fırsat vermemek için bilinçlidir, uyanıktır, örgütlüdür ve sağduyuludur.
Dolayısıyla bu saldırıların siyasi sorumluları da, Alevilere yönelik ayrımcılık, nefret ve saldırılara kalıcı tedbirler almakla mükelleftir.