Başlıktaki soruyu gören birçok kimsenin aklına ilk anda sanırım aday olmasını istediği siyasetçinin isim gelmiştir.
Çünkü yorumlar, analizler, aday önerileri hep bu çerçevede yapılıyor.
Kimileri kazanacağını düşündüğü, kimileri de en yüksek oy oranına sahip CHP’nin liderinin hakkı olduğu gerekçesiyle tartışmayı belli isimler etrafında sürdürüyor.
Esasında adaylık için adı geçen üç ismin de CHP’li olması adaylık hakkının en yüksek oya sahip muhalefet partisinin olduğu anlayışına dayanıyor.
Ama bana göre asıl soru şu: Bu seçim hak edenin hakkını alacağı veyahut hak dağıtımının yapılacağı bir seçim mi?
Adaylık tartışmalarının bir hak üzerinden sürdürülmesinin nedeni sanırım seçimi muhalefetin kazanma ihtimalinin yüksekliğine dayanıyor.
Seçimi nasıl olsa muhalefet kazanacak bari aday ‘bizden‘ ya da ‘bize en yakın‘ kişi olsun anlayışıyla hareket ediliyor.
Yani “Tayyip Erdoğan’ın karşısına ceketimizi koysak kazanırız, bari o ceket bizim ceketimiz olsun” anlayışı bütün tartışmaların odağını belirliyor.
Anketler bize seçimin muhalefet açısından çantada keklik olmadığını söylese de analizler, yorumlar, öneriler bu anlayış çerçevesinde şekilleniyor.
Böyle bakıldığı için bu üç isim dışında hiçbir isim gündeme gelmiyor, gelemiyor, gelse de anında büyük bir tepkiyle karşılanıyor.
Böyle bakıldığı için bu seçimin esasında ne anlama geldiği, kaybedilmesi durumunda ülkenin neyle karşı karşıya kalacağı doğal olarak göz ardı ediliyor.
Benzer bir durum 2018 seçimleri öncesinde de yaşanmıştı.
O zaman da seçimi muhalefetin kazanacağına kesin gözüyle bakanlar ‘Aday illa bizden olsun‘ kampanyası yapmış, analizler, yorumlar bu çerçevede şekillenmiş, gündemdeki ortak adaylıktan vazgeçilmiş ve her parti kendi adayıyla seçime girmişti.
Sonuç malum.
Sonrasında derin pişmanlıklar, ‘Yanlış yaptık‘ özeleştirileri geldi ama olan olmuş, ülkeyi yıkıma sürükleyecek tek adam rejiminin beş yıl daha ülkenin başında kalması sağlanmıştı.
Fakat görünen o ki kimse özellikle de o seçimde ‘Aday illa bizden olsun‘ kampanyası yapanlar 2018’de yapılan yanlıştan bir ders almış görünmüyor.
Ders alınmadığı için yine benzer bir duyguyla hareket ediliyor ve yine mesele bir hak meselesi olarak ele alınıyor.
Öncelikle hepimizin bir karar vermesi gerekiyor.
Bu seçim bir hak dağıtma seçimi mi yoksa ülkenin kader seçimi mi?
İktidar ipini kimin göğüsleyeceği seçimi mi yoksa yıkımı durdurma, restorasyonu başlatama seçimi mi?
Evet bir karar verilmesi gerekiyor çünkü bu ikisi çok farklı şeyler.
Bir taraftan “Bu seçim ülkenin kadar seçimi” deyip diğer taraftan “Aday bizden biri olmalı” denilemez.
Bir taraftan “Bu seçim demokrasi mi tek adam rejimi mi tercihinin oylanacağı seçim” deyip diğer taraftan aday bizim istediğimiz kişi olmalı dayatması yapılamaz.
Bir taraftan “Bu seçim cumhuriyet değerlerinin yaşayıp yaşamayacağının belli olacağı bir seçim” deyip diğer taraftan bir partinin iktidar olma hayali kurulamaz.
Bir taraftan “Ortadoğu ülkesi mi, yoksa medeni dünyanın bir parçası mı olacağımızın belirleneceğiz bir seçim” deyip sonra da adaylık filan partinin hakkıdır denilemez.
Çünkü kimse, toplumun farklı kesimlerinin yaşadığı demokrasi, hukuk, yaşanabilir ülke olma endişesini kendi partisinin iktidarı için yakıt yapma hakkına sahip değil.
Hepimiz biliyoruz ki cehennemin kapılarını kapatmak için toplumun farklı kesimlerinin katkısına, desteğine ihtiyaç var.
Türkiye her alanda ağır bir yıkım yaşadı.
Kurumlar tahrip edildi, ekonomi çöktü, değerler yerle bir edildi.
Ülkenin ciddi anlamda restorasyona ihtiyacı var.
Bunun için de toplumsal birlikteliğe.
Toplumda kimlikler, inançlar, değerler ve partiler üzerinden oluşan ciddi bir kutuplaşma var.
İsim dayatmak, adaylığı bir partinin hakkı görmek bu kutuplaşmayı hesaba katmamak dahası bu kutuplaşmayı körüklemek ve ülkenin karşı karşıya kalacağı durumu umursamamaktır.
En kaba haliyle ‘Seçimi bizim adayımızla kazanamayacaksak varsın ülke yansın‘ anlayışına teslim olmaktır.
2018 seçimleri öncesinde de yazmıştım.
Tarihe not düşmek için tekrar yazayım.
Siz aday “İlla bizden biri olsun” derseniz bir başkası da “Niye bizden olmasın” demeye başlar.
“Adaylık bizim partimizin hakkı” derseniz, kimse sizin “Bu seçim ülkenin kader seçimi” gibi hayati çağrılarınıza kulak vermez.
Sizin partinizden, sizin mezhebinizden, sizin inancınızdan, sizin düşünceniz veyahut yaşam tarzınızdan olmayan birinin adaylık ihtimali gündeme geldiğinde kıyamet koparırsanız bir başkası da sizin dayattığınız adaya aynı yaklaşımla karşılık verir.
Nihayetinde ortaya bir ayrışma ve kavga çıkar.
2018 seçimlerinde yaşanan bu ayrışma ve kavganın sonucunu ve bu sonucun ülkeye maliyetini hepimiz biliyoruz.
““Aday illa bizden biri olsun” deyip farklı toplumsal hassasiyetleri dikkate almayanların “Ülkemiz yıkıma sürükleniyor” diye feveran etmeye de haklarının olmadığını bilmeleri gerekiyor.
Halbuki mesele çok basit.
Bu seçim ülkenin kader seçimi.
Cehennemin kapılarını kapatma seçimi.
Cumhuriyet değerlerinin yaşayıp yaşamayacağının, barış içinde yaşayan bir ülke olup olmayacağımızın belirleneceği, son yıllarda yaşanan Ortadoğululaşma sürecinin kalıcı olup olmayacağının belirleneceği bir seçim.
Esas olan bu seçimi parti, toplumsal kesim yarışına dönüştürmemektir.
Bana göre geçiş süreci için bütün toplum kesimlerinin itiraz etmeyeceği, bir anlamda uzlaşma masasına hakemlik, liderlik yapabilecek partiler üstü bir isim etrafında her partiden isimlerin katılımı ile restorasyon ekibi oluşturmak ve toplumun karşısına tek bir gündemle çıkmak gerekiyor.
Aynen Malezya’da 60 yıllık otoriter iktidardan ülkeyi kurtaran muhalefetin yaptığı gibi.
Topluma, bu seçimin ülkeyi kimin yönetip yönetmeyeceğinin belli olacağı seçim değil, yıkımı durdurma, ülkeyi normalleştirme, kurumları ayağa kaldırma ve ülkeyi yönetecek iktidarın belli olacağı demokratik seçimlerin zeminini hazırlama seçimi ve geçiş süreci olduğu gerçeğinin net bir şekilde anlatılması gerekiyor.
Ve bu amaç etrafında bütün toplumsal kesimleri toparlamak gerekiyor.
Ama bütün bunları yapmak için önce ‘Aday illa bizden biri olsun‘ saplantısından, adaylık bizim partimizin hakkı gibi çocukça yaklaşımlardan vazgeçmek gerekiyor.
Bütün bunları yapabilmek için de ülkemizi partilerimizden, hayranı olduğumuz siyasetçilerden, mensubu olduğumuz toplumsal kesimlerden daha fazla düşünmemiz, dert etmemiz gerekiyor.
Yani ülke yararını parti veyahut mahalle çıkarının üstünde tutmak gerekiyor.
Parti çıkarını ülke yararının önüne koymaya, hayranı olduğumuz siyasetçiyi herkese dayatmaya devam edeceksek, ideolojik saplantılarımızı tek doğru kabul edip, farklı toplumsal hassasiyetleri hesaba katmayacaksak, bu seçimin bir kazanma seçimi değil kurtarma seçimi olduğu gerçeğini göz ardı edeceksek dahası bu seçimin ülkenin son şansı olduğu gerçeğiyle bir türlü yüzleşmeyeceksek, karanlık kaderimizi de kendi ellerimizle yazmış olacağız.
Sonrasında ülkemiz niye bu hale geldi diye feveran da etmememiz gerekiyor.
Çünkü parti, mahalle çıkarını ülke yararının önüne koyduğumuz için ülkemizi hepimiz elbirliğiyle yıkıma sürüklemiş olacağız.