- E . Muhâfazakârlık-İslâmîlik Çelişkisi
Muhafazakâr sendikalar sorgulanmamış İslâm tarihinin, hesaplaşılmamış İslamcılık hareketlerinin mirasçılarıdır. Muhafazakâr sendikaların gönüllüleri sağcılaştırılan dindârlığın politik tezâhürleridir.[1] Türkiye muhâfazakârlığı, kindârlığı dindârlık olarak pazarlayan Necip Fâzıl’dan[2] İslâm’ı, Osmanlıyı İslam’ın gerçek temsilcisi sayan ve düşman bellediği Rum’un fesini Osmanlının sembolü diye takan Kadir Mısıroğlu’ndan târihi, Arap-İslam sentezinin savunucusu[3] ve mezhebist karakterli İhvâncılığın Türkiye versiyonu[4] olan ekollerden siyaseti miras almıştır.[5] Ayrıca Ahmet Arvasi’nin Türk-İslam Sentezi’ni meşrû gören, Hz. Peygamber’in Arap-İslâm sentezi peşine düşmediğini hatırlamayan, ABD’nin 6. Filosunu anti-Amerikancı devrimci-sol gençlere karşı savunan ve dindârlığı Nurculuğa, Nakşîliğe, Kâdirîliğe, Mevlevîliğe mensup olmakla ete kemiğe bürünen bir oluşumdur. Bu kaynaklardan zuhur eden muhâfazakârlara Kur’an’ın paradigmasına[6] ne kadar yakın durdukları sorulmalı, gölge oyunu oynamaktan kurtulmaları gerektiği fark ettirilmelidir.
Muhâfazakâr sendikaları bazı pratik gerçekler üzerinden yeniden analiz edebiliriz. Böylece dindârlık, İslâmîlik, haklılık, hakkâniyet, tevhit ve adâlet cilalarının nasıl düştüğüne birkaç sorumuzla tanık olabiliriz. Sorularımız şunlardır:
- Yeryüzünde yoksulluk, yolsuzluk ve yasakları kaldırmak yerine “sâil,[7] kânî,[8] mu’ter,[9] zu’afâ,[10] bâis,[11] âmil,[12] yetîm,[13] feteyâti’l-biğâ,[14] feteyâti’l-mü’minât,[15] cev’ân,[16] fakîr,[17] ibn-i sebîl,[18] garîm,[19] mahrûm,[20] miskîn,[21] mümlig,[22] rigâb,[23] nisâ,[24] mugtir,[25] musrim[26]” gibi Kur’an’da sıralanan alt sınıfların mazlûmiyet ve mağduriyetini yok etmemiş, hatta onları zenginler sınıfına meze etmiş bir ekonomik düzene karşı direnmeyen sendika İslâmî midir?
- Mezhep taassubu nedeniyle Alevîlerin cem evlerini ibâdet-hâne[27] saymayan bir sendika İslâmî midir?
- Kur’an’ın tüm dilleri Allah’ın âyetleri olarak belirtmesine[28] rağmen insanların anadilinde eğitim alma, savunma yapma, konuşma ve yazışma haklarını savunamayan bir sendika İslâmî midir?
- “Kavim, millet, ümmet, vatan, savaş” kavramlarını Kur’an’ın kavramlar dünyasına göre değil de egemen söylemlerin peşine takılarak inşâ eden bir sendika İslâmî midir?
- KPSS’de Felsefe’den 92 alanı 58 vererek engelleyen komisyon üyelerini eleştirmeyen bir sendikanın vicdânının olup olmadığını sorgulamazsak kalbimiz kurur mu?
- “Âdil bölüşüm için güçlü Türkiye” demek yerine “Güçlü Türkiye için âdil bölüşüm” denilerek devleti kutsayan ve adâleti bile devletin ayakçısı yaparak Allah’ın adl sıfatının derinliğinden haberi olmayan bir sendika İslâmî midir? Üstelik Hz. Peygamber hiçbir zaman “Güçlü Medine için âdil bölüşüm” dememiş ve kutsal devlet hayaline, toprak işgali peşine düşmemiş, sadece vicdân değerlerinin[29] egemen olmasına gayret etmişken.
- İslâm sosu katılarak yumuşatılmış Türkçülüğe Osmanlıcılık üzerinden destek veren bir sendika İslâmî midir?
- Hem konfederasyon genel başkanlığı hem de bağlı olduğu sendika genel başkanlığından aynı anda çifte maaş alan birilerini eleştirmeyip onaylayan bir örgüt emek örgütü, İslâmî bir yapılanma, adâlet ve kıst’ın taraftarı sayılır mı?
- Eğitimin kalitesine yönelik sahada hiçbir etkisi olmayan, İmam Hatip liselerinin karşılaştırmalı dinler tarihi ve mukayeseli teoloji dersleri almasını gündem yapmayan, mezhep tekeli oluşturan zihniyeti savunan, cemaat ve tarîkatların İmam Hatiplerde egemenlik kurmasına arka çıkan, İslâm düşünce tarihinin sığ bir geleneğini tüm zamanların tek hakikatıymış gibi anlatan müfredâta itirazı olmayan, İmam Hatiplerde felsefe, psikoloji, karşılaştırmalı dil ve edebiyat ile sosyoloji derslerinin işlenmesini istemeyen, skolastik saplantıyı İslâm düşüncesi olarak empoze eden yaklaşımı eleştirmeyen bir sendika İslâmî midir?
- Sigortasız işçiliği eleştirmeyen, Suriyeli göçmenlerin emeğinin sömürülmesini sanayi kollarının can simidi gören bir bakışa laf söylemeyen, ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik ayrımına yıllarca güçlü bir ses çıkarmayan, eğitimin yapboz tahtasına dönüşmesinden hiçbir sorumluluk almayan; Kur’an, hadis, sünnet ve içtihatların farklı pencerelerden ele alınmasına ve diyalektik[30] düşüncenin yeşermesine engel olanlara karşı hiçbir proje ortaya koymayan bir sendika İslâmî midir?
- Eğitimde tek tip insan yetiştirmeyi ve tek ideolojinin egemen olmasını, tek tip okulun makbul mektep ve tek tip öğretmenin mâkbul muallim kabul edilmesini savunan veya susarak onaylayan bir sendika İslâmî midir?
- Tüm düşünce kuruluşlarını, bütün eğitim sendikalarını, tüm parti, dernek ve vakıfları bir araya getirerek eğitim alanında yapıcı ve kalıcı kararlar alınmasını sağlayamayan; farklı eğitim sendikalarına kulplar takarak onlarla bir araya gelmeyen; güdümlü[31] sendika niteliğine haiz olan, üyelerle ilişkisi şeyh-mürit veya kabile reisi-klan üyesi biçiminde olan bir sendikanın çökmüş eğitim sistemini ayağa kaldırmadığını zaman göstermiştir. Bu nitelikteki bir sendika İslâmî midir?
Soruları çoğaltabiliriz. Ancak bu kadarcık soruyla bile maksat anlaşılabilir. Yukarıda eleştirel soru yöntemiyle gündeme alınan bir sendikanın üyeleri namaz kılıp oruç tutuyor, haccedip baş örtüyor; vatan-millet, din-devlet nutukları atıyor diye bu tür sendikalara üye olmak abesle iştigaldir. Zira namaz, oruç, hac, başörtüsü, kurban, zekât, tavaf, hılf,[32] sarık, cüppe, kavmiyet, takke, terlik, zekât[33] ve ribâ[34] parasını ayırma, Kâbe’ye saygı konularında müşrik liderler olan Velid bin Muğîre, Ebû Cehil ve Ebû Süfyan’a günümüzün hiçbir muhâfazakârı yetişemez.[35]
Siyasal ve ekonomik mülkiyet meselesi üzerinde bilinç[36] geliştirmemiş bir sendika eğitim, sanat, kültür, adâlet ve özgürlük alanlarında hiçbir derde devâ olamaz. Hele hele mezhep ve tarîkat mahzenlerinden doğan muhâfazakârlığın bir yansıması niteliğindeki sendikalar, üyelerini çarpık bir hak-bâtıl sınıflaması üzerinden manipüle eder[37] ve şarampole yuvarlar.
F . Muhâfazakâr Sendikalara Karşı Ne Yapmalıyız?
- Tevhit,[38] samediyet,[39] adâlet,[40] özgürlük, kardeşlik, kıst,[41] paylaşım (zekât, ‘afv), direniş (sabr), yakınlaşma (kurban), dayanışma (salât), ortak akılla hareket etme (şûrâ) ve herkesin katılımı (demokrasi) değerlerinin etrafında toplanmalıyız. Bir din, mezhep, kavmiyet ve parti taraftarlığı etrafında birleşmeyi reddetmeliyiz. Çünkü sendika bir din, parti, mezhep, kavim tercihi değil; örgütlü mücâdele birlikteliğidir.
- İnanç, cinsiyet, tercih, renk ve kavmiyeti hiç dikkate almadan birinci maddedeki ilkeleri benimseyenlerle işbirliğine gitmeli ve onlarla ortak hareket etmeliyiz. Kimsenin özel kimliğine bakmadan mutlak eşitlik, muhakkak[42] özgürlük ve koşulsuz barış için çabalayan herkesle birlikte tüm muhâfazakâr türlerine karşı omuz omuza mücâdele etmeliyiz.
- Bütün dinsel öğretileri, tüm ideolojileri ve tüm gelenekleri sorgulayabilen özgür düşüncelileri en yakın yoldaşımız bilmeliyiz. Çünkü fikri, vicdânı ve irfânı hür olmayan; kendini skolastik bir batağa yahut ideolojik bir deli gömleğine hapsedenlerden yoldaş olmaz.
- “Dindârların birliği” aynı mezhepten, aynı cemaatten, aynı tarîkâttan, aynı dinden olanların birliği değildir. Onlar hizip birlikleridir. Kur’an açısından bakıldığında aynı değerlerin yükselmesi için çabalayan ve tüm insanlığı aynı ailenin bireyleri görebilenlerin birlikteliğine dindârların birliği denir.[43] Bu nedenle yoldaşlık, omuzdaşlık, kardeşlik, özgürlük, eşitlik ve barış caddelerini gerçek yollarımız kabul etmeliyiz.
- Kindârlıkla savaşarak işe başlamalıyız. Çünkü dindârlık da bunu gerektirir. Kindâr biri sevgi, acıma ve adâlet bileşenlerinin bileşkesi olan vicdânı dikkate almaz, bu değerlerin ayağa kaldırdığı paylaşım, dayanışma, direniş ve özgürlük taraftarlarıyla platformlar[44] kurmaz. İşte bu nedenle Kur’an’ın ümmet dediği ve tüm insanlığın birlikteliğini hedeflediği büyük insanlık yoldaşlığına kapı açan herkesle hiçbir koşul öne sürmeden yürümeliyiz. Kur’an açısından “insanlık âilemiz, yeryüzü vatanımız, insanlar kardeşimiz”dir.
_________________________________________________________
[1] Tezâhür: Belirme, belirti, ortaya çıkma, görünme.
[2] Necip Fâzıl’ın yazdığı Gençliğe Hitabe’de geçen “Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik” ifadesinde kincilik bir dâvâ insanının ana nitelikleri arasına yerleştirilir. Güya böylece İslâm’a sarılan bir gençlik çıkar. Ancak Kur’an’ın hiçbir yerinde kinci bir gençlik üretme hedefi yoktur. Hz. Muhammed asla kinci olmamış ve hiçbir sahabesine kindâr bir dindârlık önermemiştir. Bu hitâbe “Saray, besleme ulemâ, mezhep ve tarîkât geleneğine cemaatlerin eklenmesiyle de inşâ edilmiş olan uydurulmuş dinin dosdoğru dine karşı bir meydan okuması, cehâlet kültürünün tevhit, adâlet ve kıst değerlerine üstün gelme çabası; Ümeyyeci asabiyenin Hüseynî damarı ve İmam A’zam asâletini çiğneme mücâdelesi”dir. Ayrıca içi doğru ile renklendirilmiş bir afyonlamadır.
[3] Hasan el-Bennâ’nın “Davetimizde, Araplığın belirgin ve vazgeçilmez bir yeri vardır. Araplar, İslâm’ın ilk ümmetidir. Arap coğrafyasının herbir karışını kendi toprağımız gibi kabul ederiz…Fars Körfezi’nden Atlas Okyanusu’ndaki Tanca ve Marâkeş’e kadar bütün Arap coğrafyası, akîdenin ve dilin birleştirdiği bir dünyadır. Bu sebeple, Araplık için çalıştığımızda aynı zamanda İslâm için de çalışmış oluruz…Hanîf İslâm dini, Arap olarak yayıldı. Diğer milletlere Araplar vasıtasıyla ulaştı. Kerîm kitap, apaçık bir Arapça ile nâzil oldu. İşte bu yüzden Araplar zelil olursa İslâm da korumasız duruma düşer.” sözleri “Araplar olmazsa İslâm da kalmaz.” anlamındaki yumuşatılmış kavmiyetçilik ve Arap-İslâm sentezciliği sözleridir. Hasan el-Bennâ’nın ümmet kelimesini bir kavim adı olan Arap ile sınırlaması da ayrı bir garâbettir. “Türkler İslâm’ın son kalesidir, şu parti giderse İslâm yeryüzünden silinir; Allâh Türkleri İslâm’ın kılıcı yaptı, Türkler sayesinde İslâm bugünlere kadar geldi, bu nedenle Türk’e laf söyleyen, Türk’e karşı duran kimseler Allah’ın gazabını hak eder.” biçimindeki Türk-İslâm sentezcilerinin uyduruk tezleri ile Arap-İslâm sentezcilerinin palavraları aynı noktada birleşiyor. Arap-İslâmcılar ile Türk-İslâmcılar, birbiriyle yarışırken dinin sahibinin Allâh olduğunu ve Allâh’ın da hiçbir kavme muhtaç olmadığını (Zümer, 3), kimsenin İslâm’a şeref katmadığını, kendilerinin İslâm (barış devrimi) ile şeref kazandığını hatırlamıyorlar.
[4] Versiyon: Bir olayın başka bir biçimde anlatılması, değişik biçim. Bir ürünün, bir modelin, bir sanat eserinin farklı bir açıdan ele alınarak yeniden oluşturulması, yeni sürüm. Bir metnin yazılış ve yorumlanış biçimlerinden her biri.
[5] İhvâncılıkta Yahûdî düşmanlığı, ritüelleri (özellikle namaz ve oruç) zorla yaptırma, kadınların başını örttürme, sakal uzattırma, solculuk ve laiklik karşıtlığı, hilafeti getirme, Arap örfünü (sakal, çok kadınla evlenme, cüppe, sarık, câriye hukuku gibi) İslâm olarak görme, muhalif Müslüman aydınları susturma (1987’de eski içişleri bakanı Hasan Ebu Bava ve haftalık el-Mussavâ’nın başyazarı Nabavî Ahmet’i, 1990’da Meclis Başkanı Rıfat Mahcub’u, 1992’de laikliği savunan Farac Fuda’yı öldürmeleri, 1994’te Nobel ödüllü yazar Necib Mahfuz’u evinin önünde bıçaklamaları, Ezher ulemâsından Şeyh Zahari’yi kaçırarak öldürmeleri mezhepçi davaları adına katliamlar da sergilediklerini gösterdi. Nasr Hâmid Ebû Zeyd Hollanda’ya kaçarak canını kurtardı.) demokrasiyi küfür rejimi sayma temel kabul ve davranışlardır. İhvâncı Mursî kadınların kocadan izinsiz boşanma davası açma hakkını kaldırmak istedi. Kızların 9 yaşında evlendirilmesi için yasa tasarısı vermeye hazırlandı, ancak tepkiler üzerine yaş sınırını 14’e çekti. Başka zalim bir grup tarafından devrilmeseydi yaş sınırını önce 14’e, daha sonra 9’a indirecekti. Faslı imam Zemzemî’nin “Eşler öldükten sonra 6 saat boyunca evli kalırlar, dolayısıyla erkek ölen karısıyla bu 6 saat içinde cinsel ilişki kurabilir.” fetvasını İhvâncılar Mısır Milli Meclisi’nde yasalaşmasını istediler. Bunun üzerine Mısır Ulusal Kadınlar Konseyi başkanı Dr. Mervat el-Talavî, Mısır Halk Meclisi başkanı Dr. Katanî’ye El-Ahram gazetesi üzerinden mesaj göndererek bu yasa teklifinin geri çekilmesini istedi. Mursî, Luksor’da 58 turist ve 4 Mısırlının öldüğü saldırıyı yapan örgütün üyesi olan Adil el-Hayât’ı Luksor’a vali olarak atayınca turizm şirketleri zarara uğradı. İhvancılar, Hıristiyanlar ve Şiîlere karşı düşmanlığı körükledi. Sadece Şiî oldukları için 4 kişi başları kesilerek öldürüldü. Mursî’nin kısacık döneminde pekçok kilise ateşe verildi ve bazı papazlar öldürüldü. Mısır’ın %18’lik Hıristiyan nüfusu ve Şiî azınlık terörize edildi. Sünnî olmayan herkes diken üzerinde yaşamaya başladı. Mursî, Hüsnü Mübârek’ten sonra açılmış Mısır-Filistin arasındaki geçiş tünellerini yeniden kapattı ve tünellere su pompaladı (haber7.com/ortadogu/haber/misir-tunelleri-suyla-doldurarak-kapatiyor). Mursî’nin Selefî danışmanı, El-Vatan partisi lideri İmad Abdülgaffur, “İsrail Zaman (Times of İsrael)” gazetesine verdiği demeçte, Camp David Anlaşması (Mısır İsrail’i tanıyacak, aralarında ilişki başlayacak, Mısır İsrail’e petrol satacak, İsrail de askerlerini Sina’dan çekecek) ile bir sorunları olmadığını söyledi. İhvâncı siyasi ekoller ne insanlığa ne de Müslümanlığa bir şey verebilir. Çünkü onlar Kur’an’ı geleneğe, İslâm’ı törelere, Hz. Muhammed’i Arap örfüne ve tevhîdi muhâfazakârlık bataklığına çeken yobaz ve softalardır. (Softa: Hoşgörüsüz, kaba ve karşılaştırmalı bilgilerden uzak inatçı öğretmen. Yobaz: Körü körüne bağlı, bir fikri baskı yaparak dayatan.)
[6] Bkz. Namık Kaya, Paradigmanın İnşâsı, Flora Yayıncılık, İstanbul, 2021.
[7] Sâil: Yoksulluk nedeniyle istemek/el açmak zorunda kalan.
[8] Kânî: İhtiyacını açıkça belirterek ihtiyacının giderilmesini isteyen.
[9] Mu’ter: İhtiyacının giderilmesi için yakınımızda duran ancak bunu açıkça dillendiremeyen.
[10] Zu’afâ: Zaafı olanlar, zayıf düşenler, güçsüzler, dayanıksızlar, kırılganlar, düşmüşler, düşkünler, kendini kontrol edemeyenler.
[11] Bâis: Çaresizliği nedeniyle dilenmek zorunda kalan.
[12] Âmil: Emekçi, eylemci, mal veya hizmet üretmek için bilinçli eylem ortaya koyan.
[13] Yetîm: Politik, ekonomik ve toplumsal yönden sahipsiz bırakılarak aşağılanan, ötekileştirilen, hakları yenen, ucuz ve pis işler kendisine layık görülen.
[14] Feteyâti’l-Biğâ: Evlenmeye zorlanan geç kızlar, gelenek ve toplumsal kurallar dayatılarak özgür tercihi yok sayılan ve henüz gençliğe adım atmış olan kızlar.
[15] Feteyâti’l-Mü’minât: Mü’minlerin genç kızları.
[16] Cev’ân: Açlığı sebebiyle mide/karın ağrısı çekenler, ölümle burun buruna kalan, “öldü, ölecek durumda olan açlar.
[17] Fakîr: Birikmiş serveti ve eline geçen kazancı olmadığından zorunlu ihtiyacını karşılayamayan, işsiz olduğu için zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamayan.
[18] İbn-i Sebîl: Yolu açılmayan, yol bulamayan, yol verilmeyen, yol alamayan, yolu görünmeyen, yolu kesilen, yoldan çevrilen, yolunu kaybeden, yolunu şaşıran, işleri bir türlü yoluna girmeyen, gideceği yolları tutulan, yola gelmesi engellenen, yoldan dönemeyen, yolda kalan, yolsuzluğa bulaştırılan, sağa sola yollanan, yoluna taş konan, yollu yapılan, yoldaş edinemeyen, bir yola hapsedilen; sevdiğine ve evine gitmesi engellenen, özgürlüğü çalınan, yaban ellerde unutulan, sokakta yaşayan, rehin alınan, zorla borçlandırılan, mülteci/sığınmacı durumuna düşürülen, tecavüze uğrayan, mafyanın emrinde çalıştırılan, her türlü varlığı tehdit altında olan.
[19] Garîm: Temel ve zorunlu ihtiyacını karşılayabilmek için borçlanandır. Bu kişi borcu bini aşan, gırtlağına kadar borca batan, borç harç alarak geçinen, borcunun uzaması nedeniyle derdi de bitmeyen.
[20] Mahrûm: İş kapıları kendine haram edilen. Alanında yeteneği, niteliği, donanımı, yeterliliği olmasına rağmen siyâset, ticâret, torpil, husûmet ve hukuksuzluk yoluyla kapılar yüzüne kapatılan.
[21] Miskîn: Bir işte ücretli çalışmasına rağmen acınacak durumda olan, zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamayan ve hiçbir mal varlığı bulunmayan.
[22] Mümlig: Yalvararak boyun eğen, acınası bir durumla itaat eden, ölmemek için bedeni dâhil her şeyini teslim eden.
[23] Rigâb: Ragabeler, köleler, boyunduruk altındakiler, elleri kelepçeliler, ayağı prangalılar, özgürlüğü olmayanlar, gözetim altında tutulanlar.
[24] Nisâ: Bebekken gömülen, satılan, borç karşılığında kullanılan, kocasını başka kadınlarla paylaşmak zorunda kalan, kocası ölünce birinin üzerine attığı özel eşya ile onun malı olan, “Anam/bacım gibisin.” denilince kocasına bağlı bir köle durumuna düşürülen, mirastan ya yararlandırılmayan ya da eksik faydalandırılan kadın.
[25] Mugtir: Ailesini geçindirmek için harcayacak bir şey bulamayan, ailenin nafakasını azaltmak zorunda kalan, har vurup harman savuran tipin tam zıttı olan, azın azıyla yaşamaya çalışan, darda kalan, parası/malı temel ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli orana sahip olmayan, geçimine yetecek miktarda imkâna ulaşamayan.
[26] Musrim: Malı az olan, zor geçinen, geçim sıkıntısı çeken.
[27] Gerçekte ritüel yapılan bir yere ibâdet-hâne değil, tapınak veya nusuk-hâne denir. Câmi, sinagog, kilise ve cem evi birer nusuk-hâne’dir. Peygamber mescidi denilen mekân ne tapınak ne nusuk-hâne ne de mâbettir; salat-gâh’tır (yardımlaşma, dayanışma, omuzdaşlık değerlerinin ayağa kaldırıldığı yer).
[28] Rum, 22.
[29] İnsanlığın birliği (Tevhit), insanların tüm farklılıklarını koruyarak kurduğu birliktelik (ümmet), insanlığın bölünmez bütünlüğü (samed), insanlığı tek aile görmek (eyyühe’l-insân), merhametli hukuk düzeni (millet-i İbrâhîm), barış, barış eylemleri (İslâm, amel-i sâlih), güven (iman), eşitlik (adâlet, ihrâm, saf düzeni), hak oranında dağıtım (kıst), özgürlük (hurriye), ihtiyaç fazlasını paylaşma (zekât, ‘afv, kısmet), dayanışma, omuzdaşlık (salât), direniş (sabr), yakınlaşma (kurb), açlıkla mücâdele (savm), emek (sa’y), derin düşünce (tefekkür, taakkul), toplumsal yarar sağlayan üretim ve eylemler (cihat), toplumsal mutâbakat, kolektif bilinç ve ortak akıl (şûrâ), devrim (kıyâme), saldırıya karşı savunma savaşı (katl), kölelik düzenine başkaldırı (fekku ragabe), ekonomik tekelleşmeye isyan (dûlet), politik, askerî ve hukuksal tekelleşmeye başkaldırı (devlet). Hiç kimseyi, hiçbir sembol, düşünce ve kurumu eleştirilemez, sorgulanamaz, makamından indirilemez konumda görmeme (Lâ ilâh-e-), mutluluk ve barışın her yeri kapsadığı bir dünya düzeni kurma (dâru’s-selâm)…
[30] Diyalektik: Bir konuda karşıt ve çelişik düşüncelerin çarpıştırılmasıyla yeni değerlerin inşâ edilmesi. Karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen akıl yürütme biçimi. Başlangıçta tartışma sanatı/çelişkileri ortaya çıkararak ikna etme sanatı anlamına gelmekteydi. Diyalektik, Heraklitos’un “Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz.” sözünden ilham alır. Yani diyalektik, evren, doğa ve insandaki çelişkilerden doğan değişerek yenilenme ve yenilenerek değişme karakteridir. Hegel’e göre düşüncenin tez-antitez-sentez üçlüsüyle gerçekleşmesidir. Hegel düşünce ve varlığı özde aynı şeyler olarak kabul eder. Ona göre diyalektik, bütün düşünce ve varlığın gelişim doğal akış sürecidir. Engels’e göre diyalektik, “Evren ve insan düşüncesindeki hareketin genel yasalarını ortaya çıkaran bilim”dir. Marks, diyalektiğin olmazsa olmazını çelişki/karşıtlık kavramına oturtur ve düşünceyi Hegel benzeri “maddedeki (varlık ve eşyâdaki) çelişkilerin bilince yansıması” olarak ele alır. Maddenin doğasındaki diyalektiğin düşünsel diyalektiği doğurduğunu benimseyen, madde sayesinde (beyin, vücut, doğa, evren) düşüncenin üretildiğini kabul eden görüşe diyalektik materyalizm/maddeci (materyalist) diyalektik denir.
[31] Güdümlü: Görünenlerin sadece vitrini oluşturduğu gerçekte ise görünmeyen güçler tarafından kontrol edilen, güdülen, yönlendirilen, yönetilen. (Kuklacının sahnede oynattığı kuklalar güdümlü varlıklardır. Kuklaların sözü ve eylemi, kuklacının fikirleri ve iradesinin sahnelenmesidir.)
[32] Hılf (ç. ahlâf): Antlaşma, akit, yemin. Câhiliye Araplarında kabileler/şahısların yardımlaşma, dayanışma ve koru(n)ma amacıyla yaptıkları antlaşma ve ittifak. (Câr: Câhiliye Araplarındaki sığınanı koruma geleneği. Çoğuluna civâr denir.)
[33] Zekât: İhtiyaç fazlasını ihtiyaç sahiplerine vererek temize çıkma.
[34] Ribâ: Haksız biçimde kazanılmış ve servet tepesi oluşturmuş mülkiyet.
[35] Hüseyin Alan, Siyerin Gölgesinde Hz. Muhammed (1. Cilt Mekke Dönemi, 2. Cilt Medine Dönemi), Beyan Yayınları, İstanbul, 2016.
[36] Bilinç: İnsanın kendini, çevresini ve olup biteni kendi gerçekliği içinde tanıma, algılama, kavrama ve fark etmesi yeteneği. Tüm gerçekliğin farkında olma, farkındalık. Her türlü nesne/olgunun gerçeği neyse onun farkında olma hali. Anlama, tanıma, bilme yeteneği. Bilinç kişisel bir deneyim olduğundan herkesin bilinç düzeyi farklıdır.
[37] Manipülasyon/Manipüle etme: İnsanları kendi bilgileri dışında veya istemedikleri hâlde etkileme veya yönlendirme. Seçme, ekleme ve çıkarma yoluyla istenilen sonucu elde etmek için bilgileri değiştirme. İnsanları farkına vardırmadan kendi çıkarları için kullanma ve kontrol etme.
[38] Tevhit: İnsanlığın tekliği/ayrılmazlığı/ayrıştırılmazlığı.
[39] Samediyet: İnsanlığı bir blok kaya (monolit) gibi tek parça kabul etmek.
[40] Adâlet: Hiç kimseyi ayırmadan herkese eşit davranmak.
[41] Kıst: Herkese hak ettiği şeyi hak ettiği oranda vermek. (Kişi neyi ne kadar hak ediyorsa onu o kadar vermek kısttır. Hak edilen pay kısmettir, kısmete râzı olmak nasiptir.)
[42] Muhakkak: Hakikatı/gerçekliği apaçık biçimde ortada olan; doğruluğu/gerçekliği kesin olarak bilinen, gerçek olduğu kesinleşmiş olan.
[43] Din ve dindârlığın tanımı konusunda Namık Kaya’nın “Paradigmanın İnşâsı” kitabına bakılabilir.
[44] Platform: Kürsü, yüksek düzlük, taraça, düz çatı, tahtaboşbir, uygulama veya hizmet barındırmak için kullanılan herhangi bir donanım veya yazılım ortamı, yüksek ve düzgün zemin, düşünce zemini, düşünce alanı.