Sevgili dostlar,
Türkiye, kişi başına düşen asker sayısı açısından dünyanın en büyüklerinden biri… Yarım milyonu aşkın asker ve jandarmadan oluşan bir orduyu besliyor. Aynı nüfusa sahip Almanya’nın ordusunda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üçte biri kadar asker var.
300 bine yaklaşan polis sayısı yıldan yıla artarak asker sayısına yaklaşıyor. Toplarsanız giderek bir milyona yaklaşan, devasa bir kolluk gücü çıkar karşınıza…
“Çıkar karşınıza” demem boşuna değil; sınırları ya da asayişi sağlamakla kalmayıp hükümete yönelik her gösteride, her protestoda karşınıza dikilen, politize olmuş bir silahlı yapıdan söz ediyoruz.
Hükümet şimdi buna 30 bine yakın mahalle bekçisini katmaya hazırlanıyor. Erdoğan önceki yıl, “Gece yatarken bekçi düdüğü duymak istiyorum” deyince başlamıştı hazırlıklar… Hemen 10 bin bekçi alınmış ve Cumhurbaşkanı’nın korkusuz uyuyabilmesi için kolluk güçlerine katılmıştı. Lakin bekçilerin düdüğü olsa da acil bir durum olmadıkça silah kullanma, üst araması, araç durdurma, sorguya çekme gibi yetkileri yoktu. Şimdi Meclis İçişleri Komisyonu’nda kabul edilen teklifle, bekçilere, polisin sahip olduğu bu yetkiler verilerek yeni bir silahlı güç oluşturuyor.
Bu tabloya bir de giderek büyüyen silahlı milisleri ekleyin.
15 Temmuz’daki darbenin bastırılmasında görev alan sivillere hükümet bir kanun hükmünde kararnameyle dokunulmazlık vermiş, böylece linçin önünü açarken, yandaşlara suç işleme özgürlüğü bahşetmişti. O dönem Erdoğan’ın başdanışmanı Şeref Malkoç, bununla da yetinmemiş “milletin meşru müdafaa hakkını kullanabilmesi için ruhsatlı silah verilmesi”ni gündeme getirmişti. Umut Vakfı’nın verilerine göre Türkiye’de 25 milyon silah var; bunların 20 milyonu ruhsatsız.
Şu açık: Vatandaşın değil, ama hükümetin öncelikli kaygısı güvenlik… Vatandaşın gidişattan şikâyeti arttıkça, hükümetin korunma ihtiyacı da ona paralel artıyor. Saray’ın yatmadan düdük sesi duymak istemesi boşuna değil.