Hüseyin Aygün
1900’de Polonya’da doğan Lemkin, 1959’da Amerika’da ölmüştü. Dilbilimle başladığı üniversite eğitimi, hukuk alanına geçmesiyle devam etmişti. Tarihte yaşanmış katliamlara karşı derin bir ilgi duyuyordu. Lemkin küçükken okuduğu Quo Vadis’ten çok etkilenmişti. Kitap, Roma imparatoru Neron döneminde Hıristiyanlara yönelik katliamları ayrıntılı tasvir ediyordu.
Lemkin, 1921’de Berlin’de Talat’ı öldüren Tehleryan’ın duruşmasını izlemişti. “Uluslararası hukuk kuralı bulunmadığı” için Osmanlı Dâhiliye Nazırı’nın Ermenilerin yok edilmesi nedeniyle yargılanamayacağını öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Bu dava, Lemkin’in toplu katliamlara dönük ilgisini artırmıştı.
1933’te Madrid’te yapılan Milletler Cemiyeti’nin “uluslararası hukuk” konulu toplantısında Lemkin, “barbarlık” adını verdiği uluslararası suçun tanınması için önerge sundu ama kabul görmedi. O yılın başında Hitler, Almanya’da iktidara gelmişti.
Almanların Polonya işgaliyle Lemkin orduya katıldı. Polonya’nın hızla bozguna uğraması ile Polonya’dan kaçan Lemkin sonunda Amerika’ya sığındı. Polonya’da geride bıraktığı anne ve babasını bir daha hiç göremeyecekti. Naziler yenildiğinde Lemkin, ailesinden elli kişiyi kaybetmişti. Artık sadece bir katliam araştırmacısı değildi; bir mağdur ve kurbandı.
Yale ve Duke’da hukuk dersleri veren Lemkin, Başkan Roosevelt’in Savaş Bakanlığı’nda görevlendirildi. İşgal Altındaki Avrupa’da Mihver Egemenliği kitabını 1944’te yayımladı. Bu kitapta Lemkin, soykırım suçunu ilk defa tarif etmeyi başardı. Kelimeyi, Yunanca “genos” (ırk, kabile, soy), Latince “cide” (öldürme, kırım) kelimelerinden türetmişti.
∗∗∗
Lemkin bu yeni suçu engelleyecek bir anlaşmanın hem savaş hem de barış zamanında uygulanması gerektiği görüşündeydi. Soykırım, sadece uygulandığı kurban grubu etkilemiyordu; “uygulandığı ülkelerin dışında da derhal ve doğrudan zararlı etkiler” yaratıyordu. Genoside (soykırım), 1945 yılında büyük gazetelerde Avrupa’da olan bitenleri tasvir etmek için kullanılan bir kavrama dönüşmüştü.
Lemkin, Nurenberg’te önde gelen Nazi liderlerini yargılayacak askeri mahkemenin tüzüğü Londra Sözleşmesi’ni (“Büyük Savaş Suçlularının Yargılanması İçin Uluslararası Askeri Mahkeme Sözleşmesi”) hazırlayan Amerikalı hukukçular grubu içinde yer aldı. 1946’da Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu oybirliğiyle -ve hiç kuşkusuz Lemkin’in büyük katkısıyla- Soykırım Deklarasyonu’nu yayımladı. Deklarasyon, “cinayetin bireyin yaşam hakkının ortadan kaldırılması olduğu gibi, soykırım da bütün grupların var olma hakkının oradan kaldırılmasıdır” diyordu. İki yıl sonra BM genel Kurulu, “Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi”ni açıkladı.
∗∗∗
Geçen yüzyılın ortasında -bizzat ailesinin de başına gelen soykırımdan sonra- yaşadığı ağır travmalar nedeniyle sağlığı bozulan Lemkin, yoksul ve muhtaç bir halde, New York’ta, bir otel odasında öldü. Lemkin’in mezar taşında, “Soykırım Sözleşmesi’nin Babası” sözleri yazılıdır.
Mart 2025’te -soykırımın uluslararası bir suç olarak yazılmasından 3 çeyrek yüzyıl sonra-, Suriye’nin sahil bölgesinde soykırıma uğratılan binlerce Alevi kadın, çocuk, genç, yaşlı insanı, “medeni dünya”nın sessizliğini, soykırımcı Colani ve katiller ekibini desteklemelerini nasıl yorumlayacağız? Colani’nin ve cihatçı katillerin insanlığın vicdanında açtığı yarayı nasıl sağaltacağız? İnsan evladı, daha kaç tane felaket yaşayacak? Ve kimlerin mezar taşlarında, neler yazacak?