Ölümünün 41. yılında önceki gün Balat’ta yapılan anma gecesi Metin Yüksel hakkında saklanan gerçekleri gün yüzüne çıkardı. Anma etkinliğine katılanlar ilk kez çok farklı bir Metin Yüksel portresi dinlediklerini söylediler. İşte anma gecesinde yapılan konuşmalardan ikinci bölüm… Mehmet Efe, Mustafa İslamoğlu, Hüda Kaya ve R. İhsan Eliaçık’ın konuşmalarından satır başları…
Mehmet Efe: “Metin Yüksel’i de Sedat Yenigün’ü de katleden aynı silahlardı”
- Devlet milletin örgütlü iradesi imiş. Bu devlet asırlardır sadece örgütlü oldu.
- Bu devlet milli şef devleti, asker devleti, yargı devleti, polis devleti oldu, finans kapital düzeninin Türk şubesi oldu. Ama halkının devleti, cumhurun devleti olmadı. Devletin dini olmaz dedi bu devlet ama hem dini hem ideolojisi oldu. Buyurdu ve dayattı devletin dini ideolojisi dışında hiçbir dine, yoruma, ideolojik yönelime geçit vermemek üzere inşa etti devamlılığını. anayasası süzgeçten geçirmiş olduğu muktedirlerin keyfi için biçilmiş kaftan oldu.
- Hem inkılapçıdır bu devlet hem milliyetçi, hem halkçıdır hem devletçi, hem bağımsızdır hem güçlünün müttefiki, her an bunlardan herhangi biri veya aynı anda hepsidir.
- Zengine milliyetçidir, yoksula cumhuriyetçi, Yozgat’ta halkçıdır, Diyarbakır’da devletçi, Cihangir’de dindardır, Konya’da laik, Malatya’da putperest, çünkü her yerde halkına karşı örgütlenmiştir. Atananlar da, seçilenlerde, hukukun üstünlüğüne ant içer ama ilan ettiği hukuk, hiçbir zaman devletten üstün olmaz.
- Bu devletin becerikli yönetim kültürü becerikli hainler sofrasıdır. Refleksi dış güçlere karşı güçsüz ve muhtaç olur, kendi halkına da karşı da kükreyen bir tunç bir el olur.
- Bu devlet kimini gözaltında kaybetti, kimini yargısız infazla katletti. Yıllardır her hafta Taksim’de toplanıp çocuklarının kemiklerini isteyen Cumartesi Annelerinin gözlerine baka baka resmen pişkin pişkin kabul etti. Binlerce cinayeti zaman aşımına uğramıştır. Bu devlet bedel ödemez, ödetir.
- 11 Eylül 1980 günü tüm ülkeyi kaplayan ateş, 12 Eylül sabahı şıp diye kesiliverir. Huzur ve güven ortamı bu devlet için devletin halkı tam olarak teslim almasından başka bir şey değildir. Gardiyanların hurdahaş ettiği cansız bir beden çıkar hapisten geride kan lekeli kitaplar not defterleri.
- Ülkücü iken Hüseyin’in başını okşar sonra İslamcı olunca cezaevinde başına vurduğu coplarla katleder. Deniz’i uluslararası ilişkileri için kurbanlık asar, Erdal’ı asmak için yaşını büyütür, gözaltında döverek öldürdüğü genç gazeteci Metin duvardan düşer. 14 yaşındaki çocuğa müebbet verir ya da Berfin gibi vurup terörist yapar. Çığlıklar içinde yas tutan annelerini de yuhalatır. Maliyetlerini düşürmek için canlı canlı gömdüğü işçilerin katli kaderdir ve işine gelmeyen her şey fıtrata terstir.
- Bir alttaki bir üstekinin günah keçisidir. Herkes devletin borçlusudur. Bu devlet sevmeyi değil ama ödüllendirmeyi iyi bilir. Aklamakta mahir ve kıvrak aydınlığı düğmeye basıldığında bir düzine dış düşman sıralayan yarı otomatik şarlatanların sırtını sıvazlar ve sofrasında halka yabancılaştığı ölçüde ödüllendirilen devlet sanatçıları olur.
- Devlet düşman ister, tehdit ister, kurban ister, haini ve olağanüstü hali bitmez. Devleti değiştirmeye potansiyel taşıyanlar iktidar istememeli. Kirletilmeli, çelişkiye zorlanmalı, haksız kılınmalı, elleri kana bulandırılmalı. Kaygan ve yapışkandır kan çünkü. Kafalarını ezmek için küçük kalmaları şarttır.
- Patlayan ilk molotof, toplumsallaşma eylemindeki iradeyi vuracak sonkurşunun habercisidir. Devleti değiştirmek isteyenler zafer için her yolu mübah gördükleri gün, son zafer için işareti hep bu devleti yapar. Devletin en sevdiği direnişçi türü zafer için mevzi kazanmak için her yolu mübah görendir. Başta mağluptur direnişçi, ellerini kirletmek kolaydır, kullanışlıdır. Devletin yapamadığı zulmü bile o direnişçiye yaptırmak mümkündür. Gerici faşist güçler, yobazlar, türbanlı örümcek kafalılar, dinciler, bidon kafalı cahiller, magandalar, makarnacılarla savaşan solculara olur bu devletin ki ‘’yaşamak tek bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine’’ sadece bir şiir olarak kalır. Çinciler, Moskov Ermeni dölleri, Rum tohumları ile savaşan mankurtları olur bu devletin, gök girer, kızıl çıkar ama sonunda bir kemiğin ardında saatlerce yol giden itler bile gülecektir kimsesizliklerine. Çapulcular, bağışçılar, Kemalistler, ulusalcılar, Beyaz Türkler, Saferi münafıklar, Vahabi İngiliz uşakları, Kürtçü, Türkü, Arapçı, Çerkezci, Arnavutçu, Ermenici, Azerici şovenistler, kripto dönme millet düşmanları, darbeciler, mezhepçiler, din düşmanı sol müşrikler, liberal Batı borozanları, yabancı devlet ajanları, oligarşik sermaye ve Yahudi uşakları vs vs ile savaştığını iddia eden ama eline telsiz verilsin diye bin renge girmeye hazır olan sözde İslamcılar grubu devlet en sıkıştığı anda ve kim olursa olsun zalime karşı, mazlumun yanında bir kesim linç edilecek bir derneğin mottosu olarak kalır. Haşa Allah ise partimize çalışmaya zaten devam etmektedir.
- Aslolan hep güç, iktidar ve hiyerarşidir. Dava ortaklık değil, egemenlik davasıdır. Cemaat, dernek, vakıf, birlik veya örgütte farklı davrananlar davanın selameti için haindir. Kalan sağlar ya vazgeçmeli ya da devletin sofrasına oturmak istemelidir. Sofraya oturma imtiyazını elde edenler, ideolojileri ne olursa olsun imtiyazlarını Batılılar gibi yaşamak yönünde kullanır.
- Bu devlet tecavüzcü bir namus bekçisidir. Koskoca ordusun içerisinden 5 ayrı çavuşun bir araya gelip, topluca ve defalarca bir çocuğun ırzına geçmeleri milli eğitiminin bir başarısıdır. Pozantı cezaevinde çocuklara yapılan sistematik tecavüzleri ortaya çıkaran gazeteci devletin mahremiyetini deşifre etmekle tutuklanır. Cezaevi müdürleri terfi eder. Tecavüzcüler iyi hal indirimi alır. Çünkü devlet huzurundaki halleri, çocukları düşürdükleri halden daha önemlidir.
- Bu devlet için bayrak da devletin kendisidir, vatan da. Sosyopat bir babadır bu devlet. Hem geçmişi inkar eder, hem şanlı tarih ile övünür. Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister ve hür olduğunu zanneden her taze fidanı devlet öldürür Sağ kalanları ise yaşken eğdirmiştir önünde zaten. Bu işi her 10 yıl 15 milyon omurgasız yaratabilecek kadar iyi bilir.
- Devletin ideolojisine ters kesimlerin en büyüğü olan Kürtleri, Allah haşa devletin oyun sahası için yaratmış gibidir. Kürtler adına 30 yıl devlette misilleme yaparken, bir küçük devlete dönüşen örgüt için, ‘’Allah bunlara fırsat vermesin ama eksikliğini de göstermesin’’ noktasına gelmiş Kürtlerin, 13 yıl ‘millet iradesi’ sloganı ile hüküm edenlere azıcık inanıp da sandıkta irade değiştirmeleri oyunbozanlık olur.
- Bu devlet derindir, kimliği belirsiz kişileri çok, oyuncu sıkıntısı yoktur. Solcuları da ülkücüleri de kahvede tarayan silahların aynı silahlar olduğu, Metin Yüksel’i de Sedat Yenigün’ü de katleden kurşunların aynı silahlardan atıldığı ortaya çıktığında, cheshire kedisi gibi sırıtmakla yetinir bu devlet. Aynı pişkinlikleri sorumlulukları hatırlatılıp istifası istenen yetkililer pişkin pişkin sırıtır. Hunharca katledilmiş gençlerin cesetlerine dehşetle baka kalan gözlerimizin içine baka baka sırıtırlar.
- Cürümleri tüm suçları hep yanına kâr kalmış, kolları hayatın her alanına erişen mücrim bir ahtapot devletidir bu devlet. İsyana teşvik eden de, âsilere işkence eden de, varoşlara cephane gömen de, devlete tapan gençlik tarikatları kuran da, emekli generalleri meclise sokmaya çalışan da aynı ahtapotun vantuzlarıdır.
- Baskısı çoktur bu devletin, yüzleşmez. Ya imha eder, ya teslim olun der. Teslim almak istediği devletin kendisidir. Devlete her zaman lazım olan âsiler değildir. Devletin bekası bir komisyon işidir. Küçük devletçikleri gerilla sıkıntısı çekmesin ister devlet.
- Gerilla kızın cansız bedenini çırılçıplak soyup, sokaklarda gezdirir. 52 işçiyi bağlayıp kesimhane hayvanları gibi yan yana, yüzükoyun yere yatırır ve ‘’Ne yaptı lan size bu devlet’’ diye bağırır. Ne yaptı lan size bu devlet diye kükrerken kaybeder. ‘’Herkes yere baksın’’ , ‘’Bakma bana lan’’ der. Devletin malı devlete bakmaz, devlet malının gururu, onuru olmaz. Hepiniz diyor, ”devletin” de demiyor ‘’Türk’ün gücünü göreceksiniz’’ Ne yaptı lan bu devlet size? Ne yapmadı ki… Devlet nelere kadir unuttunuz mu. Hatırlamaya başlayın. Herkes yere baksın, dışkının tadını hatırlasın, kan kokusu alsın. ”Herkes önünde yere baksın” diyor bu devlet.
- Devlet Tanrı olmak ister, heykel ister, özel güvenlik alanları, girilmez bölgeler ister. Bu devlet her şeyi ister. Haksız olduğunu iyi biliyor çünkü. Haktan almadığı haksızlığını, halktan gasp ettiği gücüyle örtmek istiyor. Öfkenin haklısından korkuyor. Gözlerinin içine bakamıyor.
- Herkes devlete bakıyor, iyi bakalım, görerek bakalım. Devletin komisyonu kursağında kalana, devlet milletin olana kadar bakmaz ve görmezsek ilelebet payidar kalacak. Nice Metin Yüksel’ler nice Sedat Yenigün’ler olacak.
Mustafa İslamoğlu: “Metin’i harekete geçiren ideolojisi değildi, vicdanıydı.”
- Değerli kardeşlerim hepinizi sevgi, saygı ve hürmetle selamlıyorum. Rahmetli Metin Yüksel’in ölümünün seneyi devriyesinde onu anma fikrinizi de tebrik ediyorum. Vefa böyle günlerde gerekir.
- Asıl vefa ilkelere değerlere vefadır. İlkelere vefa göstermeyenlerin, kişilere vefa göstermesi bana göre sıkıntılı bir durum.
- İki günlüğüne tanıdığım Metin’i motive eden ilkeleri dile getireceğim. Rahmetli ile 1978 yılında gençliğimin en heyecanlı döneminde Kayseri’ye geldiğinde tanışmıştım. Bir program vesilesiyle iki günü beraber geçirmiştik. Bendeniz o zaman Kayseri Akıncılar Derneğinde görev yapıyordum. Metin de İstanbul’dan bir Akıncılar ferdi olarak geldi. Orada birlikte olduğumuz saatler içerisinde tabi ki bizim gözümüzdeki yeri ayrıydı.Bir genç olarak bizim için o efsane biriydi. Özellikle taşralı gençler nezdinde. Benim için de öyleydi. Her hareketini süzüyor, hareketlerinin arkasındaki motivasyonu anlamaya çalışıyordum o genç halimle.
- Orada gördüğüm ve hissettiğim şu oldu: Sanırım yanılmıyorum, Metin’i harekete geçiren ideolojisi değildi, vicdanıydı. O gün o ideolojide olması da mazlumlardan yana olduğu içindi. Zira o gün zulme, haksızlığa uğrayanlar o ideolojinin mensuplarıydı.
- Biliyorum ve inanıyorum ki Metin o gün haksızlığa uğrayan kendi ideolojisine mensupların eline birgün güç geçse ve onlar gücü başkalarına haksızlık için kullansalar Metin kendi ideolojisine mensup kişilere de aynı tepkiyi gösterirdi. Zaten vicdan, ilkelere aidiyet bunu gerektirir. Zira Metin de gördüğüm vicdan da böyle bir vicdandı. Yani ilkesel bir vicdandı.
- Onun içindir ki onu unutamadık. O onun için anılıyor. Zira yiğit ölür yiğitlik ölmez, kahraman ölür, kahramanlık ölmez, erdemli insanlar ölür, erdemlik ölmez. İşte bu anlamda içinden geçtiğimiz bu zor dönemde aslında ilkeleri gündeme getirmek zorundayız.
- Yere serilmiş olan ve üzerine basıp çiğneyenlerin çok olduğu böyle bir zamanda ilkelere aidiyeti dile getirmek zorundayız. Bu anlamda bendeniz dün nasıl mazlumun yanında isem bugünde bugünkü mazlumun yanında olmayı dünkü ilkelerime sadakatin ve vefanın bir gereği olarak görüyorum.
- Hepinize saygı selam ve hürmetlerimi sunuyor, Metin Yüksel’i rahmet ve minnetle anıyorum. Allah onu cennetinde ağırlasın.
Hüda Kaya: “Metin, devlet İslamcılığına karşı sınırsız sınıfsız İslam diyordu”
- Selamün aleyküm, hepinizi saygı ve hürmetle özellikle barışla selamlıyorum. Metin yüksel ile ilgili tüm konuşmacı arkadaşları dinleyince konunun özünün ortaya çıkmış oluyor. Bende o dönemim hızlı, heyecanlı, devrimci, ayağı yere basmayan gençlik dönemimde ideolojik kamplaşmaların olduğu alanlarda bil fiil yaşayan biriyim. Metin Yüksel benim hayatımda iz bırakan en önemli şahsiyetlerden biri oldu.
- Bilirsiniz ben 1978 öncesi ülkücüyken, Kur’an ve İslami kesimle tanışmış oldum. İslami çevreleri pek tanımıyordum. Metin’in şehadet haberi geldiğinde hepimizin içi çok acımıştı. Vurulma haberi geldiğinde cenazesine gitmeyi ısrarla çok istedim. Fatih’e daha önce hiç ayak basmamıştım ve kimseyi tanımıyordum. Yanıma da kız kardeşimi de alarak gittim ve ilk katıldığım cenaze namazı bu oldu. Metin Yüksel ile beraber hayatımda pek çok iklim yaşadım aslında.
- Cenazede o gün halka bir bildiri dağıtılmıştı. Edip Yüksel’in yazdığını hatırlıyorum o bildiriyi. Eve gelince okudum ve en az 3 gün deliler gibi ağladımı biliyorum. Ben ülkücülükten, Türklerin üstünlüğü görüşünden dönüş yapmış, Kur’an’la, Metin Yüksel çizgisi ile tanışmıştım. Kendime ayna tutarak sancılı bir yüzleşmenin sürecini yaşıyordum. Metin’in şehadeti ile beraber henüz yeni tanışmış olduğum Kur’an’ın hak, adalet ve evrensel hakların mücadelesi yaşamın boyunca en temel çalışma alanlarından biri olarak derin bir yol açtı bana
- Yeşil Kuşak meselesi çokça konuşuldu. Bunu bir cümle ile ifade etmek gerekirse, Ortadoğu ve İslam dünyasının Doğu bloğuna değil, Batı bloğuna eklemleme projesidir Yeşil Kuşak projesi. Küresel sistemin en büyük korkusu uyanışa geçen İslami mücadeleydi. O günlerde İran’da Şah’a ve zulümlerine karşı, İran halkı büyük bir devrim hareketliliği içerisindeydi. Genelde Doğu blok ile özelde ise sol blok ile solun müttefik yapılmamasıydı.En büyük çalışmalarını ve yatırımlarını bu doğrultuda yaptılar. Sol ile dini nasıl düşmanlaştıra biliriz? diye bunu hedeflediler. Sağolsunlar solcularda, Müslümanlarda bu düşmanlaştırma projesine en büyük desteği verdiler ve bu çalışmadan da geri kalmadılar.
- Müslümanlar içerisinde ise Metin farklı bir duruş, farklı bir eylem içerisinde duruyordu. Gelenekçi ve İslamcı bir ailede, ortamda yetişmesine rağmen, henüz 20 yaşındayken ‘’En büyük ibadet hakkı müdafaa etmektir’’ diyordu. Yine ‘’Sınırsız ve sınıfsız bir İslam toplumu’’ diyordu. Bu sözler bir parola, bir şifre gibiydi. Küresel emperyalist sistemin DNA ları ile oynuyordu. Bu sözlerdeki mesajı muhatapları çok iyi aldılar. Lüks, israf, sınıf, devlet İslamcılığına karşı, sınıfsız ve sınırsız bir İslam diyordu.
- Ortamın buram buram yeşilkuşak koktuğu bir zamanda çok net ve sağlam bir duruş gösteren gençlik lideri olarak birilerinin odağına çomak sokmuştu. Akıncıların geleneksel çizgisine aykırı bir Metin, MSP’nin çizgisine aykırı bir Sedat Yenigün aynı odaklar tarafından, aynı sebeplerle katledilmişlerdi. Çünkü bu dinamik gençlik, çok daha ileri ve farklı bir boyutlara gidecekti. Eylemleri ve faaliyetleri ile efsane bir gençlik örgütü lideri ama gençliğin devletçi, milliyetçi, dinci, İslamcı değil; toplumcu İslam’a hak ve adalet mücadelesine, sınırsız ve sınırsız bir perspektif götüren mücadelenin önderiydi ve sesiydi.
- Fatih’te ilk Kürtçe sloganlar yazan, Doğunun ezilmiş halkının, kimliğini ve hakkını aramaya uzak kalmayan bir gençlik lideriydi. Solcularla ittifak yapabiliyor, Irkçılığı amasız ve fakatsız lanetliyordu.
- Metin’in yanı başında olan, yoldaşı, arkadaşı olduğunu söyleyenler Metin’in davasına bigane kaldılar. Bugün bunu maalesef çok daha derinden gözlemleye biliyoruz.
- Metin’i katledenler net bir şekilde aslında bu mesajı, bu çizgiyi, bu ayrışmayı çok net bir şekilde ifade etmişlerdi. Katillerin itirafları bunu ortaya koyuyordu. Metin’e bölücü, Kürkçü, Yeşil Komünist demişlerdi. Metin’i cami avlusunda vurduktan sonra tekbirler getirmişler ( aynı Yezid’in askerleri gibi) ‘’komünist vuruldu, komünist vuruldu’’ diye bağırmışlardı.
- Bugün Akit ve Akit gibi gazeteler şehadetinin yıl dönümünde şöyle ifadeler kullanıyorlar: ‘’Kızıl komünistlerin ülkeyi yaşanmaz hale getirdiği ve din düşmanlığını yaymaya çalıştığı bir dönemde destansı bir mücadele veren Metin Yüksel’i anıyoruz’’ Metin Yüksel’i kim katletti? Bugün iktidarda kim var? Bunu perdelemek için katilleri göstermemek için bu kadar mı şeytanca bir ifade olabilir.
- Biz buraya Metin’in kardeşleri ve yoldaşları, Metin’in katilleriyle hesaplaşanlardır demeye geldik. Bu program bunun için yapılıyor arkadaşlar. Onun şahsında aynı şekilde katledilen Sedat Yenigün, Ali Şeriati, Gonca Kuriş’i, hak ve hakikat mücadelesinde bedel ödemiş, can vermiş tüm kadın ve erkek kardeşlerimi saygıyla minnetle anıyorum.
R. İhsan Eliaçık: “Metin yaşasaydı bugün fabrikaların önüne gidecekti, ‘kölelere özgürlük’ diye pankart açıp 1 Mayıs alanlarına yürüyecekti.”
- Sevgili misafirler değerli arkadaşlar hepiniz hoş geldiniz. Böyle bir gece ve anma vesilesi ile bir arada olmaktan dolayı çok mutluyum. Hepinize teşekkür ediyorum. Video mesajları ve konuşmaları başından beri dikkatle izliyorum. Bu anma son yıllarda yapılan alternatif Metin Yüksel anma özelliğini taşıyor. Nitekim burada yapılan konuşmalar ve buraya gelen insanların farklılığından, renkliliğinden bunu anlayabilirsiniz. Kuru sıkı bir şahadet edebiyatı yapmıyoruz. İçi boş laflar edilmiyor, çok derin sözler ediliyor, içten gelen sözler dinliyoruz. Hakikaten acıyı hisseden arkadaşların konuşmalarından bunu anlıyorsunuzdur.
- Ben de bu kısacık konuşmada şahitliklerimi ve tanıklıklarımı dile getirip ”Buradan ne ders çıkarmalıyız?’’ ve ‘’Bugün ne yapmalıyız?’’ bunun üzerine bir vurgu yapmaya çalışacağım. Metin Yüksel ile sanırım 1977 yılıydı, Ankara’da bir yürüyüş olmuştu. Başlangıçtaki slaytta bu yürüyüşten sahneler gördünüz. ‘’163’ün zulmüne son’’ diye yazıyordu. O pankartı hatırlıyorum, orada karşılaşmıştık. Onlar Fatih Akıncılarıydı, Akıncılar camiasının öncü gençlik grubuydu. Genellikle yürüyüşlerde arka sıralarda olurlardı. Yeşil parkaları veya siyah parkalar giyer yüzlerini de örterlerdi. Biraz da böyle ürkütücü bir görüntü vererek ‘’Fatih Akıncıları geliyor’’ diye hemen dikkat çekerlerdi.
- 1978 yılının sanırım yaz aylarıydı. Metin Kayseri’ye gelmişti ve bir sabah sabah kalktığımızda her yer Humeyni’nin posterleri ile ”Tek yol İslam” sloganları ile donatılmıştı. O zaman İran Devrimi yılları bizim coşkulu gençlik yıllarımızdı.
- Aradan 40 yıl geçti. Ben çok düşünüyorum acaba Metin Yüksel yaşasaydı bizim yaşadığımız bu tartışmalarda, ayrışmalarda, karşı karşıya gelmelerde, birbirini terk etmelerde, itham edilmelerde nerede dururdu? Tabii ki Allah bilir? Bir şey diyemeyiz ama ben aşağı yukarı tahmin ediyorum. Hatta müsaadenizle ben kendimi o çizginin şu anki tabii sonucu olarak görüyorum. Bunu söylemeyi kendimde hak görüyorum müsaadenizle.
- Bunun nedenini açıklayacağım şimdi size. Yiğit ölür şanı kalır. Metin’in geriye bıraktığı iki söz vardır. Uzayıp giden yıllarda Metin bu iki söz ile anılacaktır ve kendisini iki tane büyük itham yapılmıştır. Belki de 500 yıl sonra bu iki söz ve bu iki itham dışında onun hakkında başka hiçbir şey bilmeyeceğiz. Çoğumuz da belki unutup gideceğiz, geriye fikirler, mücadeleler, analar ve yaşadığımız muhabbet, düşünce kalacak.
- Bu düşüncenin birisi ‘En büyük ibadet Hakkı müdafaa etmektir” sözü. Bu 20-21 yaşındaki bir gencin boyundan çok büyük bir sözdür. Çünkü bu sözün kendisinde bir hesaplaşma yatıyor. İbadetin ne olduğunu tanımlıyor. Metin ibadet yapılan bir ortamdan geliyor. İbadet, din, Allah, kitap, Peygamber kelimesinin çokça anıldığı bir evde büyümüş. Ama ”İbadet o yaptıklarınız değildir, ibadet aslında budur” diyor. En büyük ibadet hakkı müdafaa etmektir sözü devam etseydi, tartışma nereye varırdı düşünün.
- İbadet nedir tartışması? Bizim yaptığımız ibadet midir? Bu ibadetlerle mi biz kurtulacağız. Hakkı müdafaa etmek ibadetse, o zaman mazlumun yanında olmak da ibadettir. Bir halkın kendi anadilde konuşması savunmak da ibadettir, ağaçlar kesilmesin diye oraya gitmek de ibarettir, o tür hareketlere destek vermekte ibadettir. Eğer bu söz devam ediyorsa, edecekse bunun tabii ve mantıki sonuçları nedir? Bir düşünün. Aradan 41 yıl geçmiş, 21 yaşında bunu söylemiş. Ben bunu bizatihi duvarlara yazarken, pankart taşırken gördüm.
- İkincisi de ”Sınırsız ve sınıfsız İslam toplumuna doğru” sözüdür. Bunu da yazarken gördük. Kayseri’nin duvarlarına yazmıştı ve insanlar bunun solcu sözü mü, Müslüman sözü mü olduğunu bir anda anlayamamışlardı. Hatta biz de anlayamamıştık.
- Bu İran’da halkın mücahitlerinin sloganıydı, ”Sınırsız ve sınıfsız İslam toplumuna doğru. O zaman coşkulu yıllardı, İran Devrimi bizim yüreklerimzde, kalplerimizde kasırgalar estiriyor, yerimizde duramıyorduk. 11 Şubat’ta İran’da Devrim gerçekleşti, bir hafta sonra 23 Şubat’ta da Metin vuruldu çok gençti ve çok erkendi. Henüz daha birbirimize girmemiştik, ayrılmamıştık, kopmamıştık, birbirimizi itham etmemiştik, hep beraber coşku içerisindeydik.
- Ama o orada kaldı biz devam ettik. Metin’in göremediklerini biz gördük. Metin bize ilham veriyor, aşk veriyor, heyecan veriyor hala ama bizim de Metin’e söyleyeceklerimiz var.
- Ona diyeceğiz ki; Sen şu şu arkadaşların bugün nerede biliyor musun? Senin o sözlerini bugün kim sürdürüyor biliyor musun? Bugün onları sürdürenlere ne deniyor biliyor musun? Bunların hepsini Metin’e söyleyeceğiz. Bu da bizim hakkımızdır. Önemli olan ilkeleri sürdürmektir. Şahısları yüceltmek için burada değiliz. Onda bir ilke, prensip, aşk, heyecan gördük. Ona bugün bizim çok ihtiyacımız olduğu için ondan bahsediyoruz.
- 2012 yılındaki 1 Mayıs yürüyüşünde Fatih Camii’nde, Metin öldürüldüğü camide Taksim’deki 1 Mayıs alanında bir yürüyüş yapıldı. Orada 12 tane büyük pankart taşındı. Bir tanesi ”Sınırsız ve sınıfsız İslam toplumuna doğru” bir tanesi de ”En büyük ibadet hakkı müdafaa etmektir” pankartıydı. O gün orada bulunanlar, o gençler Fatih’te çıkıp oraya doğru yürüdüklerinden dolayı ve bundan da anlaşılacağı gibi Metin Yüksel’in gerçekten fikri mirasını sürdürenlerdir.
- Eğer Metin yaşasaydı onun da yapacağı buydu, buna benzer şeyler olacaktı. Fabrikaların önüne gidecekti, kölelere özgürlük diye pankart açıp, 1 Mayıs alanlarında yürüyecekti. Eğer bugün yaşasaydı öyle inanıyorum ki Allahu alem bugün bu tür işleri her kim yapıyorsa onlar yapacaktı.
- Bu nedenle sevgili arkadaşlar eğer Metin Yüksel’in mirasını sürdürmek istiyorsanız ve biz istiyoruz. Bu mirası sürdürenlerle birlikte olmak, beraber iş yapmak istiyoruz. Aramızda hiyerarşi oluşturmadan, sen önde ben arkada demeden, birbirimize kibirle yaklaşmadan, gözünün üstünde kaşın var gibi bahanelerle birbirimizden kopmadan el ele vermek istiyoruz. Gelin bu çizgiyi sürdürelim. Herkesin buna ihtiyacı var.
- Eğer bugün Metin çizgisini sürdürmek istiyorsanız, yeşil komünist denmesine hazır olun. Hatta yeşil komünistlikten de terfi edip direkt, kızıl komünist denmesine hazır olun. Şu anda biz öyleyiz, yeşil komünistlikten terfi ettik direkt kızıl komünist olduk. Kızıl, solcu, komünist oldu bunlar diyorlar. Sanki dinden çıktık. Bu işin tabii sonucu bu. İkincisi Kürktçü denmesine hazır olun. PKK’ya yardım ve yataklıktan ceza almaya hazır olun. O zaman PKK yoktu, 1984’de eylemlerine başladı. Metin 1979’da duvarlara Kürtçe sloganlar yazıyordu. Eğer bu çizgiyi sürdürecekseniz karşılaşacağınız şeyleri söylüyorum. Çünkü ben yıllardır bu düşüncedeyim ve zihniyetteyim. Karşılaştığım şeyler bunlardır, büyük ihtimalle de bunu sürdürmek isteyenler farklı olmayacaktır ve ondan geriye kalanlar da bunlardır.
- Peki bunlar nedir? Bunların hiçbirinin önemi yok. Bunlar fasa fiso ithamlar. Biz Müslümanız, devrimciyiz, antikapitalistiz, mazlumdan yanayız, Kürtlerin hakkını savunuyoruz, Alevilerin haklarını savunuyoruz, ağaçlar kesilince oraya gidiyoruz, eşcinsellerin de hakkını savunuyorsunuz, ezilen kimse onun hakkını savunuyoruz. Çünkü ”En büyük ibadet hakkı savunmak” sözünün gereğini yapıyoruz. Neden kızıyorsunuz, neyle itham ediyorsunuz?
- Burası Fatih’in göbeği, diyorlar ki; ”Onlar mahalleden taşındı.” Bizce de siz taşındınız, biz yerimizdeyiz. Ben 2002 yılında İstanbul’a geldim geldiğimden beri Fatih Cami’nin etrafındayım. Hiçbir yere gittiğimiz yok. Ama onlar komşusu açken kendisi tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlardır. Buralar, Balat yoksul mahallesidir. Burası Metin’in dolaştığı yerlerdir. Biz buranın yoksulları ile beraberiz. Aynı Metin’in yaptığını yapıyoruz. İnfak ve zekat odası açmışız orada yoksullara belirli gün ve belli saatlerde ihtiyaç fazlası eşyalar veriliyor. Gece gündüz buralardayız, onun yaptığının aynısını yapıyoruz.
- Bunu büyütmeliyiz arkadaşlar. Kimseyi ben buraya çağırmıyorum. Geldiğiniz için size çok teşekkür ederiz. Beraber iş yapmamız lazım. Bizi çağırın, neredeyseniz gelelim. Şu işin ucundan tutun diyin tutalım beraber iş yapmamız lazım. Birbirimize yukarıdan bakmamamız lazım, buna çok ihtiyacımız var. Metin de bundan çok hoşlanacaktı. Eğer Metin’in mirasını sürdürenler olarak buna inanıyorsak bunları yapmanız gereklidir diyorum. Hepinize sevgilerimi saygılarımı sunuyorum, teşekkür ederim.
adilmedya.com