Marx, on birinci tezde ilan ettiği düşünceyle eylem arasındaki sürekliliği materyalist tarih kavramsallaştırmasıyla somutlaştırmış olur. Düşünce ile eylem arasındaki diyalektik birliğin nihai amacı ise insanlığın özgürleşmesidir.
Önder KULAK – Kurtul GÜLENÇ
Karl Marx Feuerbach Üzerine Tezler’in on birincisinde felsefi literatüre damga vuracak o ünlü sözü söyler: “Filozoflar dünyayı yalnızca farklı şekillerde yorumlamışlardır, mesele onu değiştirmektir.”1 Bu tezin okuyucuya ilettiği iki argüman vardır. Bunlardan ilki Marx’ın düşünce ile eylem arasında tezat bir ilişki kurmadığı, başka bir ifadeyle ikili arasında bir sürekliliğe işaret ettiğidir. İkinci argüman ise filozofların daha en başından Varlığın en genel zeminini keşfetme çabası olarak felsefeyi bir yorumlama etkinliği formunda inşa etmiş olmalarıdır ve artık bunun değiştirilme zamanı gelmiştir.
Kuşku yok ki Marx bu konuda haklıdır. Felsefi düşünce daha en başından Varlığın en genel zeminini keşfetme çabası olarak parıldamıştır. Batı düşünce tarihi kitaplarında çoğunlukla ilk filozof olarak aktarılan Miletli Thales’in arkhe (ilk neden, başlangıç) problemini ele alması ve Thales sonrasında pre-Sokratik filozofların bu problemi derinlemesine işlemeye devam etmesi bu iddianın tarihsel kanıtlarından biri olarak gösterilebilir. Kozmolojiden ontolojiye geçişi tamamlayan en önemli unsurlardan biri ilk neden probleminin rasyonel bir söylem eşliğinde yanıtlanmaya çalışılmasıdır. Bu eksende, aklın, felsefi düşüncenin temel, hatta tek kategorisi olduğu ileri sürülebilir. Varlık zemininde söz konusu yorumlama çabasına eşlik eden ve onun merkezini işgal eden akıl kategorisi altında tüm önemli ikiliklerin (bilinç-varlık, özne-nesne, öz-görünüş, zorunluluk-özgürlük) uzlaştırılmaya çalışıldığı bir çerçeve yapılandırılmıştır. Felsefe tarihi akla dayalı bu yapılandırmanın tarihidir. Var olanın özünde rasyonel olmadığı ve akla doğru getirilmesi gerektiği iddiası bu çabadan kaynaklanır. Akıl ile var olan uyum içine sokulduğunda artık dünya akla karşıt bir konumda yer almayı bırakır, daha çok düşünce tarafından kavranır ve bir Kavram olarak tanımlanır.2 Böylece maddi nesnelliğin düşünce karşısındaki görece dışsal karakteri aşılmış ve dünya, düşüncenin mutlaklığına doğru çekilmiş olur.
Felsefe tarihinde açığa çıkan bu girişimin en üst noktasında Alman İdealist felsefesinin olduğu söylenebilir. Modern felsefede ortaya çıkan iki temel gelenek, rasyonalizm (akılcılık) ve empirizm (deneycilik), bilinç ile var olan arasındaki gerilimi incelemenin en önemli iki kaynağıdır. Empirizm bir yandan bilince dışsal bir dünyanın varlığını temellendirirken, diğer yandan bu dünyadaki farklı sosyal grupların çatışan çelişkilerini bize göstermiş, rasyonalizm ise bu çelişkilerin hangi ide (kavram) dolayımıyla aşılabileceğini, potansiyel düzlemde insanlar arasında inşa edilebilecek dayanışmanın ve olası yeni bir yaşamın imkanını rasyonel ilkelerle gerekçelendirmeye çabalamıştır. Sonrasında Kant bu iki geleneği eleştirel felsefe başlığı altında uzlaştırmaya niyetlenmiş, ama var olan çatallanmalar felsefesinde tam anlamıyla aşılamadığı için bu görevi tamamlamak Hegel’e düşmüştür. Hegel aklı ve özgürlüğü bir arada düşündüğünde modern Batı felsefesi geleneğinden önemli bir sonuç çıkarır: özgürlük rasyonalitenin öğesidir, aklın içinde bulunabileceği tek formdur.3 Felsefe düşünüre göre tinin (yani kendisinin bilincinde olan aklın) tek ve zorunlu hakikatinin özgürlük olduğu bilgisini bize verir. Başka bir ifadeyle, felsefi tarih tinin tüm özelliklerinin özgürlük dolayımıyla var olduğunu, her şeyin özgürlüğün dolayımı olduğunu bize anlatır. Tam da bu sebeple insani özgürleşmenin tarihi ile aklın tarihi aynıdır. Özgürlük olarak akıl kavrayışıyla felsefe de sınırına ulaşmış görünür. Hegel tam da bu aşamada felsefe tarihinin nihai sonunu ilan etmiştir.
BİLİNCİN EN GELİŞMİŞ FORMU OLARAK FELSEFE
Bu sebeple 19. yüzyılın otuzlar ve kırklarında Almanya’da felsefe, bilincin en gelişmiş formlarından birisi olarak değerlendirilmiştir ve ilginçtir ki o dönem Avrupa’sının pek çok bölgesindeki somut maddi koşullar bu bilincin çok gerisindedir. Başka bir ifadeyle, bilinç maddi koşulları öncelemiştir. Tam da bu sebeple yerleşik düzenin eleştirisi o bilincin eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi çalışması bunun en nitelikli örneğidir. Eserin iki temel sorusu vardır. Kitap ilk olarak felsefenin temel problemine, yani varlık ile bilinç ilişkisi meselesine materyalist bir yanıt verme uğraşı içindedir. Bu bağlamda ekonomik ilişkilerin temelinde yatan unsurların neler olduğu gösterilmeye çalışılır. Böylelikle tarihsel gelişim sürecinin temeline daha derinlemesine girilmekte, bir toplum formundan diğerine geçişin arka planındaki maddi ilişkiler ve güçler açığa çıkarılmaktadır. Kitap ikinci olarak Alman felsefesinin (Alman ideolojisi) bir eleştirisi olarak formüle edilmiştir. Bu polemikteki başlıca problem mevcut gerçekliğin nasıl değiştirilebileceği sorusuyla alakalıdır.
Düşünürler bu çalışmayla birlikte iki yeni iddiayı düşünce tarihine taşımışlardır. Bunlardan ilki, felsefe, bilincin en gelişmiş formlarından biri olduğu için böyle bir bilinç formunun eleştirisinin yapılabilmesinin yeni bir teorik hattı gerektiriyor oluşudur. Marx’ın sosyal teorisinin ekonomik koşulların yerleşik düzendeki bütünlüğüne ve rolüne karşı eleştirel sorumluluğunu beyan etmesi bu yeni hatla ilgili bize ipucu vermektedir. Felsefe ekonomik-sosyal teoriye eklemlenmiştir. Ön plana çıkan ikinci iddia ise sınırına ulaşmış olarak görünen felsefenin artık yorumlayıcı etkinlik olmaktan çıkarak dünyayı değiştirme eylemine katılacak olmasıdır. Böylece Marx on birinci tezde ilan ettiği düşünceyle eylem arasındaki sürekliliği materyalist tarih kavramsallaştırmasıyla somutlaştırmış olur. Düşünce ile eylem arasındaki diyalektik birliğin nihai amacı ise insanlığın özgürleşmesidir.
1 Hayalet Karl Marx: Seçme Yazılar, çev. Volkan Çıdam, ed. Güçlü Ateşoğlu, Ayrıntı Yay.,
s. 200.
2 Herbert Marcuse, Olumsuzlamalar, çev. Kurtul Gülenç, Ayrıntı Yay., 2020, s. 139.
3 Georg W. F. Hegel, Vorlesungen über die Philosophie der Geschichte, Werke, XIII, 1840-47, s. 34.