- GİRİŞ
Son zamanlarda “Laiklik ilkesi tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi ya Anayasa’dan çıkarılmalı ya da istismarı engelleyecek netlikte tarif edilerek yer almalıdır.” diyenden[1]tutun “Laiklik müşriklik, kâfirliktir.”[2]diyene kadar kimi zaman cehâletten kimi vakit de kasıttan kaynaklanan laiklik itirazı ve şeriat muhipliği moda olmuştur. Bu seslerin kaynağı mezhepçi fıkıhtır. Çünkü saray ve saltanat himayesinde üretilmiş eski zamanların tüm fıkıh külliyatı devrin siyasal muktedirlerinin izni dışına çıkamadığı gibi onları meşrulaştırma çabaları da taşımıştır. Hilâfet ve saltanata dair hükümleri araştıran kimse fıkıh ve hadis külliyatında bunlara bolca rastlar.[3]Mâverdî, ibn-i Ceme’a, ibn-i Teymiye gibi iktidar meddahları; Siyâset-i Şer’iyye ve Mülûk türü kitaplar Arap gelenek ve hukukunu, Arap câhiliye kapitalizmini, yürürlükteki saltanat merkezli sosyo-ekonomik uygulamaları dinleştirme misyonu üstlenmiş ve bu türden hükümlere İslâm şeriatı adını vermiştir. Muktedirlerin iktidarını sağlama alma odaklı şeriat hükümleri, kendi devirlerinin toplum mühendislikleridir. Mezhepler, tarîkâtlar, cemaatlar iktidar-sevici hukuku toplumun kılcal damarlarına taşımış; halkları itaat kültürüyle afyonlamış, biatı karşılık rızaya dayalı sözleşme olmaktan çıkarıp koşulsuzteslimiyet şurubuna dönüştürmüştür.
2.LAİKLİK NEDİR?
Laikliği, dinsizlik diye sunmak cehaletin daniskasıdır.[4] Muâviye’nin Bizans sisteminden aşırdığı saltanat-hilâfetideoloji ve uygulamasıyla Şiilerin Sâsânîlerden miras aldığı imâmet doktrinini İslâmî sayıp laikliği İslâm dışı göstermek ortaokul düzeyindeki İslamcılığın bataklarındandır. Kilise tarihini, bin yıllık engizisyon uygulamalarını, akıl ve bilimin dogma ve tabulara isyanını, reform tarihini, İbn-i Haldun sosyolojisinin Batı’yı etkilemesini, İbn-i Sina’nın Francis Bacon’ın şahsında İngiliz düşüncesini etkilemesini bilmeden din adına laiklik düşmanlığı yapmak cehalet pazarında kâr üstüne kâr elde etmek, İslâm’ı cehâlete yedirmektir. Laiklik altı maddeyle doğru tanımlanabilir:
- Devletin tüm din, inanç, inançsızlık, felsefî görüş ve ideolojiler karşısında hiçbir tarafı tutmadan hepsine eşit davranmasıdır.
- Hiçbir tarikat, mezhep, meşrep, örgüt ve ocağın görüşünün devlet tarafından başkalarına karşı üstün tutulmamasıdır.
c.Her türlü yaşam biçimi, tercih ve inancın herhangi bir ideolojik kıstas, dinsel anlayış ve mezhepsel kabule göre ödüllendirilmemesi ve yasaklanmamasıdır.
- Dînî ritüelleri, tapınak işlerini; dinsel grupların tartışma ve tezlerini; dinci hiyerarşi işlerini, dînî yayın çalışmalarını dinin/mezhebin/tarîkâtın ilgili mensuplarına bırakmaktır.
- Herhangi bir dinsel anlayışın siyâsî, hukûkî ve iktisâdî gücü eline geçirerek kendi ideolojisini hâkim kılacak, diğer dînî yaklaşımları geriletecek, ezecek, yok edecek, kötü gösterecek veya halk üstünde baskı kuracak eylemlerini kamu yönetiminin engellemesidir.
f.Laiklik; Yahûdî, Hıristiyan ve Müslüman şeriatlarına bağlı olmayan hukuk düzenine; Papalık başta olmak üzere dinsel ve Katoliklik başta olmak üzere mezhepsel tüm etkilere kapalı olan siyasal sistemdir. Ahlâk, hukuk, eğitim, ekonomi, politika, sağlık, tarım, hayvancılık, bayındırlık gibi akla gelen her türlü işte pastör, rahip, papaz, rahibe, kardinal, patrik, piskopos, papa; müezzin, imam, vâiz, müftü, Şeyhü’l-İslâm; şeyh (şıh), hoca, şeyh vekili, şeyh halifesi; haham (kohen), başkohen; nirvana, yoga, tövbe, el alma, vaftiz ve itiraf kültürünü karıştırmamaktır.
Laiklikte kişilerin ne kadar dinine bağlı olduğuna değil ne kadar yetenekli ve iş bitirici olduğuna; neye inanıp nasıl yaşadığına değil görev ve sorumluluklarını nasıl yerine getirdiğine bakılır. Bu bağlamda laiklik kamu hizmeti alanını bütünüyle kapsayan ve bireysel hiçbir inanç ve tercihikamusal işlere karıştırmayan bir modeldir.
Yukarıdaki tanımlara baktığımızda laiklik devletin dinler, mezhepler, cemaatler ve tarikatlar arasında tarafsız kalması; birini ötekine yedirmemesi, hepsine yaşam hakkı tanımasıdır. Laik idarede yönetenler bir din, mezhep, cemaat ve tarikat üyesi olsalar bile devletin mutlak tarafsızlığı, hukukun üstünlüğü ve eşitlik ilkesinden asla taviz veremezler. Bürokrasi ve diplomaside görev alanlar ideolojik, dinsel ve mezhepsel kanaatlarine göre değil eşitlikçi kamu hukukuna göre iş yaparlar.
3.LAİKLİKTENE YAPILAMAZ?
- Sünnîler hilafeti getireceğim diyerek Şiîleri baskılayamaz; Şiîler imâmeti getireceğim diyerek Sünnîleri ezemez; Nakşîler Kâdirîleri, Süleymancılar Nurcuları, Alevîler Hanefîleri yok sayamaz; Selefîler tarikatçıların hayat hakkını yok edemez, tarîkâtçılar Selefîlerin özgürlüğünü elinden alamaz.
b.LaikdüzendeHıristiyanlar Müslümanları, Budistler Zerdüştleri, Câferîler Hanbelîleri, Katolikler Ortodoksları, muhâfazakârlar reformistleri, inançsızlar inançlıları, çok tanrıcılar tek tanrıcıları, mezhepsizler mezheplileri, imansızlar imanlıları değersiz göremez; yaşamın dışına atamaz. Câmî, cem evi, kilise, tekke, sinagoggibi tüm tapınaklar eşit şartlarda varlığını sürdürür; bunlardan birine tanınan avantaj tümüne de eşitçe sağlanır. Ancak burada câmiyi diğerlerinden ayırmalıyız. Çünkü câmi gerçekte bir tapınak değildir, fakat tarihsel süreçte tapınağa dönüştürülmüştür. Câmi, Peygamber döneminde toplantı, müzâkere, yönetim, ticaret, düğün, yeme-içme, yatma, ritüel yapma işlevleri olan kompleks bir mekanın adıydı; Yahûdî sinagogu veya Hıristiyan kilisesinin misyon ve pratiğini taşımıyordu. İslâm devrimini dönüştüren mezhepçi saray-saltanatkurumu yani mezhepçi şeriat düzeni mescitleri de gerçek fonksiyonlarının dışına çıkardı. Hatta Sümer, Bâbil, Asur, Hitit, Mısır, Roma, Bizans ve Sâsânîlerin tapınak yarıştırmalarına görkemli camiler yaparak iktidar kibrine alet etti. Durumu kurtarmak için de selâtîn câmîleri[5]adını uydurdu.
c.Laik düzendeki din-devlet ilişkisi İslâm’ın beş şartıyla tam uyumlu bir anlayıştır. Laiklik, İslâm’ın öz malıdır. Bu bağlamda İran’da Şiîliğin Sünnîliğe ve Suudî Arabistan’da Sünnîliğin Şiîliğe, Rusya’da Ortodoksluğun Katolikliğe karşı resmi din görüşü olarak tercih edilmesi; Kuzey Kore’de Tanrısızlığın/inançsızlığın Budizm’e, Yunanistan’da Hıristiyanlığın İslâm’a karşı baskı aracına dönüştürülmesi laik anlayışla uyuşmaz.
d.Laiklik; bilim, felsefe ve sanatı Hıristiyanların Katolik, Protestan, Anglikan; Müslümanların Şafiî, Hanbelî, Mâlikî, Câferîlik, Zeydîlik; Yahûdîlerin Sâmirî, Sadukî, Ferisî ve Essenî mezheplerine karşı korumaktır. Ayrıca düşünce, yaşam ve tercih özgürlüğünü Hıristiyanların Benediktin, Cizvit, Dominiken, Fransisken, Karmelit, Kluni; Yahûdîlerin Hasidî; Müslümanların Nakşî, Kâdirî, Şâzelî, Rufâî tarikatlarına boğdurmamaktır. Bilimsel disiplin, sanatsal üretim ve düşünsel diyalektik çalışmaları Tanrı’nın evliyası, peygamber vekili, Allah dostu, İsa’nın ete kemiğe bürünmüş bedeni, Ali donu giymiş eren gibi karizma verilen kimselerin müdahalesinden korumaktır. Özgün fikirler üretip üretilen düşünceleri özgürce söyleme, savunma ve yaşama yolunda derin devlet, mezhep, din, cemaat, tarîkât; kilise, cami, sinagog ve cem evi korkusu yaşamadan güven içinde haykırmaktır.
- “Görev ve sorumluluğuna dikkat eden, topluma karşı sorumluluk bilinci taşıyan kişi vicdân, akıl ve sağduyu açısından en itibarlı olan kimsedir.”[6] âyetine göre itibar toplumsal bilinç, görevini hakkıyla yerine getirme ve sorumluluk bilincinde aranmalıdır. Âyete göre tanrı fikrine sahip olmak, melek ve şeytan inancına sahip çıkmak, namaz kılıp oruç tutmak kişinin itibarını yükseltmez. Kişiye kıymet kazandıran şeyler sorumlu, bilinçli ve toplumcu bir birey olmaktan geçiyor. Laikliktede üstün insan görev ve sorumluluk bakımından işinde en hassas olandır. İlgili âyet ve laik mantık açısından kimse din-metre, mezhep-ölçer, tarikat-inç, cemaat-ons, biat-litre, sadakat-galon, itaat-beygir gücü ölçüleriyle değerlendirilmez. Herkesin imanı, iman yorumu ve iman pratiği ile inançsızlığı kendine göre değerli ve saygındır.
f.“Tanrı’nın adını kullanarak, Allah rızası için diyerek, dînî söylemler üreterek, kutsalları kullanarak, dokunulmazları öne sürerek sizi aldatmaya, kandırmaya kalkanlara karşı uyanık olun; Allah ile aldanmayın, aldatıcının Allah ile aldatan türüne karşı çok dikkatli olun”[7] âyetinin toplumsal ve siyasal hayattaki emniyet sibobu laikliktir. Çünkü laiklik hiçbir inancınsömürü, politika ve ticari kazanç aracına dönüşmesine izin vermez. Herkes inancını bireysel veya toplu yaşayabilir, ancak hiç kimse inanç gösterisiyle oy devşirme, zenginleşme, mala çökme, makam gasp etme, ihale bölüşme ve toplumu bölüp parçalama işlerine girişemez. Bu hususta laik hukuk gerekli yaptırımları uygular.
Peygamberler teokratik düzen kurmadılar. Teokrasi, Tanrı ve peygamber adına kurulmuş siyasal düzendir. Bu nedenle Allahçılık/Tanrıcılık, peygambercilik yapma anlamına gelen teokrasi Kur’anla uyuşmaz. Bunun en güzel kanıtları Kur’an ve Hz. Muhammed’in model kişiliğidir. Kur’an ve Hz. Muhammed, din devleti değil adâlet toplumu, hukuk düzeni, empati medeniyeti, barış komünü, özgürlük komünü kurmak için çabaladı.
- NANKÖRLER SÛRESİ
“Onlara ‘Ey nankörler, ey gerçekleri saptıranlar! Uğrunda değer üretip eylem sergilediğiniz[8]şeyler için benim de değer üretip eylem ortaya koymamı beklemeyin. Çünkü ne siz benim ürettiğim değer ve eylemlere katılırsınız ne de ben sizin sergilediğiniz eylem ve değerlere katılırım. Bu nedenle ben de sizden bana ait değer ve eylemlere katılmanızı beklemem. Özetle inancım, törem, ritüelim, yaşam biçimim, ahlâk anlayışım, değer yargılarım, doğa ve topluma karşı görev ve sorumluluk duygum, vicdânî ve felsefî yaklaşımım bana ait olduğu gibi seninki de sana aittir. Bu konularda ben sana karışamam, sen de bana laf söyleyemezsin. Herkesin tercihi özüne aittir, herkes kendi layığını bulur.’[9]de.”[10] âyetleri peygamberliğin henüz ikinci yılında Mekke’de kayda geçmiştir. Bu âyetler ileride kurulacak olan Medîne’nin kurucu değerlerini belirleyen manifestolardan biridir. Medîne Sözleşmesi’yle ete kemiğe bürünen değerlerin ilk toplumsal kapsayıcı ilkeleri burada söylenmiştir. Yani özgürlükçü, eşitlikçi ve âdil bir barış toplumu oluşturmanın temelleri bu âyetlerle atılmıştır. Kur’an’ın bütünlüğünden çıkardığım İslâm’ın beş şartı,[11]Mekke’nin rahminde fidan vermiş ve Medine’de meyveye durmuştur. Bu beş şart hiçbir mezhebin savunusu ve tekelinde olmayan, hiçbir tarîkâtın paradigmasını oluşturmayan değerlerdir.
- VEDÂ HUTBESİ’NİN MESAJLARI
Veda Hutbesi’nin kaynak sorunlarını[12] bir yana bırakarak Kur’anla uyumlu mesajlarını dikkate aldığımızda şu maddelerle karşılaşırız:
- Canınız, malınız, namusunuz dokunulmazdır ve her türlü saldırıya karşı koruma altındadır.
- Yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.
- İslâm’a (barış ideolojisi) girmeden önceki sapıklıklarınıza dönmeyin.
- Emanete çökmeyin, emaneti sahibine verin.
- Servet tepeleri oluşturarak toplumda sınıflaşma yaratan her türlü servet birikimi yasaktır.
- Cahiliye âdetleri kaldırılmıştır.
- Kan davaları kaldırılmıştır.
- Kadınlar ile erkeklerin birbirine karşı hakları vardır.
- Tüm barış yoldaşları birbirinin kardeşidir.
ı. Her hak sahibine hakkını verin.
- Her insanın mirasını verin.
- Tâciz, tecâvüz, aldatma ve sadakatsizlik yapmayın.
- Tüm insanlar eşittir.
- Hiçbir kavim, boy ve soy bir başkasından üstün değildir. Üstünlük görev ve sorumluluk bilinci üstün olanındır.
- Vicdanlı, akıllı ve sağduyulu yönetimlere itaat edin.
- Hiçkimse bir yakınının yanlışı nedeniyle suçlanamaz ve cezalandırılamaz.
ö. Kimseyi haksız yere öldürmeyin.
- Hırsızlık yapmayın.
- Hiç kimseyi Tanrı’nın ikizi, ikincisi, benzeri ve eşiti yerine koymayın.
Vedâ Hutbesi’nin iletilerini dikkate aldığımızda demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin ana ilkelerini Hutbe’de görürüz; fakat tarihsel şeriat perspektifini, Arap câhiliye geleneklerini görmeyiz.
6.KİMİNHÜKMÜ?
Laikliğe karşı geliştirilen muhalif argüman“Hüküm Allah’ındır.” ifadesidir. Şimdi bazı sorular soralım:
- “Allah’ın indirdiği ile hükmetmek”[13] mezheplerin fıkhıyla mı hükmetmektir? Hangi mezhebin fıkhı Tanrı’nın kararıdır?
b.Şeriatlar din midir? Şiî ve Sünnî şeriatları farklı olduğu gibi Sünnîliğin Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin şeriat içtihatları çoğunlukla farklıdır. Şiilikte de İmâmiye, Zeydiye, İsmâiliye ve pekçok gulât grubu birbirinden farklı içtihatlara sahiptir. Şeriat deyince “Kimin hangi şeriatı Tanrı’nın rızasına uygun olan şeriattır?” diye sormak zorunda kalıyoruz. Üstelik tüm bu gruplar kendi içtihatlarının doğru şeriat olduğunu savunuyor ve ötekini en hafifinden söylersek dinin tam içinde görmüyor, tam dışına da atmıyor. Fakat ben ne kadar yumuşatarak söylesem de onlar birbirlerini kâfirlikle suçlayarak cehenneme postalıyor, ötekine hayat hakkı tanımıyor. Suudîlerin İran’a ve Tâlibân’ın IŞID’a, Süleymancıların Nurculara, Cüppeli Ahmet grubunun Işıkçılara bakışında bu çarpık şeriat saplantılarını görebiliriz. Bunların herbiri kendilerine özel şeriat tasavvurlarına İslâm şeriatı demekte, kendi dışındakilerin ise insanlığı Peygamber’in yolundan uzaklaştırdığına inanmaktadır. Tüm mezhepçi şeriat borazanlarının fıkhında “Tanrı’nın isteği budur, tek yol bizimkidir, şeriatımıza itiraz edenin kellesi gider; kanı, malı ve karısı helâl olur.” ana fikri vardır. Bu sebeple şeriat düzenlerinin doğasında despotluk, düşünce özgürlüğü düşmanlığı, klikçilik, yürürlükteki geleneksel ve yerel değerlerin savunulması esastır. Bu anlam ve pratiğe sahip şeriatın peşinden gitmek Kur’an’dan fersah fersah uzaklaşmak yanında Vedâ Hutbesi, Hılfı’l-Fudûl eylemleri, Medine Sözleşmesi ve adâlet âyetlerine ihânet etmektir. Yani şeriata karşı gelmek tevhîde sahip çıkmak, Kur’an’ın onurunu sahiplenmek, Muhammedî devrimci dinamizmi inşa etmek; barış (İslâm), adâlet, kıst, hürriyet, paylaşımcı dayanışma (salât), devrim, direniş (sabır) ve güven (iman) toplumu inşa etme yolunda çaba ortaya koymaktır (cihâd).
Fıkıh kitaplarının hükümlerini İslâm sananlara Musâ Cârullah “Allah ‘Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalim-kafirdir.’ demişse Tenvîrlerde,[14]Bezzâziyelerde,[15]Câmiu’r-Rumûzlarda[16]yazılmış hükümleri kastetmemiştir.”[17]diye yanıt verir. Zaten Mâlikî fıkıhçısı Tûfî’ye göre Kur’an’ın muamelât hükümleri[18]maslahata[19] göre değiştirilebilir. Kitap ve sünnetin verileri tüm zamanları bağlamaz, ama tarihsel bir örneklik oluşturur.[20]Tûfî’ye Şâtıbî’nin Makâsıd-ı Şeri’a’sını[21] da eklediğimizde Kur’an’daki muâmelât/ahkâm[22] âyetlerinin değişime açık, değiştirilebilir nitelikte olduğunu; zaman içinde koşulların değişmesi ve toplumsal gelişmişlik düzeyi paralelinde yeni hukuk kurallarının konulabileceği ortaya çıkar. Ancak her üretilen hüküm muhakkak insanlığı daha özgür, daha barışçı, daha ilerici, daha gelişmiş, daha güvenilir yapmalıdır. Her yeni hüküm zamanın elinden tutup zamanın ruhuna seslenmelidir. Ancak yenilikten ürken gelenekçi saray-saltanat fıkhıbida’t kavramına sığınarak zihinsel rönesansı boğmaya çalışmıştır. Özgürlükçü yorumlar biraz başını kaldırınca kelleri alınmıştır.
- SEZAR’IN HAKKI SEZAR’A
“Ferisilerin etkisinde kalan Havârîler, İsa’ya gelirler ve ‘Öğretmenimiz! Tanrı yolunu dürüstçe öğrettiğini, kimseyi kayırmadığını biliyoruz, insanları birbirinden ayırmazsın. Sence Sezar’a vergi vermek Kutsal Yasa’ya uygun mu, değil mi?’ diye sorarlar. İsa da onlara ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya verin.’ der.”[23] Bu yanıtı kendi koşullları içinde değerlendirdiğimizde İsa’nın zekice bir tavrını görürürüz. Roma imparatorluğu ile Yahûdî işbirlikçi yönetim İsa’ya baskı yapıyordu. İsa, “Devlete ve Tanrı’ya karşı sorumluluğunuzu ayrı ayrı dikkate alın.” demek istemiş gibi görünse de gerçekte bu cevabıyla başta Yahûdî Hahamlığı ve Yahûdî devleti ile Roma imparatorluğunun İsa’ya ait görüşlere karışmaması, herkesin kendi işiyle uğraşması, kimsenin başkasına ait alana müdahil olmaması konusunda verilmiş uyarıcı bir yanıttır. Hz. İsa, imalı biçimde “Herkes kendi işine baksın.” dediği için mesajı çok iyi alan Roma ve Yahûdî yönetimi İsa’yı çarmıhta öldürmüştür. Çünkü İsa, imparatorların inanç özgürlüğüne karışmasını istememiş ve egemen düşünceyi reddetmiştir. Tüm tarih boyunca askerî din-tarım devletleri egemen ideolojisine, resmi dinine ve toplumsal mezhebine karşı gelen herkesi düşman ve öteki ilan ederek öldürmekten kaçınmamıştır. Bu uygulama demokratik ve laik olmayan tüm devletler tarihinin ortak karakteridir.
- ATATÜRK’E GÖRE LAİKLİK
Atatürk’ünAhmet Naim ile Kamil Miras’a gibi hadis bilginlerine 12 ciltlik Buhari Tercüme ve Şerhi’ni yaptırması yanında Elmalılı Hamdi Yazır’a tefsir yazdırması Atatürk’ün takdire değer yönleridir. Bu tercümelerin bir önemi de din dili Türkçeleştirilerek din üzerinden rant devşiren kesimlerin ipliğinin pazara çıkarılması olmuştur. Laikliğe giden yolda ilk iş İslâm’ı tarîkât, cemaat, cemiyet ve remi din kurumlarının tekelinden kurtarmak olmalıdır. Çünkü din, bir sınıfın özel imalâthanesi ve tepe tepe kullandığı malzemesi olmuştur. Bu bağlamda laiklik, din tekeli kurma çabalarının, mezhep baskısı yürütme gayretlerinin panzehiridir.[24]
Atatürk “Vicdan özgürlüğü sınırsız ve sataşılmaz, bireyin doğal haklarının en önemlilerinden olarak tanınmalıdır.”[25]demiştir. Buna göre kişisel inanç veya inançsızlık özgürlüğü laikliğin temel değeridir. Atatürk’ün “Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir kimse hiçbir kimseyi ne bir din, ne de mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiçbir zaman siyaset aracı olarak kullanılamaz.”[26]demesiyle laiklik ilkesinden ne anladığını ortaya koymuştur.
Atatürk adına hareket ettiğini iddia eden parti ve derneklerin pekçok alanda yaptığı gaflara ilaveten laikliği tarihsel gerçekliğinden saptırarak bir baskı aracına dönüştürmesi, başörtüsünden namaz ritüeline kadar sorunlar yumağı üretmesi Atatürk adına bir bid’at olan Kemalizm ideolojisinin yanlış pratikleridir. Ancak laiklik konusunda teori ve pratik çelişkisi nasıl üretilmişse İslam ve sosyalizm konusunda da teori-pratik çelişkileri ortaya konmuştur. Kapitalist burjuva düzenine karşı çıkıp sert bürokratikdevlet burjuvası üretmek sosyalist dünyanın çelişkisi olduğu gibi Kur’an’ı insanlığın çözüm reçetesi görüp kölelik ve Arap kapitalizmini İslam diye uygulamak, padişahçı düzenleri şûrâcı sisteme tercih etmek İslam dünyasının çelişkisidir. Sosyalizm“Stalin”izme, İslâm“Muâviye”izme evrilerek iddialarından vazgeçmiştir. Bugün yapılması gereken şey her ikisini de kaynaklarından yeniden yaratarak, ikisinden ontolojik bir sentez üreterek insanlığın sosyolojisine ruh üflemektir.
9.SAİD NURSÎ’NİN YAKLAŞIMI
Hüseyin Cahit Yalçın, Tanin gazetesinde laikliğin Osmanlı için düşünülmesi gerektiğine dair bir yazı yazar. Said Nursi de İslam’ın dünya yaşamını düzenleme konusunda yeterli olduğunu belirten bir cevap yazar. Yazısında “…Çünkü dünya yüzündeki dinler arasında münhasıran İslamiyet’tir ki kendi mensupları için hayatın iki safhasında da hükümleri ebedi kıstaslar koymuştur…En büyük hatanız bizimle hiçbir maddi-manevi münasebeti olmayan menbaları, bizim için uygulanabilir kabul etmeniz, yaşadığımız zamana da bu esaslara göre boyanmış renkli camlarla bakmış olmanızdır.”[27]der. Böylece kendince laikliğin gereksiz bir tercih olacağını vurgular. Ancak Said Nursi’nin içinden geldiğiŞâfiî fıkhına dayalı hükümler veyaEş’ârî akâidi ne kadar İslam’ı temsil eder? İslam, hangi mezhep ve tarîkâtın temsil ettiği dünya ve âhiret gerçekliğini yansıtır? Said Nursî, derinliği olmayan, tarihsel analizden uzak, pratikte sınıfta kalmış bir geleneği İslam diye önümüze koyup savunmayazısı yazmıştır. Önyargı, Said Nursî gibi bir zekâyı ne hale getiriyor. “Akıl ve nakil taarruz ettikleri vakitte akıl asıl itibar ve nakil te’vil olunur fakat o akıl, akıl gerektir.”[28]cümlesiSaid Nursî’nin öne çıkardığı Sünnî şeriatın değil, Sünnîliğe göre sapıklık olarak nitelenen Mûtezile mezhebinin içtihadıdır. Bu durum Said Nursînin vicdanı ile mezhepçi tarafının çelişkiye düşmesidir. Yani hem geleneksel askerî din-tarım imparatorluklarının pratiği ve zulümler tarihini, mezheplerin kanlı çatışmalarını, tarîkâtların çoklu Tanrı fikrine giden vahdet-i vucut ile vahdet-i mevcut görüşlerini toplumsal sorunlara çözüm adresi göstermek gerçeğe gözünü yummaktır.
Said Nursî, laiklik konusunda düştüğü çelişkiye benzer ikilemiİçtihat Risalesi’nde de yapar. Orada “İçtihat kapısı açıktır, ama şunlar olursa açıktır.” mealinde sözler sarf ederek kapıyı kapatır. Bu tavır tipik bir Sünnî âlimin kaçamaklı ve nassı dokunulmaz kabul eden tabusudur. Elbette bilgi, tecrübe ve araştırma ile donanmış akıl her alanda olduğu gibi akıl-nas çatışmasında -kendisinin de doğru tespit ettiği gibi- aklın doğrultusunda nassı yorumlayacaktır.
Said Nursi, laikliğin dindarlara baskı aracına dönüşmemesi ve dine yokmuş gibi davranmamasını ister. Bu talep bile Said Nursî’nin laikliği gerçekten anlamadığına, bu kavrama önyargıyla baktığına kanıttır.[29]Ancak teokratik rejimi “Ruhbanlara kayıtsız şartsız teslimiyet ve körü körüne taklit, papazların ve ruhani reislerin riyaset ve tahakkümleri” diye nitelemesiyle tarihsel gerçekliği onaylar.Fakat Batı’daki teokrasi için yaptığı eleştirel yaklaşımı Doğu’nun askerî din-tarım imparatorlukları için yapmayarak ikircikli yaklaşımını korur.[30]
Said Nursi, yaptığı bir mahkeme savunmasında “Laik Cumhuriyet, dini dünyadan ayırmaktır. Yoksa dini reddetmekve bütün bütün dinsiz olmak olmadığını biliyoruz. Laiklik dina karşı tarafsız kalmaktır.”demesi yanında “Laik Cumhuriyet’i soruyorsanız ben biliyorum ki laik manası tarafsız kalmak, yani vicdan özgürlüğü düstüruyla dinsizlere ve sefahatçilere[31] ilişilmediği gibi dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet anlarım.” der.[32]Bu sözler said Nursî’nin laikliği sonradan doğru anladığını, laikliğin “tarafsızlık, vicdan özgürlüğü, kişisel inançlar ile kamu yönetiminin birbirinden ayrılması, dinin red ve inkar edilmemesi” demek olduğunu itiraf eder. Onun doğru tespitlerine rağmen Nurculuk adlı cemaatin tüm ekolleri maalesef şeriat-ı garrâ (parlak şeriat) sloganıyla ütopik bir cennet şeriatını özlemekte ve laikliği sağlıklı analizden geçirip içselleştirmekten uzak durmaktadır.
10.SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY
Ankara İlahiyat Fakültesi’nin felsefe hocası S. Hayri Bolay laikliği ele aldığı maddesinde “…temelde dinden bağımsız yaşamak değil, Kilise teşkilatına mensup olmamak,[33] dünyevî bir hayat sürmek, Kilise’nin öğretilerinden bağımsız düşünebilmek demektir.”[34]diye tanımlama yapar. Batı’da din ve Tanrı kilisenin tekelinde olduğundan kiliseden bağımsız bir Tanrı tasavvuruna sahip çıkmak Tanrı inkârı sayıldığından laiklik dinsizlik olarak nitelendirilmiştir. Osmanlı ve İslâm dünyasında da din mezhepler ve tarîkâtların tekelinde olduğundan bunların hegemonyasını kıran laiklik din dışılık olarak nitelendirilmiştir. Çünkü devrin iktidarları itaatkâr ve pasif bir halk üretimini mezhep ve tarîkât ekolleri üzerinden yürüttüğünden bunların kontrolü dışına çıkan din anlayışları, özellikle bireysel bağımsızlık kazandıran özgür dindarlık modelleri egemenler tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır.
[1] Resul Tosun, Star gazetesi, 12 Eylül 2021.
[2]Timurtaş Uçar Hoca adlı geleneksel din kültürü savunucusunun bir vaazını içeren ve onun Gazâlî’yi kaynak göstererek savunduğu“Her laik müşriktir, her müşrik laiktir.” başlıklı youtube kaydı.(10 Kasım 2015)
[3] İbrahim Sarmış, Şûrâdan Saltanata Teokrasiye ve Laisizme, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2010.
[4]Daniska: Uydurma söz/haber, yüksekten atıp tutma,laf kalabalığı, palavra.
[5] Sultanın emriyle yapılan câmiilere selâtîn câmii denir. Bunlar çok gösterişli olur. Amaç düşman çatlatmak, iktidarın zenginliğini göstermek, halkta saraya karşı korku ve hayranlık uyandırmak amaçlarını taşır. Bursa’da Ulu Câmii, Edirne’de Selimiye Câmii; İstanbul’da Fatih, Süleymâniye ve Eyüp câmiileri; Şam Emevî Câmii gibi.
[6] Hucurât, 13/İnne ekrame-kum ‘inde’l-lâhi etgâ-kum
[7] Fatır, 5/Ve lâ-yeğurranne-kum bi’l-lâhi’l-ğarûr(u)
[8] Mâ-ta’budûne
[9] Le-kum diynu-kum veliyediny(e)
[10] Kâfirûn, 1-6.
[11] Namık Kaya, İslam’ın Beş Şartı, adilmedya.com/16.02.2021.
[12] Fidan Orhan, İlk Dönem Hadis ve İslam Tarihi Kaynaklarında Veda Hutbeleriyle İlgili Rivayetlerin Değerlendirilmesi, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Hadis Bilim Dalı, Doktora Tezi, Diyarbakır, 2018.
[13] Mâide 44-45, 47.
[14] Muhammed Emin İrbilî, Tenvîru’l-Kulûb, Çeviren: Mehmet Ali Arslan, Mütercim Yayınları, Batman, 2017.
[15] Bezzâzî, el-Fetâvâ’l-Bezzâziyye (Hanefî fıkıhçısı Bezzâzî’nin ünlü fıkıh kitabı)
[16]Şemseddîn Muhammed el-Kuhistânî, Câmiu’r-Rumûz (Hanefî mezhebi fıkıhçılarından Tâcü’ş-Şerîa’nın Vikâyetü’r-Rivâye’sine Sadrü’ş-Şerîa’nın yazdığı en-Nukâye adlı özet eserin şerhidir.)
[17] Musa Carullah, Rahmet-i İlahiye Burhanları, 84.
[18] Hukuki, idârî ve mâlî işler
[19] Toplumun yararı
[20] Yaşar Nuri Öztürk, Laiklik, Yeni Boyut Yayınları, Aklın Laiklik Açısından Önemi, İstanbul, 2003.
[21] Hukuk kararlarında amacı dikkate alarak karar vermek. Bu nedenle metni amacın gerçekleşmesine uygun biçimde yorumlamaktır.
[22]Ahkâm: Hükümler, yasal kararlar
[23] İncil, Matta, 22: 21, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul, 2014.
[24]Panzehir: Zehrin etkisini ortadan kaldıran madde. Virüse karşı anti-virüs gibi.
[25] Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, TTK Yayını, s.470; Prof.Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.192.
[26] Ali Kılıç, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1955, Sel Yayınları, s.57; U.Kocatürk, a.g.e., s.192.
[27] Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri, 6. Cilt, Halk Matbası, İstanbul, 1967.
[28] Said Nursi, Muhakemât, Tenvir Neşriyat, İstanbul, 1988.
[29] Said Nursi, Sadeleştirilmiş ve Açıklamalı-Nüsha Karşılaştırmalı Emirdağ Lahikası, 2. Cilt, Mutlu Yayıncılık, İstanbul, 2011.
[30] Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, Envar Neşriyat, İstanbul, 2010.
[31]Sefahât: Zevk ve eğlence düşkünlüğü, keyifçilik, eğlence ve zevk almada sınır tanımama.
[32] Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Sözler Neşriyat, İstanbul, 1996.
[33] Ruhban olmamak
[34] Süleyman Hayri Bolay, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, Laisizm Maddesi, 9. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004.