“Kutsal yerler” denen mefhumun aslı/kaynağı/esâsı:
Hayâta saygı, hayâtı korumak ve yüceltmektir.
Meselâ Kâbe’de/Hac’da; yaş bitki, böcek öldürmemek, hayvanları
ürkütmemek, kimseye incitici söz söylememek temel kuraldır. (Mâide
Sûresi 95. âyet, ilgili hadis için bkz.Buhârî Cenâiz 77, II, 95)
Maksat bu bilincin insanlığı/hayâtı yüceltmesidir.
Bu gerçek, insanları barış, şiddetsizlik, adâlet, merhâmet, zayıfı, çâresizi
koruma ilkelerinin bulunduğu/yaşandığı her yeri kutsal görme idrâkine
doğrudan götürmeliydi.
Yâni mekânları kutsal yapan şey, oraların târihsel/metafizik anlamından
da önce hayâta değer vermenin, hayâtı tüm canlılar için güzel
kılmanın/hayâta saygılı olma bilincinin kendisidir, varlığıdır.
O mekânlarda bu şuurdan yoksun gezip eve dönmenin ve bunun
sağladığı “titr” ile böbürlenmenin, eski tarafgir, ayrımcı, agresif
zihniyetine devâm etmenin boşa para harcamak, boş boş gezmekten
başka hiçbir anlamı yoktur.
Gidilen yabancı yerlerdeki/ülkelerdeki/coğrafyalardaki iyi, hayâtı yücelten
tavır, davranış, uygulamaları saygıyla karşılama erdemi yerine “öteki”
diye damgalayıp yok saymanın, diş bilemenin, ne bu zihniyetin sâhibine
ne de inandığını söylediği dîne bir faydası vardır.
Yabancı bir ülkeye gidildiğinde sorulması gereken doğru soru şu:
“Burada insânî olan neler var ve takdir etme erdemini nasıl
gösterebilirim?”
Şu değil:
“Bunlar kâfir, bunlara ne kötülük etsem de acaba burda hayâtı yaşanmaz
hâle getirsem?”
İyi olan değerleri birileri bulduysa onlardan öğrenip yapabiliyorsan daha
iyisine de ulaşmalısın. Hayâtı yukarı çekmenin ve insanlık kervanında
öne geçmenin tek ve en iyi yolu budur.
Gerçi öne geçme mantığı da bir başka yanlış. Ancak burada bahsettiğim
zihniyetin hayâtı rekâbet üzerine kurulu olduğu için bu örnekleme belki
daha açıklayıcı olacaktır.
“Rekâbet zihniyetini aşan idrak” ise başka bir yazının konusu. O nedenle
şimdilik bu kadar açıklama ile yetineceğim.
Hepimize, hayâtı aziz sayıp yücelten, tarafgirliği aşan temiz bir gönül,
Ramazan ayının hayır, aydınlık ve “bilincini” diliyorum.