CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan ile yaptıkları görüşmede kendisine beş somut öneri götürdüklerini söyledi:
1) Seçim barajı indirilsin; 2) Özel yetkili mahkemeler kaldırılsın; 3) Devletin bölgede fabrika kursun; 4) Et Balık Kurumu yeniden güçlendirilsin; 5) Mayınlı araziler temizlenerek topraksız köylülere verilsin.
Bu önerilerin herbirinin hayata geçirilmesinin ülkenin hayrına olacağı kesindir, ancak; bunlar ve benzeri öneriler Kürt sorununun ve buna bağlı olarak PKK sorununun çözümüne en fazla katkıda bulunabilirler. Çözümün kendisi içinse daha bütüncül bir perspektif ve strateji gerekir.
Hükümet yaklaşık bir yıl önce açılım için start verdiğinde, işte bu türden bir yaklaşımın nihayet hayata geçirileceği ümidiyle toplumun hatırı sayılır bir bölümünde belli bir heyecan yaratmıştı. Fakat Habur’la birlikte yaşanan krizler, hükümetin bu krizleri yönetememesi ve PKK’nın şiddetini yeniden tırmandırmasıyla birlikte silbaştan yaptık. Sonuçta yıllardır dile getirilen ve tartışılan “terörle mücadelenin profesyonel güçlere devri”, “istihbaratın her bakımdan güçlendirilip tek elde toplanması”, “bölgenin ekonomik açıdan kalkındırılması” gibi önermeler yine önümüze konulmak isteniyor.
Geçeklerle yüzleşememe
Ülkemizdeki mevcut siyasi sistemin ve onun etkisi altındaki kamuoyunun Kürt sorununda sahici çözüm üretememesinin altında gerçeklerle yüzleşmeme, yüzleşememe, yüzleşmek istememe yatıyor. Peki nedir bu gerçekler? 21 Mart’ta Diyarbakır’da yapılan Nevruz kutlamalrının ardından Vatan’da peşpeşe iki yazı yazdım. Bu yazıları kaleme alırken kendimi epey kontrol etmeye çalışmış ve bazı tespitlerimi, gereksiz reflekslere sebep olmamak için dolayımlı bir şekilde dile getirmiştim. Ancak konuyla yakından ilgili kişi ve çevrelerin meramımı çok iyi anlamış olduğunu çeşitli vesilelerle öğrendim.
Türkiye’nin gerçekten kritik bir aşamaya doğru evrildiği bir dönemde olabildiğince özgür, diğer bir deyişle olabildiğince az otosansürlü konuşmak gerekiyor. Bu nedenle Nevruz izlenimlerimi biraz daha açarak tekrar tartışmaya sunmak isterim. O gün Diyarbakır’da yıllardır resmi yetkililerin ağzında sakız olmuş “teröristle halk arasında ayrım yapmalıyız” sözünün artık pek bir anlamı kalmadığına şahit olmuştum. Devletin ve Batı’daki kamuoyunun “terörist” dediğine Nevruz’a katılan yüzbinlerce kişi “özgürlük savaşçısı”, “teröristbaşı” dediğineyse “halk önderi” muamelesi yapıyorsa ve bundan da korkmuyorsa birçok eşik çoktan aşılmış demektir.
Kürt milliyetçiliğinin doğuşu
Bütün bunlardan nasıl bir sonuca varabiliriz? Benim iddiam şu: Ülkemizde Kürt milliyetçiliğinin inşası bir şekilde tamamlanmıştır. Evet, bu milliyetçilik Kürt kökenli vatandaşların hepsinde baskın eğilim olmayabilir; özellikle İslami grup ve cemaatlere yakın olan kesimlerde dini muhafazakârlık daha fazla öne çıkıyor fakat onların da bu milliyetçi dalgaya kayıtsız kalmadıklarını, Kürt kimliklerine geçmişe nazaran daha fazla sahiplendiklerini görüyoruz.
Dolayısıyla, Türkiye’yi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar, öncelikle bu Kürt milliyetçiliği olgusuna karşı nasıl bir pozisyon aldıklarını ve alacaklarını açıklamak durumundalar. Bu milliyetçiliği yok mu sayacaklar, onun belini kırmayı mı hedefleyecekler ya da bu gerçeği kabullenip yeni bir Türkiye inşa etmeye mi yönelecekler?
1) Seçim barajı indirilsin; 2) Özel yetkili mahkemeler kaldırılsın; 3) Devletin bölgede fabrika kursun; 4) Et Balık Kurumu yeniden güçlendirilsin; 5) Mayınlı araziler temizlenerek topraksız köylülere verilsin.
Bu önerilerin herbirinin hayata geçirilmesinin ülkenin hayrına olacağı kesindir, ancak; bunlar ve benzeri öneriler Kürt sorununun ve buna bağlı olarak PKK sorununun çözümüne en fazla katkıda bulunabilirler. Çözümün kendisi içinse daha bütüncül bir perspektif ve strateji gerekir.
Hükümet yaklaşık bir yıl önce açılım için start verdiğinde, işte bu türden bir yaklaşımın nihayet hayata geçirileceği ümidiyle toplumun hatırı sayılır bir bölümünde belli bir heyecan yaratmıştı. Fakat Habur’la birlikte yaşanan krizler, hükümetin bu krizleri yönetememesi ve PKK’nın şiddetini yeniden tırmandırmasıyla birlikte silbaştan yaptık. Sonuçta yıllardır dile getirilen ve tartışılan “terörle mücadelenin profesyonel güçlere devri”, “istihbaratın her bakımdan güçlendirilip tek elde toplanması”, “bölgenin ekonomik açıdan kalkındırılması” gibi önermeler yine önümüze konulmak isteniyor.
Geçeklerle yüzleşememe
Ülkemizdeki mevcut siyasi sistemin ve onun etkisi altındaki kamuoyunun Kürt sorununda sahici çözüm üretememesinin altında gerçeklerle yüzleşmeme, yüzleşememe, yüzleşmek istememe yatıyor. Peki nedir bu gerçekler? 21 Mart’ta Diyarbakır’da yapılan Nevruz kutlamalrının ardından Vatan’da peşpeşe iki yazı yazdım. Bu yazıları kaleme alırken kendimi epey kontrol etmeye çalışmış ve bazı tespitlerimi, gereksiz reflekslere sebep olmamak için dolayımlı bir şekilde dile getirmiştim. Ancak konuyla yakından ilgili kişi ve çevrelerin meramımı çok iyi anlamış olduğunu çeşitli vesilelerle öğrendim.
Türkiye’nin gerçekten kritik bir aşamaya doğru evrildiği bir dönemde olabildiğince özgür, diğer bir deyişle olabildiğince az otosansürlü konuşmak gerekiyor. Bu nedenle Nevruz izlenimlerimi biraz daha açarak tekrar tartışmaya sunmak isterim. O gün Diyarbakır’da yıllardır resmi yetkililerin ağzında sakız olmuş “teröristle halk arasında ayrım yapmalıyız” sözünün artık pek bir anlamı kalmadığına şahit olmuştum. Devletin ve Batı’daki kamuoyunun “terörist” dediğine Nevruz’a katılan yüzbinlerce kişi “özgürlük savaşçısı”, “teröristbaşı” dediğineyse “halk önderi” muamelesi yapıyorsa ve bundan da korkmuyorsa birçok eşik çoktan aşılmış demektir.
Kürt milliyetçiliğinin doğuşu
Bütün bunlardan nasıl bir sonuca varabiliriz? Benim iddiam şu: Ülkemizde Kürt milliyetçiliğinin inşası bir şekilde tamamlanmıştır. Evet, bu milliyetçilik Kürt kökenli vatandaşların hepsinde baskın eğilim olmayabilir; özellikle İslami grup ve cemaatlere yakın olan kesimlerde dini muhafazakârlık daha fazla öne çıkıyor fakat onların da bu milliyetçi dalgaya kayıtsız kalmadıklarını, Kürt kimliklerine geçmişe nazaran daha fazla sahiplendiklerini görüyoruz.
Dolayısıyla, Türkiye’yi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar, öncelikle bu Kürt milliyetçiliği olgusuna karşı nasıl bir pozisyon aldıklarını ve alacaklarını açıklamak durumundalar. Bu milliyetçiliği yok mu sayacaklar, onun belini kırmayı mı hedefleyecekler ya da bu gerçeği kabullenip yeni bir Türkiye inşa etmeye mi yönelecekler?
Vatan