مَلِكِ النَّاسِۙ [1]İnsanların kralı, mağaradan uygarlığa çıkan türün yöneticisi” âyetinde görüldüğü gibi melik, Arapçada “yönetim gücünü elinde tutan” demektir. Modern demokrasi öncesi çağlarda bu tanım sadece kral/padişah/sultanın kişiliğindeki erki anlatırdı.[2] Ancak günümüzde tüm yönetim erkleri, türleri ve güçlerini anlatır.
الْمُلْكُۜ “Mülk”, emir vererek ve yasak koyarak yönetmeye denir.[3] Yani siyasal güç sahibi olma ve halk üzerinde egemenlik yetkisine sahip bulunma “mülk” kelimesiyle anlatılır. وَجَعَلَكُمْ مُلُوكًاۗ [4] “Sizleri kral yaptı, içinizden krallar çıkardı. Emir verme ve yasak koyma yetkisine sahip yöneticiler çıkarmanıza fırsat verdi.” âyeti insanlar içinde emir veren ve yasak koyan yöneticilerin tarihsel süreç içinde krallıklar biçiminde ortaya çıktığını vurgular. Ancak Kur’ân, yöneticilerin kendilerinde gördükleri kayıtsız şartsız yönetim yetkilerini لَهُ الْمُلْكُۜ “Mülk Allâh’ındır, politik ve ekonomik egemenlik kimsenin tekelinde değildir, siyasal güç ve egemenlik Tanrı’nındır, iktidâr gücü toplumundur, kamunun üstünde bir iktidâr gücü olamaz, insan topluluğunun iradesine ters bir iktidâr gücü olamaz.“[5] diyerek sınırlandırır. Ayrıca لَهُ الْمُلْكُۜ “Lehu’l-melik” diye okuduğumuzda “Krallık, sadece Tanrı’ya aittir. Kimse kimseye krallık yapmaya kalkmasın.” âyeti insanların yeryüzünde krallıkla değil şûrâ ile yönetilmesi gerektiğini belirten اَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ [6] “İşlerini ortak akılla, arı gibi görev ve sorumluluk yüklenerek çözerler, kendi kafalarına göre takılmazlar. ‘Ben yaptım, oldu.’ demezler.” âyetine de gönderme yapar. Krallık geçmiş askerî-tarım imparatorluklarının yaygın bir yönetim şekliydi. Ancak buna rağmen Tanrı, krallık ve onun yetkisini kendine, yani topluma devrediyor. Bir şeyin Tanrı’ya ait olması o şeyin hiç kimseye ait olmaması, herkese ait olması, kimsenin özeli olmaması, kamuya ait olmasıdır. Örneğin “Kâbe Allâh’ın evidir.” demek Kâbe’nin tüm insanlara ait oluşunu, hiçbir devlet, halk ve inanç mensubuna ait olmayışını anlatır. Siyasal yönetim biçiminin tek taraflı, tek yetkili, sorumsuz, istediğini istediği gibi yapan, hukuk ve siyâseti kendi hesaplarına göre kanalize eden bir yönetim anlayışının olamayacağını Kur’ân başta لَهُ الْمُلْكُۜ lehü’l-mülk ibaresiyle dillendirir. Bu bağlamda Suudî Arabistan devletinin hem yönetim biçimi hem de hac ve umre için aldığı paralar Kur’an açısından sorgulanmaya muhtaçtır. Çünkü bu modern Emevî krallığı, kendini Kur’an’ın takipçisi olarak reklam etmektedir.
وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ [7] “Gökler ve yerin mirasçısı sadece Tanrıdır. Tanrı’dan başka hiçkimse evren ve Dünya’nın sahibi değildir, evren ve Dünya sadece Tanrı’ya kalacaktır. Kimse evren ve Dünya’nın kendi yakınları, yandaşları ve çocukları arasında paylaşılacağını hesap etmesin.” âyeti mülkiyette tam ortakçılığı öne çıkarmaktadır. Çünkü Dünya’nın siyasal ve ekonomik değerlerinin Tanrı’ya ait olması ve Tanrı’ya kalması, tüm siyâset ve iktisat kurumlarının topluma/kamuya ait olması ve toplumsal dönüşüm gereği birilerinden başkalarının ellerine geçmesi demektir. Siyâset ve iktisat kurum ve imkânlarının daima el değiştirmesi, hiçbir birey, âile, sınıf, grup, din, mezhep, tarîkât ve partinin elinde olmamasını gerektirir. İlgili âyeti وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ [8] “İnsan için sadece emeğiyle kazandığı vardır, insanın emeği dışında bir alacağı yoktur.” âyetiyle birleştirdiğimizde herkesin çalışması ve emek vermesi dışında kimseye bir şey verilmemesi dile getiriliyor. Kur’an’a göre emek vermeden yemek istenilmez, çalışmadan not alınmaz, ter dökmeden ekmek yenilmez. Yani fabrika, tarla, bağ, bahçe, göl, deniz, ırmak, çay, okyanus, maden, orman, banka, ağaç, ev, otel, sahil, araba ve hayvan mülkiyeti topluma/kamuya ait olacak. İnsan bunları elde etmek için özel bir çaba ortaya koymayacak. Kamu düzeni bunları insanların hizmetine sunacak. Ancak insan bunlardan çalıştığı kadar yaralanacak. Örneğin çok çalışanın tatil hakkı daha fazla olacak, bindiği araç daha üst model olacak. Ama emekçi kişi ne aracın ne de otelin sahibi olacak. Bunların sahibi kamu/toplum olacak. Kamu yönetimi ise eşitlik ve adalet çerçevesinde bu işleri organize edecek.
Tanrı kendini الْمَلِكُ الْحَقُّۚ “En gerçek emri veren, en gerçekçi yasağı koyan, en gerçek kral, en gerçek yönetici.”[9] diye tanımlar. Tanrı, somut bir varlık olmadığı; herkesi, kamuyu, hiç kimseye ait olmamayı içerdiği içinالْمَلِكُ الْحَقُّۚ tamlamasından hiçbir yönetici toplumdan, halktan üstün değildir anlamı çıkar. Yani Atatürk’ün de yinelediği “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” özdeyişi Kur’ân’ın mülk anlayışına tastamam uyar. مُلُوكًاۗ Melikler toplum adına yetki kullanırken gerçek yetki ve güç kaynağının toplum olduğunu unutmamalı, halkla birlikte emir ve yasaklar koymalıdır. Bu durum tekçi ve baskıcı yönetim biçimlerini reddeder; şûrâyı zorunlu hale getirir. Kur’ân yönetim paylaşımı ve ülke servetlerinin kullanım ilkesini pekçok âyetinde dile getirir.
لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ [10] “Devletin serveti, ülkenin varlıkları, toplum emeğininin ürünü olan para ve sermaye sadece zenginden zengine gitmesin, zenginler arasında dolaşmasın. Sadece zenginlere hizmet eden ekonomik çarka çomak sokun.” âyeti sermaye, para, servet ve zenginliğin tekeller, troller, zengin kulüpleri, zenginler ve burjuvazi arasında dolaşmasına karşı Müslümanları mücâdeleye çağırır. Bir yerin İslâm yurdu olması cami, mescit, Kur’an kursu, imam, müezzin, müftü, vâiz, cemaat, tarîkât sayısıyla; ezan okunması, başörtüsü, peçe, sakal, takunya, cüppe ve şalvarla ölçülmez. Adâlet, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, barış, direniş, sevgi, paylaşım, dayanışma ile ölçülür. Zengin-yoksul sınıfların yaygınlaştığı bir toplum, İslâm toplumu değil, eşitlikçi İslâm’ın hasmı olan inkâr düzeni olur.
وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ [11] “İnsanların malları üstünde hakkınız olmayan payları almaya çalışmaktan vazgeçerseniz, borcun ana parası üzerine haksız biçimde borç eklemeyi bırakırsanız ana paranızı alabilirsiniz. Böyle davrandığınızda gerçeği ne siz gizlersiniz ne de başkası gizleyebilir.” âyeti mevcut faizci ekonomik düzene karşı cephe alır. Ekonomik eşitsizliği ayakta tutan en güçlü araçların başında faizci ekonomik sistem gelir. Kur’an’a göre devletlerin batması, halkların açlığa mahkum olması ve toplumsal kaosların çıkmasında yönetim erklerinin zulümleri, egemenlerin hırsızlıkları ve faizci ekonomik sistem suç ortaklarıdır.
Kur’an’dan bakıldığında yönetimlerin emperyalist emelleri ve derin çıkar ilişkileri çeşitli sloganik güzellemelerle çarşafa sarılamaya çalışılsa da bir Kur’an Müslümanı sloganların değil ilkeler ve gerçeklerin peşinden gider. Bir söze bir de söyleyene bakar, Kur’an ve Hz. Muhammed’den yola çıkarak muhalif tavrını veya desteğini ortaya koyar.
[1] Nâs, 2/Meliki’n-nâs(i)
[2] Erk: Yapabilme gücü, edebilme kuvveti; sözünü geçirebilme, yaptırım (zorla yaptırma) uygulayabilme gücü. Canlılarda yeni bir nesli üretebilme güç ve özelliği olan varlığa “erkek” denir.
[3] el-Müfredât, m-l-k maddesi
[4] Mâide, 20/Ve ce’ale-kum mulûk(en)
[5] Zümer, 6/Lehu’l-mülk
[6] Şûrâ, 39/Emr’u-hum şûrâ beyne-hum
[7] Hadîd, 10/Ve li’l-lâhi mîrâsu’s-semâvâti ve’l-arz(i)
[8] Necm, 39/Ve-en leyse li’l-insâni illâ mâ se’â
[9] Mu’minûn, 116/Meliku’l-hak
[10] Haşir, 7/Lâ yekûne dûleten beyne’l-ağniyâ-i min-kum
[11] Bakara, 279/Ve in tub-tum fe-lekum ruûsu emvâli-kum lâ-tazlimûne ve lâ- tuzlemûn(e)