- An-Arşi
Anarşi, Türkiye’de bilinçli biçimde öcü kelimelerden biri yapılmış ve doğru biçimde öğrenilmesinin önüne geçilmiş kavramlardan biridir. Laiklik, feminizm, sendikacılık, komünizm ve sosyalizm sağ iktidârlar tarafından ne kadar saptırılmışsa anarşizm de aynı âkıbete uğratılmıştır. Sağcı politik zihniyetin çok kullandığı proje lafını en iyi sol terminolojinin çarpıtılmasında görürüz. Sol’un İslam ile bağının olmadığı, sol’un ateizm dışında bir şey olmadığı ve sol’un İslâm’ı ortadan kaldırmak isteyen bir din düşmanlığı olduğu, vatanı satanların solcu olduğu yutturmaları için çabalayan politik ve dinci ekipler sol literatürden[1] nefret ederler. Çünkü sol demek din, vatan, kutsal gibi değerlerin kullanılmasını engelleyen sorgulamalar yapmak; adâlet ve özgürlük için topluca ayağa kalkmak, eşit ve dengeli toplum var etmek için direnişe geçmek; gelenekler ile yönetimin baskılarına karşı birlikte başkaldırmak, toplumu ezen-ezilen biçiminde düzenleyen siyasal, ekonomik ve dinci sınıflamaya karşı mücâdele vermek; açlık ve yoksulluk sınırı yükselirken birden çok maaş alan dinci azınlığı sorgulamak, devletin imkânlarını yandaş ve yalakalarla birlikte yiyenlere karşı plânlı ve topluca direnmek; halkı mezhepler ve soy ağacına göre ayrıştırıp halkın arasına derin düşmanlıklar sergileyen bölücülüğe karşı çıkmak; tüm dil, inanç ve inançsızlıklara eşit haklar vermektir. Sağcı tarîkât-mezhep mensuplarının kapitalizme abdest aldırarak halkı dinci-ırkçı sömürünün âletine dönüştürebilmesi için halkın sol’dan nefret ettirilmesi gerekir. Zirâ sağcılık afyonuyla uyutulan halk İslâm’ın sol damarından asla haberdâr olamayacak ve yüzyıllardır sürdürdüğü uykusuna devam edecektir. Bu arada kendini sol diye pazarlayan kimi politik kurumlar gerçekte sol değildir. Onlar da laikliği gerçek anlamından saptırmış[2] ve uydurdukları laiklik hurafeleriyle dincileri dövmeye çalışıyorlar. Hurafeci laikler ile mezhepçi-tarîkâtçı dinciler arasında hiçbir fark yoktur, bunlar tersinden birbirini tekrar eden gruplardır. Dahası sözde düşman kardeşlerdir.
Bu bağlamda dinci ve dincilik özellikle dikkat edilmesi gereken bir kavramdır. Dincilik, Kur’âncılık değildir; dincilik, dini kullanarak toplumda üstünlük kurmak, zenginlik-yoksulluk sınıfları oluşturmak, torpil kapıları açmak, eleştiri ve sorgulamadan kaçmak, hesap vermekten kuyruğunu kurtarmak için dinin söylemlerine sığınmak ve dini olabildiğince çarpıtmaktır. Bunu yaparken de toplumun câhilliğinden olabildiğince yararlanmaktır. Bir dinci bu nedenle solcudan, solcu Müslümandan ve İslâmî sol’dan şiddetle nefret eder. Çünkü solcu bir Müslüman, İslâm’ı sağcılığın kokuşmuş düzenine malzeme yapanlara karşı tek gerçekçi muhâlefettir. Bu nedenle sağcı-dinci kesim, elinden geldiği kadar sol ile İslâm’ın arasını açık göstererek kendine kanıt aramaya çalışır. Solcular içindeki din câhillerini de kullanan sağcı-dinci zinhiyet, bu câhilliği genel bir cehâlet ve düşmanlık olarak göstermekten pek keyif alır.
Sol’un devrimci itirazlarını barındıran Kur’an’ın anti-sağcılık üzerine binâ edilmiş bir kitap olmasına rağmen elçi Muhammed’den sonra sağcıların elinde kullanılan, ötekileştirme aracına dönüştürülen ve halkları bölüp düşmanlaştıran bir objeye dönüştürülmesi oldukça ironik bir gerçekliktir.
- Kur’ân’ın Anarşist Komünal Düzeni: Ümmet-i Vâhid(e)
Anarşizm “yönetimsiz(lik), yöneticisiz(lik)” demektir. Yöneticilerin ve yönetimin olmadığı bir düzen demektir. Yani siyasal bir yönetim gücünün olmaması anlamına gelen Yunanca an (-sız) ve archos (yönetici, yönetim) biçiminde oluşmuş bir kelimedir. Her koşulda her türlü otorite baskısını reddetme, birey ve toplumların kendi kendini iktidâr araçları kurmadan yönetebileceğini kabul etme, devletsiz ve şiddetsiz bir toplum kurma fikridir. Anarşist düşünür Proudhon, “Mülkiyet (ekonomik ve siyasal iktidar) hırsızlıktır.” derken birilerinin başkalarının özgür ve bağımsız olma hakkını elinden aldığını ve bu hak gasbını kânun adıyla yaptığını söylemek ister. Anarşizmde birey özgürlüğü, dogmatizm[3] karşıtlığı ve devrimcilik en temel özelliklerdir. Anarşistler Rus Bolşevik devrimine de karşıdır, çünkü devlet fikrine karşıdır. Yasasız ve devletsiz bir ahlâk düzeni olabileceğini savunurlar. Devrimci, kooperatifçi, boykotçu, şiddet yanlısı ve evrimci yöntemleri benimseyen akımları vardır. 1880’li yıllarda Avrupa’da ücretli işçiliğin kaldırılması, ihtiyaca göre paylaşım yapılması ve devletsiz ama kolektif çalışarak üreten bir toplum oluşturulmasını savunan anarşistler olmuştur.
Anarşizmin sınıfsız, halka hükmeden yönetici bir grubun olmadan halkın kendi kendini yöneteceği bir toplum düzeni hayal etmesi bir ütopya değildir. Çünkü Kur’ân, ümmet-i vâhide[4] kavramıyla insanlığın ilk halinin bu şekilde olduğunu vurgular. İslâm’ın da ulaşmak istediği son noktası sınıf, sınır, yönetim erkinin[5] olmadığı bir insanlık düzeni kurmadır.[6]
Bu tamlamadaki ümmet ve vâhid(e) sözcüklerinin açığa çıkarılması anlamın doğru anlaşılmasını sağlayacaktır. Ümmet,[7] “insan nesli,[8] insanların yaşadığı dönem, inansınlar veya inanmasınlar kendilerine peygamber gönderilen topluluk, yaşayan her canlı türü ve nesli;[9] bir düşünce ve ideal etrafında toplanan insanların oluşturduğu birlik, hayvan grubu,[10] yapılanması ve amacı aynı olan topluluk;[11] yaşam biçimi, kültür, gelenek, zaman ve mekân gibi herhangi ortak bir şeyin etrafında toplanan insanlar; farklı yetenek ve niteliklere sahip olması nedeniyle farklı işleri yapan canlılar topluluğu” demektir.[12] Ümmet “siyasal, ekonomik, hukuksal ve toplumsal anlamda tüm inanç, ideoloji, soy ve kültürel âidiyet farklılıklarının uyumlu birliktelik içinde yaşandığı düzen” demektir. Bu düzende ülke, mahalle, dil, tapınak, ritüel farklılığı ayrıştırılmaz. Halklar ve bireylerin mutlak eşitliği esastır. Ümmeti en iyi anlatan şey “gökkuşağı”dır.
Konuyu daha da açma bağlamında ümmet-i vâhide “Birbirini ana gibi sarıp sarmalayan, çocukların bir ananın şefkatli kucağında toplanması gibi birbirine yakın duran ilk insanlık toplumunun sosyal düzeni”dir. Ümmet-i vâhide “yaratılış veya üretim kapasitesi ve biçimi yönüyle birbirinden pek farkı olmayan hayvan grubu; yaşam biçimi, kültür, gelenek, zaman ve mekân gibi herhangi ortak bir şeyin etrafında toplanan ilk insan topluluğu; bir düşünce ve ideal etrafında toplanması nedeniyle parçalara bölünüp küçültülemeyen insan nesli; yetenek, nitelik ve özellikler bakımından ilk insâni özellikler gösteren toplum; daha sonra hiçbir benzeri görülmeyen, bir benzerine rastlanmayan ve aynısı bulunmayan insan türü ve nesli; parçalara bölünmeyen, ayrışarak bir çoğunluk yaratmayan, tek parça olarak kalan insanlar topluluğu”dur. Aslında tam bir sınıfsız toplumdur. Hiçbir konuda ayrışmayan ve her hususta tam uyum sağlayan ilk insanlığın ilk siyasal, ekonomik, hukuksal ve askerî birlikteliktir. Bu nedenle ümmet-i vâhid(e) parçalara, bölümlere, bölüklere, ayrışmalara uğramamış; birliktelik sağlamış ve bütünselliğini korumuş ilk insan toplumudur. Biraz daha açarsak aralarına soy, aşîret, kabîle, kavim ayrımları; inanç/millet, sınıf, sınır, siyasal ve ekonomik yönetim ile memleket ayrıştırmaları girmemiş; bu yönlerden şimdi bir benzeri görülmeyen, kendi zamanında tek ve biricik olan, farklılık göstermeyen, hiçbir parçalı özelliği bulunmayan birlikteliktir. Hac emri de tüm insanlığa bu ana gövdeyi hatırlatmaya dönük bir ritüeldir.[13] “İnsanlık ikincisi olmayan, tek ve biricik olan, benzeyeni bulunmayan, parçalara ayrılmamış, bir bütün olma niteliğini koruyan bir yapıdaydı; parçalar, bölümler, bölükler ayrışmalar içinde değildi; birliktelik ve bütünlüğünü kaybetmemiş toplumsal bir yapıdaydı. Sınır, sınıf, inanç, millet, memleket, soy ve mülkiyet ayrımları girmemiş bir birliktelik içinde yaşıyordu. İnsanların aralarında ayrılıklar başgösterince insanlara barışın ödülünü müjdelemek ve kötülüğün şiddetini hatırlatarak korkutmak amacıyla insanlar arasında haberciler ve onların vicdânlarından yayılan sözler ortaya çıktı. Vicdândan konuşan ve insanlığın yüreğindeki duygulardan haber veren vicdân elçileri ayrılıklara neden olan meseleleri çözmek için çabalar ortaya koydular. Müjdeli veya korkunç sondan haber veren vicdân elçilerinin tüm gayretlerine rağmen kimileri onlara kulak tıkadı ve bu nedenle ayrılıklar keskinleşti, insanlar dostluk ve gönül köprülerini yıktı, düşmanlık hırıltıları etrafı sardı. Ancak vicdân elçilerinin söz ve kararlarına güven duyanlar elçilerin yol göstermesiyle evren, doğa ve insan vicdânındaki doğru akışa yeniden uyum sağladı. Kim eğriden doğruya, ayrışmaktan birleşmeye, parçalanmaktan bütünlüğe dönmek isterse vicdân, akıl ve sağduyu elçilerinin rehberliği ona yeter.”[14] âyetine göre de insanlığın ilk halinde sınır, sınıf, memleket, sömürü, bölünme, bölücülük, parçalanma yoktu. İnsanlık tek parçaydı ve ayrılıklar bulunmuyordu. İnsanlar bu ilk bütünlüğünü kaybedince insanları yeniden “büyük birliktelikte” toplamak amacıyla yerel ve bölgesel yaşayan insanlar arasında vicdân elçileri ile onların mesajlarını içeren kitaplar geldi. İnsanları insanlıkta birleştirmeye, kardeşlikle yaşatmaya, kıst ve eşitlikle ömür sürmeye, özgürlük ve sevgiyle bir arada tutmaya çalışan önderlere peygamber, onların mesajlarına kutsal yazılar ve önerdikleri yaşam biçimine din dendi. Din, kitap ve peygamberin tek amacı vardı: Kaybolmuş vâhit ümmeti yeniden inşâ etmek.
- İstiğnâ ve Tâğut
Kur’an ekonomi-politiğinin itiraz temelinde istiğnâ ve tâğut kavramları yatar. İstiğnâ, büyüklük kompleksidir.[15] Bir kişinin imkân ve zenginlik farklılıkları oluşturduğunda bunlara dayanarak kimilerini kendinden aşağı görmeye başlaması ve büyüklük duygusuna kapılmasıdır. Tâğut, Mekke’de putların bulunduğu bölgeye/alana denirdi. Dolaylı olarak da putların sembolize ettiği siyasal, toplumsal ve ekonomik dünya düzenini kasteder. Tağutlaşmak vicdânî/insânî değerlerden uzaklaşma ve Tanrı’yla eşdeğer güçte/karizmada varlıklar olduğunu benimsemeyi eylem ve söylemlerde göstermeye denir.
“İnsan, kendini yeterli düzeyde bir zengin olarak görünce tepeden bakar, çevresiyle egemence ilişki kurar.”[16] âyetleri Müslümanlar daha Mekke’deyken insanın temel ruhsal hastalığını ortaya koymuştur. Bu hastalığa itiraz eden vicdânî seslerden olan anarşizm insanın başka bir insan tarafından yönetilmesine karşı çıkması, kula kul olmayı reddetmesi, hegemonik toplumsal ilişkileri yıkması, herkesi bağlayan bir gönüllüğü idealize etmesi, ortak akla dayalı bir sözleşme vurgusu ve sadece kuralların/toplumsal hukukun egemenliğini savunması ile kaos üreten sistem yaftasından uzak olduğunu nasıl ki yakın çağımızda ortaya koymuşsa Kur’an da aynı talepleri 1400 yıl öncesinden dillendiren muvahhid[17] bir anarşist hareketin manifestosu[18] olmuştur. Zaten Müslüman ilhamını vicdânının sesinden alan, sınıfsız bir toplumu idealize eden kimsedir. “Lâ ilahe illâ Allah”[19] cümlesi insanlar tarafından oluşturulmuş kurum, kural; yönetim, iktidâr, devlet, resmî semboller, karizmatik kişiler, hoca efendiler, kutsanan liderler, siyasal sınırlar, yüceltilen şeyhler, politik bakışlar, değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddeler ve bürokratik otoriteler gibi unsurların sorgulama ve eleştiri dışı olamayacağını ortaya koymuştur.
Kur’an’da Tanrı’nın tekliği fikrinden toplumun birlikteliğine doğru gidişi iman değeri yapma, mülkiyetin tekelleşmesini engelleyici ahlâki-hukûkî ve siyâsî tedbirler önerme, bireysel zenginliği firavunlaşmakla eşdeğer görme, her türlü tekelleşmeyi yasaklama, kolektif yaşam idealize etme,[20] komünal paylaşımı[21] hayatın merkezine yerleştirme, devleti değil birey ve ilkeleri önemseme, adâlet devleti önerme; teokratik, oligarşik, faşist ve monarşik devlet modellerini reddetme yaklaşımları Kur’ân’ın anarşist çıkışlarıdır. Kur’an, kendine özgü anarşist bir kitaptır; İslâm komününün felsefi arka plânını oluşturan ve sosyolojik temellerini atan bir hitaptır.
- Allâh
Allâh kelimesi kamu, toplum, doğa ve evreni kapsadığından dolayı ortak akıl ve gönüllü birliktelikler dışında hiçbir şeyin kesin bağlayıcılığı olamaz. “illâ-Allah”[22] vurgusu her türlü egoist tavrın karşısında durmayı karara bağlar. Allâh, karşımızda oturup konuşan somut bir varlık olarak görülmez, Allâh’ın tanrılığının Kur’an’da sürekli tekrar edilmesi bireysel ve kurumsal tanrılık iddialarının reddi içindir. Herkesin tanrısı Allâh olduğundan dolayı ve Allâh herkesi birbirine sosyo-ekonomik bakımdan eşitlemek istediğine göre herkesin içinde olduğu gönüllü birliktelikler ve kimseyi dışlamayan ortakçı çabalarla sistemler oluşturulmalıdır. Bu nedenle İslâm değerleri muvahhit anarşizmdir. Egemenlerin toplum üstünde baskısını sağlayan otoriter kutsalları yüceltip insan, hayvan, bitki ve tüm canlıların haklarını ıskalayanlar peygamberlerin ortak eylem ahlakı olan tevhitçi anarşizmi karşılarında bulurlar.
- Kelime-yi Şehâdet
Kelime-yi şehâdet, pratikte yaşanan tevhit, adâlet, kıst, merhamet, kerem, vicdan, şûrâ ve sâlihâtın dillendirmesidir. Geleneğin formülüyle değil de Kur’an’ın satır aralarından bakarsak kelime-yi şehâdet lailahe-illa-Allah,[23] Lem-yekun le-hû şerîk(un),[24] lehu’l-mülk[25] cümleleridir. Burada bir peygamber ismi yoktur, çünkü tüm peygamberler tevhid ideolojisinin çağlar içindeki sesleridir. İbrahimî, Mûsevi, İsevî ve Muhammedî olarak anılmak tevhid ideolojisinin farklı dönemlerde ve Arabistan-Mezopotamya-Küçük Asya bölgelerindeki adlarıdır. Tüm vicdân sesleri yeni şartlara uygun yasalar getirmişlerdir. Onların yasaları yerel niteliklidir ama ilkeleri evrensel özelliklidir. Tevhid ideolojisinin temelleri Tevrat, İncil ve Kur’an’da aynıdır, ancak yerel caydırıcı yasaları farklıdır. Ayrıca yasaları metinde geçtiği gibi uygulanmak zorunluluğu yoktur. Çünkü yasaları değişken ama ilkeler sabittir. Buna Kelâm bilimi literatüründe “sabit din, dinamik şeriat” ilkesi denir. Tanrısal yasalarda amaç ve caydırıcılık önemlidir. Mesela Nûr-2’de geçtiği gibi tâciz, tecâvüz, fâhişelik, jigololuk ve aldatmaya ceza olarak kişiye 100 kırbaç vurmak araçtır; bunları oluşturan şartları kaldırmak amaçtır. Yani lafız değil kasıt temel alınmalıdır. Kadîm dini metinlerde tevhid, adâlet, özgürlük, merhamet ve kerem değişmemektedir; değişen şeyler yerel yasalardır ve bu yasaların tümü de yerel yaptırımı olan ceza/ödül türleridir.
Din anlayışında tevhid fikrine teslim olanlar (Müslüman), çağlar boyu akan vahiy ırmağından beslenerek dünyaya medyan okuyucu dinamizm ortaya koyan kimselerdir. Muhammed İsa’nın, İsa Musa’nın, Musa İbrahim’in, İbrahim Nûh’un tevhit ilkelerine mirasçı olan büyük ruhlardır. Tevhid ideolojisinin sakalı, cübbesi, zünnarı, hahamı, rahibi, imamı, kilisesi, camisi, sinagogu yoktur. İlimde derinleşenleri vardır[26] ve elinde kendine rehberlik eden yazıları vardır; hayatında ilkeleri olan mensupları bulunur, dinsel statüko oluşturan makamları[27] yoktur.
- Lehü’l-Mülk
Lehü’l-Mülk, “Mülk onundur.” demektir. Teolojik olarak “Siyasal iktidâr ve ekonomik güç Tanrı’nındır.” anlamını karşılar. Sosyolojik olarak “Mülkiyetin/siyasal ve ekonomik egemenliğin tek sahibi toplumdur.” anlamını vurgular. Gücün toplumsal ortak akıldan alınmasını söyler. Ortak akıl ve ortak iradenin üstünde bir güç tanımamayı kasteder. Tanrı’nın yeryüzünde sosyo-politiğe yansıması bu şekilde gerçekleşir. Tanrı, herkesi ve her şeyi kapsadığından Tanrı’nın yolunda gitmek demek tekelleşmeyi kaldırma, toplumsal içerikli davranış sergileme ve egemenliği halk arasında paylaştırma demektir. Kur’an her alanda gerçek egemenliğin sahibinin Tanrı olduğunu ve bu nedenle kimsenin bir başkasına sosyal konum ve ekonomik pozisyonunu öne çıkararak Tanrılığa soyunmaması gerektiğini vugularken “Ondan başka bir Tanrı yokken ve her alanda egemenliğin tek sahibi o iken nasıl olur da onu duymazdan ve tanımazdan gelirsiniz?!”[28] âyetiyle bireysel Tanrılaşma kibrine karşı çıkar.
Mekke ve Medine ortamında lehu’l-mülk gerçekliğinin haykırılması bir anarşist çıkıştır. Kimsenin kimseye ait mülk olmadığı ve kimsenin kimseyi kendine tapulayamayacağını ilan eden sözdür. Mesela müdür öğretmenin, devlet halkın, koca karısının, lider takipçilerinin, çiftçi toprağın, önder örgütün, baba çocuğun, patron işçinin, öğretmen öğrencinin ve Bakan bakamadılarının(!) sahibi olamaz demektir; eşitliği imanın temel değeri haline dönüştürmektir. Medine uygulanmaları da böyle anlamayı gerektirmektedir. Çünkü Kur’an soyut bir Tanrı fikrini kabul ettirme kitabı değildir. Somut yaşamı 1400 yıl öncesinin koşullarında baştan ayağa revize eden ve hayatla iç içe olan âyetler toplamıdır. Bu nedenle ganimet bölüştürmesinden miras paylaşımına kadar farklı konularda Kur’an’da yaşamla uyumlu parametreler[29] görürüz.
___________________________________________________________
[1] Literatür: Bir bilim dalında yazılmış eserlerin tamamı, araştırılan ilgili bilim alanı, kaynaklar arasından belirli bir konunun detaylı biçimde araştırılması ve o konuya ait verilerin sistemli biçimde toplanması süreci. Edebiyât.
[2] Bkz. Namık Kaya, Özgürlükçü Dinamizm, Flora yayınları, İstanbul, 2022.
[3] Dogmatizm: Bir şeyin doğru veya yanlış olduğu hakkında inceleme, tartışma veya araştırma yapmadan duyduğu veya öğretilen bilgilere dayanarak karar verme.
[4] Enbiyâ, 92.
[5] Erk: İş yapabilme gücü, yaptırabilme gücü, sözü geçerli olma kuvveti, yaptırım/zorla yaptırma gücü.
[6] Sahabeden Farslı Selman’ın “İki kişiye dahi olsanız emir olmaktan kaçının.” sözü âmir-memur, emreden-emri uygulayan biçimindeki sınıfsal iilşkiye karşı bir reddiyedir.
[7] Umem (ç.)
[8] Lisânu’l-‘Arab, ümmet kelimesi.
[9] Ebû Hayyan en-Endülisî, Kur’ân Lugati, Çeviren: Enes Selam, İşaret Yayınları, İstanbul, 2019.
[10] En’am, 38.
[11] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’ın Temel Kavramları, Ümmet maddesi, Yeni Boyut Yayınları, 21. Baskı, İstanbul, 2001.
[12] En’am, 38.
[13] Bkz. Namık Kaya, Paradigmanın İnşâsı, Flora Yayınları, İstanbul, 2021.
[14] Bakara, 213/Kâne’n-nâsu ummeten vâhideten fe be’asa’l-lâhu’n-nebiyyîne mübeşşirîne ve munzirîne ve enzele me’a-humu’l-kitâbe bi’l-haggi li-yahkume beyne’n-nâsi fî mah-telefû fîh(i) ve mahtelefe fî-hi ille’l-lezîne ûtû-hu min ba’di mâ câet-humu’l-beyyinâtu bağyen beyne-hum fe hede’l-lâhu’l-lezîne âmenû li-mahtelefû fî-hi mine’l-haggi bi-iznih(i) va’l-lâhu yehdî men yeşâu ilâ sirâtin mustagîm(in)
[15] Kompleks: Birden çok parçadan oluşan, birbiriyle ilişkili bütündür. Gıda kompleksi; gıdaların saklanma ve korunma gibi işlerini üstlenen ve farklı bölümlerden oluşan tesistir. Spor kompleksi; yüzme, futbol ve basketbol gibi farklı etkinliklerin yapılabildiği tesistir. Paradigma da kompleks bir yapıdır. Psikolojide kompleks ise birbirini tetikleyen sebeplere dayalı oluşan ruhsal karmaşa demektir.
[16] Alak,6-7/İnne’l-insâne leyadğâ en raâ-hu’s-tağnâ
[17] Muvahhit: Tevhitçi anlamına gelir. Tanrı’nın tekliğini kabul eden, toplumun tüm renkleriyle birlikteliğini isteyen ve Tanrı’nın tekliğinden hareketle siyasal, ekonomik ve hukuksal alanda birlikteliği gerçekleştirmeyi idealize eden kimsedir. Kimsenin kimseden üstün olmadığı, herkesin özgür ve eşit olduğu, egemenliğin sadece ilkelerde olduğunu benimseyendir. Bir kimsenin ilimde derinleşmesi, bilgide yükselmesi, muhakemede fark atması ve kimsenin bilmediklerini bilmesi o kimseyi üstün ve farklı yapmaz. Evvela herkesin kendince üstün yetenek ve niteliği vardır. Ancak bunların kimi fırsat bularak meydana çıkmış, kimi de imkânsızlık nedeniyle körelmiş/görülmez olmuştur. Kimse Tanrısal değerlerin habercilerinden ve devrimcilerden daha üstün ve daha değerli değildir. Çünkü onlar değerleri uğruna her türlü risk, yokluk, yoksunluk ve işkenceyi göze alabilmiş kimselerdir. Kur’an, toplumsal eşitliği emrederken herhangi birinin kendi yetenek, servet ve mevkisini öne sürerek toplumdan farklı saygı davranışı beklemesini Firavunluk, Nemrutluk ve Karunluk olarak niteler (Âl-i İmrân, 7).
[18] Manifesto: Bir akımın/hareketin oluş ve çıkışını ilkeleriyle birlikte ortaya koyan bildiri. (Komünist Manifesto, mülkiyette eşit paylaşımcı ve antikapitalist toplum düzeninin ilkelerini anlatan bildiriye denir.)
[19] Muhammed,19/Allah dışında Tanrı yoktur, var olan Tanrı sadece Allah’tır.
[20] Medine ümmeti
[21] İslâm cemaati
[22] Sadece Allah vardır.
[23] Saffât, 35/Sadece Allah tanrıdır.
[24] Furkan, 2/Onun Tanrılık şirketi yoktur. O, şirket kurmamış bir Tanrı’dır.
[25] En’am, 73/Siyasal ve ekonomik yetki ve güç onundur.
[26] Âl-i İmrân, 7.
[27] Vâiz, müftü, imam, râhip, kardinal, papa, haham, şeyhu’l-İslâm, pastör, psikopos vs.
[28] Zümer, 6/Zâlikumul-lâhu rabbu-kum lehu’l-mulk(u) lâ ilâhe illâ hu fe-ennâ tusrafûn(e)
[29] Parametre: Sayıların değişken olması, değeri istenildiği gibi değiştirilebilen sayı, özel durumlara göre değişebilir olan sayı, değişken anlamlarına gelir. Örneğin x+1=5 biçimindeki değeri değişebilen x sayısına veya bir cümlede içi doldurulmak için boş bırakılan noktalı yerlere parametre denir. Çünkü her boşluk farklı bir yanıt olur ve her x yerine göre değişik bir sayı olur.