Kur’ancılar, ‘’Bize Kur’an yeter’’ doktrini ile hareket eden ve Kur’an’ın dini kaynak olarak tek olması gerektiğini, hadisleri ve mezhepleri reddeden bir ekoldür.
Sözlüğe göre ise; Kur’ancılık düşüncesinin temel görüşleri 19. yüzyılda Hindistan’da Seyyid Ahmed Han ve talebesi Çerağ Ali tarafından ortaya atılmış ve Abdullah Çekrâlevî tarafından 20. yüzyılın başında dinî bir cemaat ve grup hareketi olmuştur. Bu hareketin mensupları, Hz. Peygamber’in hadis yazdırdığını inkâr etmeleri ve kendilerine sadece Kur’an’ı delil aldıklarını söylemeleri sebebiyle Kurâniyyûn diye anılmaktadır. Aslında bu görüş yanlıştır. Kur’an’ın dinde tek kaynak olduğu düşüncesi zaten Kur’an indirilmeye başladığı günden beri vardır. Kur’an’a uygun olan budur. ‘’Bize Ku’ran yeter’’ diyenler uzun yıllardan beri sürekli olarak organize saldırı ve iftiralara maruz kalmışlardır. Azınlık oldukları için haksız oldukları yaftası vurulmuş, peygamber düşmanı ilan edilmişlerdir.
Kur’ancılar, Kur’an ayetleri dışında kalan tüm dini kaynakları tamamen İslam dışı olarak görür. Kur’ancılar genel manada Kur’an’ın herhangi bir açıklamaya ihtiyaç olmaksızın anlaşılabileceğini, bunun yanında hadislerin korunmadığını ve zaten hadislerin Hz. Muhammed vefat ettikten uzun yıllar sonra yazıldığını, Ona atılan iftiralarla dolu olduğunu, İlahi bir şekilde korunan kitabın ve sözün yalnızca Kur’an olduğunu, sağlam olduğu kabul edilen hadislerin de dahil olmak üzere Kur’an dışı olduğu için Kur’an yasası ile ters düştüğünü, dolayısıyla da Kur’an dışı hiçbir metnin dini kaynak, kutsal kaynak olamayacağını söylerler. Kur’ancılık ekolü, bu düşünceleriyle İslam’ın iki ana mezhebi Sünnilik ve Şiilik’ten ayrılmıştır.
Kur’ancıların ana metodu Kur’an’ı Kur’an ile anlamaktır. Kur’an’ın geneline hâkim olununca ayetler arasında çıkarımlar yapılabilineceğini savunurlar. Bu görüş Kur’an’ın dini kaynak olarak yeterli ve tek olduğunu kabul eder. Bu şekilde Kur’an’ın’’hikmet’’ine ulaşılır. Bu yöntemle birlikte mezhepçi görüşlerle arasına set çeker. Çünkü mezhepçi görüşe göre Kur’an bir hayat kitabı olarak yeterli değildir ve Kur’an’ın; hadislere dolayısıyla Sünnet’e ve birçok dini kaynağa ihtiyacı olduğuna inanırlar.
Hadisleri Hz. Muhammed’e isnat edilen ve bambaşka emeller için oluşturulan yazılar olarak gören Kur’ancılar; Hz. Muhammed’in asla hadis yazdırmak gibi bir hataya düşmeyeceğine ( çünkü ayrı bir dine dönüşür) inandıkları ve zaten Nebi ve Resul ayrımını bildikleri; Nebi Muhammed’in kişisel hayatının din konusu olamayacağına inandıkları ve Resul Muhammed’in ise Kur’an ayetleri dışında bir şey tebliğ etmediğini bildikleri için hadisleri asla dini bir kaynak olarak almazlar. Zaten hadislerin Hz. Muhammed ‘ten yıllar sonra yazıldığını, yazılma sebeplerinin ise kişisel ya da siyasal çıkarlara destek olunması için Hz. Muhammed adına uydurulan sözlerle dolu olduklarını bilirler. Bu kısım, hadislerin tarihsel bir kaynak olarak okunmasında ise bir sakınca görmemekle birlikte, içinde başta Yüce Allah’a sonra onun nebisi Hz. Muhammed ‘e atılan iftiralarla dolu bir kitaplar zincirini yalnızca ibret alma amaçlı ve hadislerin içerisindeki Kur’an’a aykırı birçok şeyi ve kendi içindeki çelişkileri hadisçilerle tartışma da kullanmak için okurlar. Ayrıca halka hadislerin Kur’an’a aykırı olduğunu göstermek için bir bilgi, delil olsun diye incelerler. Dine karşı din yaratmaya karşı Kur’an’ı korumak için kendilerini siper ederler. Kur’an’a uygun hadis bile olsa bu hadislerin, hadis olgusunun Kur’an’ın asla tasvip etmeyeceği bir şey olması ve hadislerin dinde ana kaynak mertebesine geçme iddiasıyla yıllar sonra oluşturulması fikri dolayısıyla anlam olarak Kur’an’a aykırı olmayan bir hadis yazısının dahi , dini hüküm koyma ve kutsallaşma emeli ile oluşturulduğunu bildikleri için ona kutsiyet amaçlı yaklaşmazlar. Kur’an’ı anlamada kriter olarak görmezler.
Kur’an İslam’ı savunucularının temel görüşlerini şu şekilde sıralanabilir:
- Kur’an, dinde tek otorite ve tek kaynaktır.
- Kur’an’da nesh yoktur. Kur’an’ın bütün ayetleri muhkemdir.
- Kur’an anlaşılırdır. Kur’an’ı, okuyan herkes anlayabilir.
- Kur’an devrimcidir. Ezilenin, hakkın yanındadır.
- Kur’an Mübin ve eksiksizdir. Başka kaynağa ihtiyaç duymaz.
- Aklı yerinde olan her insan Kur’an’ı doğrudan anlayabilir ve yorumlayabilir.
- Mealle buluşma gereklidir.
- Kur’an’ın öğretmeni Allah’tır.
- Kur’an anadilde okunmalıdır. Düşüne düşüne ve ağır ağır okunmalıdır.
- Allah’ın kitabı bize yeter görüşünü benimserler.
- Sünnetin Allah tarafından gönderilmiş bir vahiy olmadığını bilirler.
- ‘’Allah’tan başkasının hükmüne tabi olmak şirktir, dolayısıyla sünnet ile hüküm vermek, hükümde Allah’a şirk koşmaya götürür’’ inancına sahiplerdir.
- Muhammed’in kişisel hayatı o dönemin şartlarına uygun olarak yaşanmıştır. Dolayısıyla yaşadığı dönemle sınırlıdır. O sakal bıraktı ya da hurma yemeyi seviyor diye bunları yapmayı sevap sanmayı büyük bir hata ve şirksel niteleme olarak görürler.
KUR’ANCILARA SORULAN BAZI SORULARA CEVAPLAR
Soru; Hz. Muhammed’i sevmiyor musunuz? Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmıyor musunuz?
Cevap; Hayır, Peygamber’i gerçek anlamda sevenler olduğumuz için ona atılan iftiralara inanmıyoruz. Peygamberimizi, onun adına yalan söylenilen ve onu şirkleştiren, Kur’an’dan uzaklaştıran sözlere karşıyız.
Bilinen yanlış kanılardan biride Kur’ancıların Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanmaması görüşüdür. Bu hatalı, mantıksız ve absürt bir şeydir. Hz. Muhammed’in Nebi ve Resullüğüne inanmayan birinin Kur’an’a inanması zaten mantıksızdır. Kur’an’ı aktaran kişinin Resulullah olduğuna inanmayan birinin Kur’an’a inanıp amel etmesi tabiri caizse saçma sapan bir durumdur. Bu nedenle de zaten imanın şartlarından biri de ‘’Resullere iman’’dır. İmanın şartları, inancı simgeleyen bir evin temeli gibidir. Birisine inanılmazsa o ev yani inanç çöker. Nitekim Nisa Suresi 136. Ayette ‘’Ey inanıp güvenenler! Allah’a, Elçisine, o Elçi’ye indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği Kitaplara inanıp güvenin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü görmezlik eder de kâfir olursa işte o, gerçekten iyice sapıtmış demektir.’’ Vahyedilir. Kur’ancılar Hz. Muhammed’in Yüce Allah’ın Resulü olduğuna inanır, bir takım siyasi ve kişisel çıkarları insanlara kolayca dikte etmek için Hz. Muhammed adına sözler uyduran münafıklara karşı Hz. Muhammed’i savunur.
Soru; Hz. Muhammed’i postacı olarak mı görüyorsunuz? Tebliğ dışında dine katkısı olmadı mı?
Hz. Muhammed’i postacı olarak itham etmek; hadisçilerin; Yüce Allah’ın resullerine verdiği tebliğ görevini küçümseyip, Resulullah’ın kendisine iletilen tebliği, görevi gereğince olduğu gibi aktarıp dine kendisinden ekleme yapmadığı için Yüce Allah’ın postacısı diye dalga geçmesidir. Burada bahsedilmesi gereken bir önemli nokta ise küçümsenen şey yani velev ki Yüce Allah’ın seçtiği postacı olmak bile insanoğlu için en büyük şeref ve en büyük onurdur.
Defaatle anlatığımız bir konu da Kur’an’da Nebi ve Resul kavramının bilinmemesidir. Çevirilerde; aslında Farsça bir kelime olan ve Kur’an da olmayan ancak farklı anlamları olan Nebi ve Resul kelimelerinin ikisinin de Türkçe meallere ‘’Peygamber’’ kelimesi olarak geçtiği için Hz. Muhammed ve diğer Nebiler hakkında insanları yanlışa yönlendirmeleri durumudur. Şimdi ilk olarak Nebi ve Resul Kavramlarını açıklarsak;
‘’Nebilik’’; vahiy geldikten sonraki Hz. Muhammed’in makamıdır, bunu ilettiği zamanki durumun da da’’ resulluk’’ görevini yerine getirmiş olur. Hz. Muhammed kendisine vahiy indiği andan ölene kadar bir ‘’Nebi’’ idi. Ancak sadece Kur’an’ı olduğu gibi insanlara tebliğ ettiği zamanlarda ‘’Resul’’ idi. Dolayısıyla Kuran’da itaat geçen ayetlerde istisnasız Resullullah’a itaat edilmesi istenilir. Ahzap Suresi 40. Ayette Peygamberimizin hem Nebi hem Resul olduğu söylenilir. ‘’Muhammed içinizden her hangi bir erkeğin babası değildir, ama Allah’ın elçisi ve Nebîlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir.’’
İki kavramda da kastedilen aynı kişi (Hz. Muhammed ) ise peki o zaman neden Kur’an da ki itaat ayetlerinde Nebi – Resul ayrımı yapılmaktadır?
Cevap; Resul iken Peygamberimizin Kur’an ayetleri dışında bir şey demediği durumudur. Örneğin elindeki Sultan fermanını halka okuyan bir elçi fermanı olduğu gibi aktarmakla yükümlüdür. Bu nedenle Kur’an a göre Hz. Muhammed hem Nebi hem Resul olmasına rağmen bazı yerlerde Nebi bazı yerlerde Resul olarak seslenilmesi durumu asla önemsenmeyecek bir durum değildir.
Ayetlerle belirtirsek; Ali İmran 32 ; Veatî’û(A)llâhe ve-rrasûle le’allekum turhamûn(e) ‘’Allah’a ve elçisine boyun eğin ki iyilik bulasınız.’’ Ali imran 132 Kul atî’û(A)llâhe ve-rrasûl(e) fe-in tevellev fe-inna(A)llâhe lâ yuhibbu-lkâfirîn(e)De ki: “Allah’a yani Kitabına boyun eğin.” ‘’Yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah, âyetleri görmezlikten gelenleri (kâfirleri) sevmez.’’
Maide 92 Veatî’û(A)llâhe veatî’û-rrasûle vahżerû(c) fe-in tevelleytum fa’lemû ennemâ ‘alâ rasûlinâ-lbelâġu-lmubîn(u)‘’Allah’a itaat edin, Elçi’ye itaat edin ve dikkatli olun. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Elçimizin sorumluluğu her şeyi açıklayan bir tebliğden ibarettir.’’
Şimdi bunları aktardıktan sonra aslında Kur’an’da hiç geçmeyen ve Türklerin İslamiyeti öğrenmesinde Fars desteği de olduğu için Farsçadan dilimize geçen ‘’Peygamber’’ kelimesinin sözlük anlamına bakalım.
Peygamber; Farsça bir kelime olup, Allah ile insanlar arasında elçilik görevini ifade eden bir kavramdır. Bu görev kendisine verilen kimseye; Peygamber denir. Peygamber, “Allah’tan vahiy yoluyla aldığı bilgileri ve emirleri tebliğ etmek, muhataplarını hak dine çağırmakla görevlendirilen yüksek vasıflı kimse” anlamına gelir. Kur’an-ı Kerîm’de peygamber karşılığında nebi, resul ve mürsel kelimeleri kullanılır.
Yukarıda bahsettiğimiz ve Kur’an da bahsi geçen 2 farklı anlam olan ‘’Nebi ve Resul’’ ünvanları, Türkçe’ye gördüğümüz gibi gelişigüzel olarak ikisini de kapsayan şekilde ‘’Peygamber’’ olarak çevrilmiş ve bu nedenle Kur’an’ı anlama yoluna maalesef büyük bir darbe vurulmuştur.
Şimdi yukarıda bahsettiğimiz, meallerdeki yanlış çeviriler önermemizi kanıtlayalım.
Araf Suresi 158.Ayet; ‘’Kul ya eyyuhen nasu inni resulullahi ileykum cemianillezi lehu mulkus semavati vel ard, la ilahe illa huve yuhyi ve yumit, fe aminu billahi ve resulihin nebiyyil ummiyyillezi yu’minu billahi ve kelimatihi vettebiuhu leallekum tehtedun.’’
# kelime anlam kök
1 kul de ki
2 ya eyyuha ey
3 n-nasu insanlar
4 inni muhakkak ben
5 rasulu Elçisiyim
6 llahi Allah’ın
7 ileykum sizin
8 cemian hepinize
9 llezi
10 lehu onundur
11 mulku mülkü
12 s-semavati göklerin
13 vel’erdi ve yerin
14 la yoktur
15 ilahe tanrı
16 illa başka
17 huve kendisinden
18 yuhyi yaşatır
19 ve yumitu ve öldürür
20 fe aminu gelin inanın
21 billahi Allah’a
22 ve rasulihi ve O’nun Elçisine
23 n-nebiyyi nebiyi
24 l-ummiyyi ümmi
25 llezi ki o
26 yu’minu inanmaktadır
27 billahi Allah’a
28 ve kelimatihi ve O’nun sözlerine
29 vettebiuhu O’na uyun ki
30 leallekum belki
31 tehtedune doğru yolu bulursunuz
Yani doğru olan çeviri; ‘’De ki “Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği Resulüyüm. Göklerde ve yerde hâkimiyet O’na aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Hayat veren ve öldüren O’dur. Siz Allah’a inanıp güvenin; nebî olan ümmi resulüne de. O Resul de Allah’a ve O’nun sözlerine inanıp güvenir. Ona uyun ki doğru yolu bulasınız”
Şimdi Diyanet’in yaptığı çeviriye bakalım. ‘’(Ey Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”
Üstte verdiğimiz 5. Kelimedeki ‘’Resul’’, ‘’Peygamber’’ olarak çevrilmişken 22. Kelimedeki ‘’Resul’’ kelimesi ise ‘’Resul’’ olarak çevrilmiş, 23. Kelimedeki ‘’Nebi’’ ise ‘’Peygamber’’ olarak çevrilmiştir.
Tüm bunlar neden yapılmıştır? Hangi kurala göre aynı kelime, aynı anlamı da anlatmasına rağmen farklı isim ve anlamda kullanılmıştır? Nebi ve Resul kelimelerine aynı anlamlar verilerek ne amaçlanıyor? Yüce Allah o kelimeleri farklı anlamda vahyetmişken, siz neden böyle yapıyorsunuz? Tarzı sorular çoğalmaktadır.
Devam edecek…