- Emânet Kriteri
“Vicdân, sağduyu ve akıl; hem geçici olarak saklanması ve korunması gereken şeyleri hem belli bir zamanla sınırlandırılması gereken görev ve sorumlulukları, sadece taşıyabilecek yeterlilik ve donanımda olanlara vermeniz gerektiği konusunda sizi uyardığı gibi yeryüzünde yaşanabilir bir yurt arayışına çıkan, uygar ve birbiriyle yakınlık kurmuş insan toplulukları arasında hükümler verirken eşitlikçi olmanız gerektiği hususunda da sizi uyarır. Vicdân, sesinin duyulması için sizi uykudan uyandırmaya çalışırken sağduyu ise mesajlarını anlamanız için sizi eğri büğrü işler yapmaktan sakındırır ve akıl; olacakları erken görebilmeniz, ileri görüşlü olmanız, görünenin ötesindeki görünmeyeni fark etmeniz, gösterilmeyeni görerek sonuçları doğru kestirmeniz için sizi uyanık olmaya çağırır.”[1] âyetinde emânet kavramına vurgu yapılır.
Emânet, siyaset sosyolojisinde verilen görev ve sorumluluğu kişinin savsaklamadan ve gerektiği biçimde yapacağı konusunda hiçbir güven sorunu yaşamamak, göreve getirilen kişiye her hususta tam güvenmek demektir. Bir kimseye güvenebilmek için kişinin verilen işe layık olması (liyâkât) emanetin alt yapısıdır.
Bir şeyin emânet olması, o şeyin geçici olmasını gerektirir. Bu sebeple resmî ve yarı resmî kurum ile özel kuruluşlarda görev alan kişiler ve yönetim kurullarına devredilen yetki ve sorumluluk makamları zaman sınırlaması ile verilmelidir. Özel veya tüzel kişiler asla ve asla zamanı ve sınırı belirlenmemiş biçimde görev yapmamalıdır. Kur’ân’ın emânet ilkesi bunu gerektirir. O nedenle pâdişahlık, krallık, tek adamlık ile zamanı ve sınırı belirlenmemiş yetkilerle donanmış kişi ve yönetim kurulu üyeleri düzeni, Kur’ânla çatışan yönetim sistemidir. Bu âyet, vicdân, akıl ve sağduyunun örgütsel yönetimde egemen olmasını şart koşuyor, eşitliği yönetimde temel ilke haline getiriyor ve öngörülü aklın yönetimde bir vazgeçilmez olduğuna vurgu yapıyor.
- İtaat Kriterinin Çarpıtılması
“Ey güven ortamı yaratmaya çalışan, güvenli ve güvenlikli bir dünya kurmayı amaçlayan güvenilir kimseler! Sevgi, acıma, adâlet yanında doğru ile eğriyi birbirinden ayırarak isabetli yargıya varma yeteneği ile bunlardan beslenen iyi kötü, güzel çirkin, yararlı ve zararlı olanları ayrıştırarak karar verme yeteneğine gereken değeri verin ve icap eden neyse öyle davranın. Vicdân, sağduyu ve aklın gereğine göre davranmayı bir yaşam biçimine dönüştürmüş olup kişiliği ve hayatında hiçbir güven sorunu yaşamayan kimselerin verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirin. Ayrıca yasa yapma, ideolojik ve psikolojk uykudakileri uyandırma, şaşırtıcı ve hayranlık verici işler üretme, fikrini doğru anlatma, değişmez evrensel ilkeler ortaya koyma, çirkin işlere karşı önlem alma, azı çoğaltma, toplum için iş yapma, bilgi ve haberi en kısa ve en hızlı biçimde ulaştırma, toplum adına karar verme, ilgili kişilere danışma ve bilgi alışverişinde bulunmada yetersiz, ihmalkâr, dikkatsiz, güçsüz ve gevşek davranan yönetim merkezleri ve idarecilerin aksine sizinle bu konularda aynı ilkelere uyan yöneticiler, halk meclisleri, konseyler, sivil toplum kuruluşları, kolektifler, platformlar ile şûrâ meclislerinin sözünü dinleyin; onlarla yol yürüyün, onların verdiği görev ve sorumlulukları yerine getirin. Vicdân, sağduyu ve akla olan güveninizle birlikte değersiz, ezik ve çileli bir yaşamın ardından değerli, egemen ve mutlu bir süreç yaşayacağınız konusunda güven problemi yaşamıyorsanız şunu iyi bilin ki bir meselede anlaşmazlık yaşarsanız çözümsüzlük ve çelişkileri kesinlikle ilkeler üzerinden tartışın, eylemleriyle güvenilirliğini ispatlayan ve sözüne güvenilen kimseleri de işin içine katarak sorunu çözün. Amaçlanan özgür, barışçı ve güvenilir bir dünyaya ulaşmak için çatışmaları bu şekilde sonlandırmanız, önerilen yolda yürümeniz en güzel yöntemdir. Çünkü bu yöntem sayesinde insanlar mutlu olur, sıradan biri olmaktan çıkıp kaliteli ve kalifiye birine dönüşür, toplumda iyililik yayılır, kişiler aktif iyiler olur, kişilerin elindeki fazla mal ve servet hiçbir baskı olmadan sırf iyilik olması için ihtiyaç sahiplerine verilir.”[2] âyetinde Tanrı, Tanrı elçisi ve ulu’l-emr’e itaat öne çıkıyor. Bunlara itaatten ne kasdedildiğini açmamız gerekir. âyette geçen min-kum kelimesi “sizden, size ait olan, içinizden çıkan, toplumunuza ait olan; yaşadığınız toplumun sosyolojik, politik ve hukûksal düzeninin sonucu olan” anlamlarına gelir. Bu anlamları vermemin nedeni vicdân elçisi Muhammed’in Medîne Sözleşmesi’ni uygularken takip ettiği yöntem, Sözleşme’yi imzaladığı tüm toplum kesimi ve Sözleşme’nin maddeleridir.[3]
- 1. “Allâh’a İtaat Edin.” Ne Demek?
“Allâh’a itaat edin.” emri, “İlkelere boyun eğin.” demektir. Çünkü Allâh karşımızda oturan, ıslak imzalı bir sayfa üzerinden tâlimatlar gönderen veya basın toplantısıyla emir ve yasaklarını bildiren biri değildir. Çıplak gözle veya herhangi bir teleskopla görülme olasılığı olmayan Tanrı’nın Tevrat, İncil ve Kur’ân adlı kitaplarla mesaj verdiğine inanıldığı için bu kitaplarda geçen bilgi, haber, emir ve yasaklara uymaya “Allâh’a itaat etmek” denir. Bu bağlamda âyetlerin tarihsel ortam ve arka plânını analiz ederek, âyetlerdeki yerel ve küresel mesajları değerlendirip, hayata geçirmek Allâh’a itaat etmektir. Yani Allâh denilince vicdân, sağduyu, akıl, evrensel ilke, evrensel yasa ve küresel sistem gibi tüm üst değerleri düşünmeliyiz. Yoksa kimse doğrudan Tanrı’yla görüşmemiş ve ondan yüz yüze tâlimat almamıştır. Bu bağlamda vicdân elçisi Muhammed’e yakıştırılan mîrâç olayı da uydurmalarla bezenmiş ve Alice Harikalar Dünyasında perspektifinde halk destanına dönüştürülerek kitleler uyuşturulmuştur.[4]
- 2. “Onun Elçisine İtaat Edin.” Ne Demek?
Peygamber klasik anlayışta Tanrı’nın mesajlarını getiren biri kabul edildiği, kutsal kitabın açıklanması ve uygulanmasında güzel bir örnek sayıldığı için peygambere de itaat edilir. Çünkü peygamber, görülmeyen Tanrı adına konuşan ve onun isteklerini bildiren elçi olarak kabûl edilir. Fakat peygamber ile Tanrı’nın arasındaki konuşmaya tanık olamadığımız ve vicdânı harekete geçiren sözleri peygamberden duyduğumuz için peygamberlere vicdân elçileri yakıştırmasında bulunmamız en doğru isimlendirmedir. Çünkü onları Tanrı-peygamber diyaloğu içinde hiç göremediğimiz halde insan-peygamber pratiği içinde sürekli görebiliriz. Bu görüntü üzerinden de eleştirebilir, sorgulayabilir veya yoldaşlık edebiliriz.
Vicdân elçisi Muhammed’e itaat onun vicdân ve sağduyu temelli akılcı eylemlerinde ona yoldaşlık etmektir. Peygamber, 1.400 yıl önce ölmüş biri olduğundan ona itaat emri her ne kadar Kur’ân’da yazsa da ona itaat edemeyiz. Çünkü o ölmüştür ve ölülere itaat edilmez. Zira ölüler bizi duymaz, önümüzde yürüyemez, bizimle koşturamaz, konuşamaz, sohbet edemez ve bize akıl veremez.[5]
- 2. 1. Önemli Hatırlatma
Ölüler, günümüzde yaşamadığı için vicdân elçisi Muhammed’e itaat etmek onun hayata geçirmeye çalıştığı ilkelere uymaktır. Peygamber’in görev ve sorumluluğu Kur’ân’daki evrensel ilkeleri egemen kılmak olduğundan iş dönüp dolaşıyor, yine Kur’ân’da düğümleniyor. Peygamber’e itaat etmek; cüppe giymek, sarık sarmak, terlik giymek, deveye binmek, sakal uzatmak, başı örtmek, hatim indirmek, zikir çekmek değildir; tam aksine Kur’ân’a uymaktır. Çünkü vicdân elçisi Muhammed, tüm yerel ve kültürel yaşamı ile tarihsel ortamı içinde Kur’ân ilkelerine uymakla sorumlu tutuluyor.[6] O sebeple hangi yüzyılda yaşarsak yaşayalım Kur’an’ın ilke ve devrimlerine kendi tarihsel ortamımızda uymamız Peygamber’e itaat etmemizdir.
Yönetim biçimi ve yönetim kurulu belirleme seçimlerinde vicdân elçisi Muhammed’e uymak, âyetlere ve Medîne Sözleşmesi’nin yazılı ilkeleri ile pratiğine göre davranmaktır. Kur’ân’ın apaçık beyânları ve Peygamber pratiğinin yorum gerektirmeyecek uygulamaları ortadayken dernek, vakıf, sendika gibi tüm örgütlerin seçimlerinde tevhit değerlerini[7] kullanarak üyeleri aldatanları seçmeye kalkmak, “Allâh adını kullanarak sizi aldatmaya çalışan bir yalancıya karşı uyanık olun. Allâh ile aldatana kanmayın. O sahte dindârın Allâh, Peygamber, din, iman gibi değerler üzerinden sizi aldatmasına fırsat vermeyin.”[8] âyetini dikkate almamak Kur’ânla savaşmaktır.
Kur’ân diyerek Kur’ânla harp eden bir yönetim kurulu kadrosu adayı desteklenemez. Ebû Cehil de Kâbe’nin rabbi olan Allâh adına savaşıyordu. Hattâ Bedir Savaşı’na katılmadan önce Kâbe’de namaz kılmış ve Allâh’a zafer kazandırması için dua etmişti. Ancak Ebû Cehil; Arap milliyetçisi, insanları özgür ve köle diye ayıran sınıfsal toplumun destekçisi, kadın ve erkeği asla eşit görmeyen erkek egemen toplumun savunucusu olarak şirkin babalığını yapıyordu. Ebû Cehil, şirk ideolojisini taşıyarak namaz kılıp oruç tutuyor, haccedip karısını örtüyor, sarık sarıp Allâh’a imanını dillendiriyor, Kâbe için yardım yapıyor, hacılara yemek ve su yardımında bulunuyordu. Ancak köleleri vardı, yoksulluğun nedeni olan zenginliğin sahibiydi, halk çoğunluğu açken tok ve mutluydu, eşleri ve cariyeleri vardı, Arap olmayanları ikinci sınıf görürdü. Yani halkçı, toplumcu ve eşitilkçi olmayan zihniyeti nedeniyle barış (İslâm) ve güvenin (iman) temsilcileriyle savaştı. Ebû Cehil benzeri sarıklı, takkeli, namazlı, oruçlu, karısını tesettüre girdiren, zengin, ağzı laf yapan, toplumda söz sahibi olanları vakıf, dernek, sendika ve örgütlere seçmek Kur’ânla doğrudan doğruya çarpışmaktır.
devam edecek…
____________________________________________________________
[1] Nisâ, 58/İnna’l-lâhe ye’muru-kum en tu-eddu’l-emânâti ilâ ehli-hâ ve izâ hakem-tum beyne’n-nâsi en tahkumû bi’l’-adl(i) inna’l-lâhe ni’immâ ye’izu-kum bi-hi inna’l-lâhe kâne semî’(an) basîr(an)
[2] Nisâ, 59/Yâ eyyuhe’l-lezîne âmenû edî’u’l-lâhe ve edî’u’r-rasûle ve uli’l-emri min-kum fe-in tenâza’-tum fî şey’in feruddû-hu ila’l-lâhi ve’r-rasûli in kun-tum tu’minûne bi’l-lâhi ve’l-yevmi’l-al-âhir(i) zâlike ḣayrun ve ahsenu te’vîl(en)
[3] Muhammed Hamidullah, İslam Anayasa Hukuku, çev. Vecdi Akyüz, Beyan Yayınları, İstanbul, 2005;Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi, Çıra Yayınları, İstanbul, 2020; İhsan Eliaçık, Demokratik Toplum, Konfederalizm ve Medine Sözleşmesi, https://ihsaneliacik.com
[4] Miraç olayı ilk kez H.235’te hadisçi İbn-i Şeybe tarafından aktarılmıştır. Atıyla Tanrı Ahura Mazda’nın katına çıkarak dönüşte insanlığa hediyeler getiren Zerdüşt’ün kurgusuyla birebir uyumlu bir anlatıdır. (İsrafil Balcı-Mustafa İslamoğlu, Miraç Nereden Çıktı, 11.10.2018, Akabe Medya, youtube; İsrafil Balcı, İsrâ ve Mi’râc Gerçeği, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2022; Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’daki İslam, Yeni Boyut Yayınları, 39. Baskı, İstanbul, 2001; İhsan Eliaçık, ZankaTV, Hz. Muhammed Allah ile Nasıl Konuştu? Miraç Olayı Nedir? Peygamber Gerçekten Göğe Yükseldi Mi?, youtube.)
[5] Fâtır, 22/Vemâ ente bi-musmi’in men fi’l-gubûr(i)
[6] Nisâ, 105/İnnâ enzel-nâ ileyke’l-kitâbe bi’l-haggı li-tahkume beyne’n-nâsi bi-mâ erâka’l-lâh(u)
[7] Adâlet (eşitlik), hürriyet (özgürlük), İslâm (barış), iman (güven), tevhit (birliktelik), uhuvvet (kardeşlik), zekât (fazlalıkların paylaşımı), salât (dayanışma), gurbân (yakınlaşma), savm (açlıkla mücadele), hac (halkların kardeşliği ve politik birliktelik), sabr (direniş), kıst (hak edilen şeyi hakkı oranında verme), şûrâ (ortak akılla davranış), unzur-nâ (tartışma ve aktif sorgulama), sa’y (emek), millet (değerlere dayalı hukûk) ve ümmet (farklılıkları ortak platformda buluşturma)… gibi.
[8] Fâtır, 5/Velâ yeğurranne-kum bil’lâhi’l-ğarûr