Kur’an’la Das Kapital’i genel olarak karşılaştırmaya çalışacağım.
Bu ikisi nasıl karşılaştırılabilir ki diyebilirsiniz. Birisi 14 asır önce gelmiş ilahi bir kitap, diğeri 150 küsür yıl önce yazılmış bir ekonomi politik analiz. Dil, yer, zaman bakımından tabi ki farklı. İçerik ve konu, kullanılan teknik terimler itibariyle farklı gibi görülebilir. Birisi kutsal kitap, öbürü iktisadi analiz, ekonomik politik bir yorumlama. Bu ikisinin nesini karşılaştırabiliriz diyebilirsiniz ama insanların üzerinde gösterdiği etki, yarattığı umut bakımından, insanların onlarda aradığı yeni bir dünya özlemi bakımından ve uğruna mücadele eden insanların sayılarının çokluğu bakımından birbirine çok benziyor. Çünkü tarih boyunca Kur’an-ı Kerim’i yeryüzüne yaymak için yüzlerce, binlerce, milyonlarca kişi geldi geçti, uğruna savaştı, mücadele etti. Aynı şekilde Das Kapital’i de dünyaya yaymak, burada anlatılan görüşleri dünyada uygulamak için binlerce, milyonlarca insan geldi geçti. Demek ki insanlar bunlarda bir şeyler aradılar.
Acaba ne aradılar? Şimdi şöyle bir karşılaştırma yapalım.
Das Kapital’in beş ana bölümü var. Modern tarzda, modern teknikle yazılmış bir kitap. Giriş, gelişme, sonuç bölümü var. Bunlar bölümlere ayrılarak, bölümler alt bölümlere ayrılarak, alt bölümler daha alt maddelere ayrılarak uzunca anlatılır. Konu açıldıkça açılır. Kapitalizmin analizini yapmaktadır. Batı Avrupa’da, İngiltere, Almanya çerçevesinde ortaya çıkmış olan kapitalizmin derinlemesine, ekonomik-politik bir analizi. Türkçeye de çevrilmiş. Almancası da, İngilizcesi de var. Yüzlerce dile çevrilmiş. Karl Marks tarafından yazılmış ve beş ana konusu var.
Birinci konu meta…
Meta nedir? diye başlıyor Das Kapital. Çağımız dünyasına baktığımız zaman kapitalist dünyanın bir metalar yığını olduğunu görürüz diyor. Her yerde metalar var. Yani masa, sandalye, bardak, kalem, yiyecekler, içecekler, mağazalar, mağazalarda satılan eşyalar, dükkanlar, çarşılar, pazarlar, fabrikalar var. İnsanlar sürekli olarak metalar üretiyor ve bu metalar elden ele dolanıyor. Metalar yığını ve insanoğlu bu metalar için çalışıyor. Bu metalar sebebiyle kendisine, doğaya ve insanlığına yabancılaşıyor.
Karl Marks yine diyor ki; “Nasıl ki eski dünyada insanlar manevi olarak Allah, melek, cennet, cehennem şu anda olmayan, fakat var olduğu sayılan kavramlar ürettiler. Bu kavramlarla olup biteni açıklamaya giriştiler ve zamanla onlar için çalışmaya başladılar. Olmayan ve fakat var olduğu varsayılan dünyaya paralel manevi dünya üretip onun kavramları ile konuşmak, o kavramlara tapınmaya başlamak, o kavramlarla yatmak kalkmak kişiyi gerçek dünyaya, dokunduğu hissettiği dünyaya yabancılaştırması neyse modern kapitalist dünyasında da o manevi kavramların yerini maddi kavramlar, metalar aldı. İnsanlar o metalara tapmaya ve onlar yüzünden kendisine, tabiata ve insanlığına yabancılaşmaya başladı. Her iki halde de yabancılaşma devam ediyor…” Bu nedenle meta nedir, bunlar nereden geliyor, kökeninde ne yatıyor? diye sorarak başlıyor. İlk bölümü bu, metaların dönüşümü değişimi, mübadalesi…
İkinci konu emek, üçüncü konu sermaye, dördüncü konu para, beşinci konu da ücret. Ana konular bunlar. Bunların altında onlarca alt bölüm ve başlıklar var.
Dini dünya Allah, cebrail, melek, cennet ve cehennem gibi manevi kavramlarla, kapitalist dünyada onların yerine geçecek mal, meta, sermaye, para ve ücret gibi beş maddî kavramla -adeta kafayı yiyerek- insanın ve hayatın kendisine yabancılaşıyor. Eski beş dini kavram manevî, yeni beş kavram da maddî. Das Kapital’in en önemli dini ve sosyal tespiti budur. Bu bakış açısı aynı zamanda insanların iktisadî hayatı ile beraber dini ve sosyal hayatını da analiz etmiş oluyor
İlk kavram olan meta Kuran’da geçiyor. ‘’Dünya hayatı muhakkak ki gelip geçici bir metadan ibarettir.’’ (Mü’min-39) Meta yararlanılan, kullanılan şey demek. Cep telefonu bir meta, kalem, bardak başka bir meta. Bunlardan yararlanırız. İnsanlar bunları hizmetini görmek için ya da bunlardan yararlanmak için üretirler. Tam da bu metaların dolaşımı esnasında emekler çalınır, birbirine geçer sömürü olur. Bu metayı üretip başka birisine aktarırken üzerine kâr denilen bir şey konulur. Nedir kâr? Neyin karşılığıdır? Ne kadarı sana aittir? Ne kadarı üretene aittir? Bu metanın üretiminde kaç kişinin etkisi, katkısı olmuştur ve metanın satıldıktan sonraki bölüşümünde buna katkısı olanlar hakkını alabilmekte midirler?
Metalar dolaşırken soyuluruz. Metalar dolaşırken hırsızlık olur. Metalar dolaşırken biri diğerinden daha fazlasını cebine indirir. Metalar dolaşırken eşitsizlik yaratılır. İşte bütün mesele bu. Burayı çözdüğünüz zaman, kime ne kadar gittiğini, kimin ne kadar hakkını aldığını, üretilen metaya kimin ne kadar emek kattığını, o emeğin neye mâl olduğunu, karşılığının ne olduğunu çözdüğünüz zaman mevzuyu da çözmüş oluyorsunuz. Marks’ın Das Kapital’de esas kafa yorduğu şey bu.
İkinci kavram emek… Kur’an’da geçen bir kavramdır. Emek-değer teorisini ele alan İbn Haldun “Bir metanın değeri ona verilen emek kadardır” tespitini yapar. Das Kapital’in ana iddialarından bir tanesi de bu. Bir metanın değeri yani bir kalemin fiyatı ona verilen emekle orantılıdır. Siz bir kalemi satın aldığınız zaman ona verilen emeğin karşılığını ödemiş oluyorsunuz. Bazıları alım satım, ticaret adı altında emek sarf etmeden metanın değerinden alıyor, el koyuyor. Siz emek veriyorsunuz ama onun değeri başkasına gidiyor. Metanın üretim değeri ile mübadele değeri arasında fark kime gidiyor?
Üçüncüsü sermaye kavramı, bu da Kur’an’da geçer. Sermaye/anapara/kapital.. Kapital anapara, sermaye demektir. Kur’an’da geçtiği şekliyle arapçası ‘Ruus emval’. Burada anapara esas alınıp, onu başka başka şeylere yatırıp, oradan metalar üretip, o metaları piyasada dolandırıp fazlasıyla geri dönüşünü sağlayıp, tekrar sermayeye katıp onu tekrar büyütme. Her defasında büyüterek yoluna devam etme.
Dördüncüsü para kavramı da Kur’an’da geçer. Dinar ve dirhem olarak geçer. Çünkü Kur’an’ın indiği çağda dinar ve dirhem vardı. Kağıt para, banknot yoktu. Bu dinarlar ve dirhemlerin üzerinde Roma imparatorlarının resimleri vardı. Peygamberin kendisi hiç para bastırmadı. Roma paralarını kullandı. Roma’nın dinarını ve dirhemini kullandı. Biri sarıydı altından yapılıyordu, diğeri beyazdı gümüşten yapılıyordu. Birine dinar, birine dirhem deniyordu, para anlamına geliyordu. Dinar ve dirhem o dönemin Mekke-Medine’sinde kullanılan para idi.
Kur’an para biriktirmekten bahseder. Parayı biriktirenler ve onu Allah yolunda yani muhtaç olanlar için, kamu için, ihtiyacı olanlar için harcamayanların bu yaptıklarının ‘kenz’ olduğunu yani kendilerine hazine haline getirdiklerini, şahsi sermaye oluşturduklarını ve bunu toplum için harcamadıklarını, ihtiyacı olanlar için sarf etmediklerini, kendi mülkiyetlerinden çıkarmadıklarını, infak etmediklerini söyler. Bunu yapanların da o dönemde daha çok hahamlar ve ruhban papazlar yani Yahudi ve Hristiyan tapınağının din adamları olduğunu söyler. Onlar daha çok parayı kendilerine hazine, sermaye yapıyorlar der. Bunu toplum için değil, hegemonyaları için kullanıyor, başkaları üzerinde tahakkümde bulunuyorlar. Herhangi bir iş de yapmıyorlar bununla. İşte Kur’an buna kenz diyor. Bu yaptıklarının ateşe dönüşeceğini söylüyor. ‘’Bu biriktirdikleri paralar ateşte kızartılarak alınlarına, böğürlerine ve sırtlarına vurulacak ve kendilerine tadın kendiniz için biriktirdiklerinizi denilecek.’’ Tevbe suresi 34 ve 35. ayetlerdir bunlar. Para biriktirerek şahsına (özel) hazine, mülkiyet yapanların hazin sonu.
Tabi ki paranın bir ilahi kitap olan Kur’an’ın insanoğluna demin anlattığım sesleniş biçimi ile Das Kapital’de ele alınan biçimi aynı değildir. Ama ana konu aynıdır. Kur’an’da daha çok uzaklaştırma, sakındırma, metafizik bir gerilim yaratarak insanların şahsi (özel) sermaye biriktirmeleri, şahsına para yığmalarının engellenmesi amaç edinilir. Ama aynı konunun Das Kapital’deki ele alınışı böyle değildir. Das Kapital de mevzu ekonomik-politik analiz olduğundan kapitalist üretim biçiminde metaların üretilmesi, fiyatlandırılması ve el değiştirmesi esnasında sömürünün nasıl olduğu kanıtlamaya çalışılır. Para mevzusu burada ele alınır. Emek, fiyat ve ücret mevzusu da böyledir.
Das Kapital de geçen beşinci kavram da ücrettir. Fiyat/ücret yani emeğin değerini nasıl belirleyeceğiz? Saate göre mi belirleyeceğiz? İki saat hesaplanınca emeğin değeri gerçekte belirlenmiş oluyor mu? Niye o fiyatı veriyor? Fiyatları kim belirliyor? Piyasa diye bir şey var mı? Piyasa dengeleri fiyatlarının belirlenmesinde gerçekten rol oynuyor mu? Piyasada acaba görünmez bir el var mı? O el mi bu fiyatları belirliyor? Fiyat, ücret neyin karşılığıdır? Metanın karşılığı mıdır, metaya yüklenen emeğin karşılığıdır mıdır? Mübadele değerinin karşılığı mıdır? Bunlar nasıl ve ne ile belirlenecektir?
Kur’an-ı Kerim’de de çeşitli yerlerde de ücretten bahsedildiğini görüyoruz. Ama kâr kavramı Kur’an-ı Kerim’de geçmiyor. Kira kavramı da geçmiyor. İnsanların dört kazanç yolu var. Birincisi kâr, ticaretten geliyor. İkincisi faiz, paradan geliyor. Üçüncüsü kira, emlaktan geliyor, topraktan gelince bu rant oluyor. Dördüncüsü ücret, emekten geliyor.
Acaba bunların hangisi caiz, hangisi haram? Faizin haram olduğu kesin. Kira da faiz gibi, biz bu yorumu yapıyoruz. Kira da aynen faiz gibi. Birisinde ‘’parayı’’ kiraya veriyorsun, diğerinde ‘’evi’’ kiraya veriyorsun. İkisinde de emek namına bir şey yapmıyorsun. Paranın, arazinin veya evin kirasından sana para geliyor. ‘’Onlar birikmiş emeğin ürünü’’ dense de yine de bu birikmiş emeğin kiraya verilip oradan emeksiz kazanç elde etmeyi açıklamıyor.
Kârın da iyi incelenmesi lazım. Kârın içerisinde ne kadar emek var, ne kadar sömürü var? Bunun çok iyi tespit edilmesi lazım. Kârı şüpheli görüyorum. Kira ve faiz kesin olarak sömürüdür ama kâr şüphelidir. İçinde emek de olabilir, sömürü de olabilir. Zaten en çok da burada sorun ortaya çıkıyor.
Ve ücret… Örneğin şurayı badana yapıyorsun, emeğinin karşılığını alıyorsun, yük taşıyorsun emeğinin karşılığını alıyorsun, nöbet tutuyorsun, mesai yapıyorsun emeğinin karşılığını alıyorsun. Bunun dini tabirlerle caiz olduğu, helal olduğu gayet açıktır. Dolayısıyla ücret kesin helaldir, izin verilmiştir. Faiz ve kira kesinlikle sömürüdür, izin verilmemiştir, kâr da şüphelidir. Kârın içinde hem sömürü, hem de emek olabilir. İşte bu gelir yollarının derinlemesine analiz edildiği bir kitaptır Das Kapital.
Das Kapital’in beş ana kavramı; mal/meta, sermaye, emek, para, ücret Kur’an’da vardır. Bunları Das Kapital çapında ve derinliğinde inceleyen bir düşünür şu ana kadar çıkmamıştır. Bu nedenle Das Kapital, 14 asır önce Mekke-Medine’de ortaya çıkmış Kur’an’ın, 150 sene önceki Batı Avrupa şartlarında, kendi koşulları çerçevesinde ekonomik-politik tefsiri ve tarihsel analizi olarak görülse yeridir. Bu şekilde bakmakta hiçbir sakınca olmadığı görüşündeyim. Kur’an’daki iktisadî kavramların daha iyi anlaşılması ve yorumlanması için de muhakkak Marks’ın Das Kapital adlı eserinin okunması gerekir. Keza Das Kapital okuyanların da Kur’an’a bu gözle bakması icap eder. Her iki tarafında birbirini okuması gerekmektedir. Bu olmadığı takdirde yine bir yabancılaşma daha yaşanacaktır. Ben ikisini de okuyorum, karşılaştırıyorum çok da faydasını görüyorum ve tavsiye ediyorum.