Büyük kriz dönemlerinin bir özelliği de yönetim kadrolarının niteliğinin bu dönemlerde daha siyah beyaz hale gelmesi galiba.
Mesele sadece Türkiye değil ama doğal olarak vurgunun önemli bölümü bizim ülke üzerinde olacak.
Trump, seçilme koşullarını anlıyorum galiba ama yine de ABD için büyük bir şanssızlık; Paskalya’da (Hz. İsa’nın ölümü), Nisan ortası, “Tüm kiliseleri dolu görmek istiyorum” diyerek Kasım 2020 seçim sonuçlarını ABD vatandaşlarının yaşamlarına tercih ettiğini ortaya koyuyor.
Bizim popülistlerin bayıldığı Bolsonaro’nun (Brezilya) cilası çok fena dökülüyor.
Avrupa Birliği’nden çıktı diye yine bizde çok alkışlanan Boris Johnson’ın fahiş hatalarının Birleşik Krallığa nelere mal olacağını göreceğiz; AB’den ayrılmasının uzun vadeli büyük maliyetleri de salgın hatalarının cabası olacak.
Rusya ve Çin’de neler olduğunu tam bilemiyoruz bile, Çin salgını dünyaya çok geç duyurdu, klasik diktatörlük refleksleri.
Tüm bu sorunların ortak paydası da muhtemelen yöneticilerin vahim beşeri sermaye düzeyleri.
Gelelim “güzel ve yalnız” ülkemize; hiç sevmemiştim bu sözü, güzelliği anladım da yalnızlık ne demek, pek oturtamadım kafama, bana biraz “değerli yalnızlığı” çağrıştırmıştı.
En yukarıdan başlayalım.
Sayın Erdoğan salgınla ilgili ilk kamuya yönelik konuşmasında uçak biletlerinin KDV’sinin %18’den %1’e çekileceğini (1 Nisan’dan itibaren) açıklaması gerçekten uluslararası bir mizah konusu.
Salgınla ilgili Sayın Erdoğan’ın ne dediğinden çok muhtemelen ne demedikleri daha önemli.
İstanbul gibi bir metropolde hâlâ sokağa çıkma yasağının (özel izinler geçerli olmak üzere) ilan edilmemiş olmasının faturasını umarım toplum olarak çok pahalıya ödemeyiz.
Sayın Erdoğan mesela hala Futbol Federasyonu Başkanının istifasını istemedi; besleme bir grubun yönettiği bahis oyunlarının getirisinin düşmemesi sporcuların ve yöneticilerin sağlık risklerine tercih edildi.
Şu noktayı izlemenizi öneririm, önümüzdeki dönemde bu bahis şirketi muhtemelen zararlarının devlet tarafından tazminat olarak karşılanmasını da ister ve bu istek kabul edilirse hiç şaşırmayalım; mesela, bugünlerde insanlar sokağa çıkmıyorlar ama malum köprülerden olmayan geçişlerin parasını hala köprülerden geçen, geçmeyen vergi mükellefleri ödemeye devam ediyorlar, bir itiraz da pek yok hani.
Külliye’de (Saray) ne amaca hizmet ettiği bilinmeyen bir VIP cuma namazı kılınıyor, çok eleştiriliyor ama her yerde gereksiz konuşmaları ile maruf Diyanet İşleri Başkanından bir yanıt, bir ses yok.
Bu VIP Cuma namazının Külliye’de (Saray) Reis’in izni olmadan kılındığını söylemek de, inanmak da çok zor.
İçişleri Bakanı (S.S.) geçenlerde Anayasa Mahkemesini bir karar üzerinden eleştirdi, bu eleştiri metnini internetten bulun, mutlaka saklayın, içinden geçtiğimiz (İnşallah geçebiliriz) hukuksuzluk devletinin en temel kurucu belgesi gibi duruyor; İçişleri Bakanı Anayasa Mahkemesinin Anayasayı, Avrupa Sözleşmesini, evrensel hukuku değil mevcut koşulların güvenlik devletinin hukuk dışılığını öncelemesini istiyor, bu kadarını Süleyman Soylu’dan bile beklemezdim doğrusu.
Bu listeyi uzatıp küçük bir kitap oluşturmak bile mümkün ama bu kadarı bile kriz dönemlerinde yönetici kadrolarının doğru, etkin ve adil karar alma konusunda nerelerde olduğunu görmek için yeterli.
Yönetici kadroların çapı bu olunca yönettikleri ülkelerin de durumu belirlenmiş oluyor.
ABD’de, İngiltere’de kötü yönetimler şimdilik birer yol kazası gibi duruyorlar, bizde ise süreklilik arz ediyorlar adeta.