Bazıları bu ekonomik krizin kaçınılmaz olarak Erdoğan’ı götüreceğine inanıyor. Demirel’in “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözü dillerde… Gerçekten de demokrasinin yıkılışına, insan haklarının çiğnenişine, adaletin tükenişine itirazı olmayanlar bile, iş tencereye gelince yakınmaya başladı.
Ama iyimser olmak için erken… Tarihsel örneklere bakınca görüyoruz ki ekonomik kriz, siyasi dönüşüm için önemli bir etken; ama tek etken ya da yeterli etken değil.
Burada hocamız Profesör Korkut Boratav’a atıf yapacağım. Daha 5 yıl önce, krizin sadece lafı varken, Kemal Göktaş’a verdiği demeçte, “Kriz gelir, Erdoğan gider” beklentisinin yanlış olduğunu belirtmişti: “Krizler, iktidarları otomatik olarak değiştirmez; hatta halk sınıflarının örgütsüz, zayıf olduğu, işsizliğin, sefaletin yaygınlaştığı ortamlarda baskıcı rejimleri güçlendirebilir bile…” demişti.
Örnekler de vermişti: Kriz dönemlerinde “insan insanın kurdu” olabilir. Komşular birbirini rakip görür; ihbarcılık yaygınlaşır.
Dahasını söyleyelim, azalan iş imkânları, mültecilere yönelik ırkçılığı artırabilir. İktidara yönelemeyen tepki, onları hedef alabilir. Yoksulluğun yarattığı derin umutsuzluk, çaresiz kitlelerin iktidardan kopmak yerine hepten onun kollarına sığınma ihtiyacına yol açabilir.
Bazıları da ekonomik krizin yabancı sermayede yaratacağı paniğe güveniyor. Oysa görüldüğü gibi, yabancı sermaye, mülkiyet güvencesine, yatırım serbestisine, paraları dışarı çıkarma müsaadesine bakıyor, bunlar olduğu sürece krizden etkilenmediği gibi krizi fırsata çeviriyor. Baskı rejimleriyle daha da rahat ticaret yapıyor.
O yüzden krizin kendiliğinden bir siyasi dönüşüm sağlaması ya da dış dinamiğin demokrasiden yana ağırlık koyması, mantıklı değil…
Siyaseti dönüştürecek olan, ekonomik krizin nedenlerini net şekilde açıklayacak, çıkış için inandırıcı bir programla çözümler ortaya koyacak, umudunu yitirmiş kitlelere umut ve güven aşılayacak, örgütlü muhalefet ittifakıdır. Bunlar olmadıkça kimse tek başına krizin, onu yaratanı devirmesini beklemesin.